İran’da yaşananları herkes gibi izliyorum; korkunç bir rejim özellikle kadınların giyim kuşamları üzerinden kadınlara yani toplumun bütününe büyük bir baskı yapıyor, ağır bir şiddet uygulanıyor.
Benzer olaylar, özü aynı, yönü farklı, bizde de yaşanmıştı, 28 Şubat günlerinden 2000’li yılların ilk on senesinin sonlarına kadar.
O tarihlerde daha KHK ahlaksızlığı icat edilmemişti. Ben de bir öğretim üyesi olarak ister istemez bu türban olaylarının bir tarafı oldum.
İster istemez diyorum, çünkü benim kişisel ve aile tarihimde olmayan bir kültür türban kültürü. Ama, türban yasaklarının özünde bir hukuk devleti ihlâli olduğu kanısındaydım; hala aynı çizgideyim, bu nedenle de pahalar ödeyip, kendi mahallemle tartışıp hukuk devletini savundum.
Ancak, o tarihlerde yaşanan bazı tartışmalar maalesef çok net anlaşılamadı. Kimin türbanı neden savunduğu çok netleşmedi.
Eğitim hak ve özgürlükleri saçlarını göstermek istemedikleri için ellerinden alınan kızların bu tepkisel tutumlarının ne ölçüde salt bir inanç meselesi, ne ölçüde de hukuk devleti (özgürlük) eksenli bir tepki olduğu konusu ortada kaldı.
Şurası da muhakkak ki, her vatandaş hukuk devleti ilkeleri için mücadele vermek zorunda değil, sadece kendi inancının gereğini talep edebilir. Başka kesimler de genel bir hukuk devleti talebi olmaksızın başka taleplerini gündeme getirebilirler. Demokrasi böyle bir şey, farklı talepler bileşkesinde bir demokratik hukuk devleti dengesi oluşabiliyor. Batıda geçtiğimiz yüzyıllarda yaşanan demokrasi süreci de böyle bir şey.
Ancak, bizdeki türban yasağı dönemlerinde söz konusu kadın talebeler, mesleğini, işini türban takma hakkından taviz vermeden yapmak isteyen kadınlar vurguyu ağırlıklı olarak hukuk devleti ve özgürlük üzerine yaptılar. Daha net bir biçimde mesela “Eşcinseller bizi ilgilendirmez. Dinimiz onlara zaten hasta gözüyle bakar, Batı’nın hukuk devleti ilkeleri de bizi çok ilgilendirmez, biz dini inancımızın gereğini yerine getirmek istiyoruz sadece.” pek demediler.
O dönemde bir kadın profesör, kendisi de türban kültüründen gelen biri değil, yazdığı ve hemen yabancı dillere de çevrilen yüksek nitelikli akademik içerikli kitaplarıyla türbanlı kızların haklarını korudu. Meşru taleplerinin batı toplumlarında da meşruiyet bulması için gayret gösterdi, önemli ölçüde de mesafe aldı. Türbanlı kızlarımız kendisini çok sevdiler(?), yere göğe koyamadılar.
Sonra devran döndü, türban yasağı kalktı. İyi ki de kalktı. AKP siyaseten güçlendi, paralel olarak da Türkiye korkunç bir siyasi baskı ortamına büyük bir hızla girdi. Yukarıda bahsettiğim kadın profesör de bir bildirgenin altına imza attığı için üç sene ülkesi Türkiye’ye giremedi. Allah’tan zaten Türkiye dışında hocalık yapıyordu, ama kendileri mağdur iken yere göğe koyamadıkları profesör Türkiye’ye giremezken bizim türbanlı kızların kahir ekseriyeti parmaklarını oynatmayarak, bir imza kampanyası bile açmadan tıynetlerini (huy, maya) zaten belli ettiler.
Bu türbanlı kızlarımızın arasında hâlâ o mağduriyet dönemlerindeki pozisyon alışlarının sadece bir inanç konusu değil genel bir özgürlük talebi olduğunu söyleyen varsa, kaldı ise, şimdi önlerinde bunu kanıtlamak için iyi bir fırsat var.
Yukarıda söylediğim gibi bugün İran’da saçlarını açarak yaşamak isteyen kadınlara reva görülen muamele 28 Şubat döneminde bizde saçlarını göstermeksizin eğitim haklarını kullanmak isteyen kadınlara reva görülen muamele ile özünde aynı şey, aynı kafa.
28 Şubat döneminin türbanlı kızlarının bu ortamda, İran’da bunlar yaşanırken kanımca yapmaları gereken Beyazıt Meydanı’ndan (türban yasağı günlerinde bu Meydan önemliydi.) mesela Aksaray’a kadar, türbanlarını açarak yürüsünler demiyorum, ama türbanlarının üzerine bir peruk takarak yürüyüş yapmaları ne kadar şık olur değil mi?
Bakalım böyle bir jest yapabilecek tıynetleri (huy, maya) mevcut mu?
Erdoğan da o dönemde türban taktıkları için kızlarının yurtdışında okumak zorunda kaldıklarını hep söyler. Allah için haklıdır da.
İlaveten, o günlerde (eski bir şarkı, “Those were the days”) bu durumu çok güçlü bir özgürlük retoriği ile de süslerdi. Türbanlı kızlara önerdiğim yürüyüşe Sümeyye Hanım ve Esra Hanım önderlik etseler daha da şık olmaz mı?
Ama, itiraf edeyim, bu yazdığıma ben de pek inanmıyorum.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***