Beni tanıyanları bezdirmiş olabilirim. Ha bire retorik diye bir şeyden bahsediyorum. Biraz geç keşfedince insan, önemini biraz geç anlayınca, herhalde böyle tutuluyor.
Retorik deyince ne kastediyorum? Her şeyden önce bir bilgi dalını. Batı’da ta Aristoteles’e kadar uzanan bir konu (dilimizde birden fazla çevirisi var Retorik’in, ben Ari Çokona’nın baldan tatlı Türkçesiyle okudum). Ama Aristoteles’in kitabını üçe ayırmasından başlamak üzere kelimeyi ve kavramı kuşatan çeşitli güçlükler var; çok geniş bir alan, nitekim sonraları ayrı ayrı dallara ayrılmış. Bugün bu dallardan birinin alt dalı bizim eğitim sistemimizde bir şekilde yaşıyor.
Retoriğin ya da bizdeki adıyla belagatin bir kısmı mecazların, eğitim sistemimizdeki adıyla “edebi sanatlar”ın, “söz sanatları”nın incelenmesine ayrılmıştır. Bu da aslında dilin edebi olsun olmasın kullanımının (yani, sözün) özellikle ses ve anlam bakımından incelenmesi demektir. (Retoriğe uygun görülmüş “sözbilim” karşılığı nesnesi bakımından çok isabetli ama ortada modern anlamıyla bir “bilim” yok tabii.) Bu incelemelerde zaman zaman dilbilgisi kitaplarında yer alması gerektiği halde bulamadığımız birtakım kullanımların, söyleme biçimlerinin adlarını, onlara dair çeşitli yorumları da buluruz.
Önce kısa bir değini: Neden gramer kitaplarında bulamıyoruz bu notları? Burada kategorik bir ayrım var ama bu ayrımın zaman zaman ihlal edildiği görülebilir. Esas olarak modern gramer hep mantıkla birlikte var olmuştur, gramer mantığın kardeşi gibidir; mantığı anlamak için gramere giriş yapılması tavsiye edilirdi eskiden, mantık kitapları yazanlar gramer kitapları da yazardı (örneğin Fransa’da 17 ve 18. yüzyıllarda). Bunun anlaşılır ve haklı sebepleri vardı muhakkak ama, bu mantıkçılığın egemenliği, dile mantığın aracı ve mecrası olarak yaklaşmak ufkumuzu sınırlandırmıştır. Öte yandan Nietzsche’nin dediği gibi dil hakkında belki de asıl öğretilmesi gereken retorik ve üslupken, bunlar zamanla, yani 19. yüzyıldan itibaren retorik giderek gözden düşmüş ve eğitim sisteminden de çıkarılmıştır.
Dile mantıksal bir araç gözüyle bakınca göremeyeceğimiz şeylere bir örnek olarak özel isimlerin çoğul kullanımını verebilirim. Öyle ya, hepimiz okul dilbilgisinde özel isimlerin biricik varlıkların adı olduğunu öğrenmişizdir. Buna istisna olarak bazı özel isimlerin cins isim olarak (örneğin markalarda) kullanılmasından söz edilmiş olabilir. Kimi yer adlarıyla özdeşleşmiş ürünler de cins isim olarak kullanılır denir: “Bordo şarabı” anlamında “Bordo” ya da “Keşmir/kaşmir” gibi.
Benim vaktiyle özel isimlerle ilgili fikrim bir de bu kelimelerin yananlamlarının, çağrışım değerlerinin olduğundan ibaretti: Çernobil ürkütücüydü sözgelimi, Paris, Venedik falan da romantik. Türkçe şiirde de özel isimlerin bu tür özellikleri ustaca kullanılırdı. Örneğin yer ve kişi adlarını dizelerinde sık sık geçiren Cemal Süreya’nın “Aslan Heykelleri”nde “şiire soluk aldıracak yeni sözler”den bahisle açılan şu kıta küfrü andıran bir özel ad kullanımıyla bitiyor:
Yeni sözler buldum bir nice seni görmeyeli
Daha geniş bir gökyüzünde soluk aldıracak şiire
Hadi bir de bunlarla çağır gelsin aslan heykelleri
Oldurmanın yıkmanın yeniden yapmanın aslan heykelleri
Olduran yıkan yeniden yapan gözlerini seviyorum kaç kişi
Bir senin gözlerin var zaten daha yok
Ya bu başını alıp gidiş boynundaki
Modigliani oğlu Modigliani.
(Kişi adlarının yananlamları çocuklara isim seçiminde de kendini gösterir. Bu da hemen herkesin farkında olduğu bir durumdur ve toplumdaki temel ayrım hatları isim seçimine az çok yansır.)
Bu noktalar dışında dilbilgisinde kutsala, tektanrılı dinlerin tanrısına yakın bir konumu vardır özel ismin. Çoğulu olabileceğini düşünmekte zorlanırız. Ama azıcık dikkatli baktığımızda da çeşitli durumlarda özel isimleri çoğul kullandığımızı da fark etmekte gecikmeyiz: Örneğin, “Osmanlı şiirinde 16. yüzyıl Fuzuli’lerin çağıdır” gibi bir cümle. Elimin altındaki Türkçe gramer kitaplarına baktım, bu işleve dair bir kayıt bulamadım. Peki bu tür kullanımlar nedir? Neyin nesidir bu “mantıksızlık”? Buna eski retorikte “tağlib” adı veriliyormuş. Yani retorik bu kullanımı görmezden gelmek şöyle dursun, adını bile koymuş, üstüne düşünmüş. Tağlib de en çok öne çıkan özel ismin bir gruba, kümeye ad olması demek (M. Naci, Istılahat-ı Edebiyye, haz. Yekta Saraç, TDK, s. 156).
Özel isimlere getirilen çoğulun bu “tağlib” işlevinin yanı sıra vurgu ya da abartı anlamı kattığı da oluyor (bu durumda birden fazla özel isim sıralanabiliyor): “İyi bir sanat eğitimi alsın diye kızını Paris’lere, Floransa’lara, New York’lara gönderdi.”
Bir de bu kullanımın tersinden söz edebiliriz. Bu defa örneğimizi futboldan verelim. Rıdvan Dilmen’in maç sonlarındaki yorumlarında ara sıra, hatta belki sık sık çalınırdı kulağımıza: “Filanca oyuncu çok iyi ama bir Hagi, bir Alex değil,” derdi. Bu kullanımın bir başka çeşidi de şöyle: “19. yüzyıl bilim ve düşüncesi pozitivizmin etkisiyle titizliğin altın çağıdır: Bir Marx ömrünü sermayeyi anlamaya vermiştir.”
Yine bildiğimiz özel isim gramerine ters bu kullanımlar: Özel isimler biricik varlıkların adıyken nicelik sıfatını nasıl getirebiliyoruz? Nasıl anlamak lazım? Türkçe bir’in işlevlerini tasnif eden değerli bir dilbilim yazısı var ama orada da özel isimle kullanımı ele alınmamış ne yazık ki. Bu kullanımın retorikte bir adı var mı onu da bilmiyorum. Fakat retoriğin avantajlarından biri bu tür kullanımları irdelemeye açık olması. Bunları dilin, sözün geçici, uçarı, anlamsız ya da saçma tasarrufları saymaması; anlamını kavramaya çalışması.
Retoriğin bu tür konuları bugün dilbilimde anlambilim, pragmatik veya başka başlıklar altında incelenebiliyor. Ama dilbilimde kılı kırk yaran incelemeler, titiz analizler, varılan anlamlı sonuçlar, uzmanların dünyasıyla sınırlı kalıyor ister istemez. Retorik de bir uzmanlık alanı olmakla birlikte kendi mahiyeti itibariyle sadece uzmanlara hitap etmiyor, dili kullanan herkese seslenebiliyordu. Bir süredir yeniden ilgi görüyor retorik ve belki yeni retorik kitaplarına da kavuşacağız. Burada modern bilginin eleştirisi için de bir ipucu var, sonuçta geleneksel bilgi dalları baştan sona çöp de değil, bu kadar kolay üstleri çizilmemeliydi, ama bu başka ve uzun bir konu.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***