Rodrigo Menegat Schuinski
Göteborg Üniversitesi bünyesinde yapılan bir araştırmaya göre son yıllarda dünya genelinde pek çok ülkede otokrasiye kayışlar arttı. Araştırmadan elde edilen verilere göre Türkiye demokrasi mücadelesini kaybetti.
Jair Bolsonaro 2018’de Brezilya Devlet Başkanı seçilmeden önce seçmenler tarafından yedi dönem Kongre üyeliğine layık görülmüştü. Ekim ayında yapılacak seçimlerde kariyerinin ilk olası sandık yenilgisiyle karşı karşıya olan Bolsonaro, geçtiğimiz yıl içinde birkaç kez seçmenlerin rakibini seçmesi halinde yenilgiyi kabul etmeyeceğini söylemişti.
“Beni ancak tanrı yerimden edebilir” diyen Brezilya Devlet Başkanı Bolsonaro’nun bu sözü, müstakbel otokratların demokratik ülkeler için oluşturduğu küresel tehdidi gözler önüne seriyor. Bugün Uluslararası Demokrasi günü.
İsveç Göteborg Üniversitesi merkezli bağımsız bir araştırma enstitüsü olan Varieties of Democracy (V-Dem) tarafından yayımlanan verilere göre Brezilya, yerel demokratik sistemlerin otokrasiye doğru yöneldiği 12 ülkeden biri. Diğer 11 ülke ise dünya geneline yayılmış durumda: Polonya, Nijer, Endonezya, Botsvana, Guatemala, Tunus, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Guyana, Mauritius ve Slovenya.
V-Dem: Türkiye mücadeleyi kaybetti
Demokrasi krizlerinin halen devam ettiği bu 12 ülkeye ek olarak V-Dem, aralarında Türkiye ,Filipinler ve Macaristan’ın da bulunduğu ve geçtiğimiz on yılda “demokrasi mücadelesini kaybetmiş” 17 ülke daha tespit etti.
V-Dem’e göre sadece köklü demokrasiler otoriterliğe yönelmekle kalmıyor, aynı zamanda otokratik rejimler de iktidarlarını pekiştiriyor. Rusya ve Venezuela gibi ülkelerde otoriter yönetim pekişirken sivil özgürlükler daha da kısıtlandı.
Bugün 100 yıl öncesine kıyasla çok daha fazla ülke demokratik olarak adlandırılsa da 2000’li yılların başında demokratikleşme süreci küresel olarak durdu.
Demokrasi farklı şekillerde karşımıza çıkar
Demokrasi genellikle ikili bir kavram olarak düşünülür: Bir ülke ya demokratiktir ya da değildir.
Gerçekte ise durum daha farklı. V-Dem araştırmacıları ülkeleri dört geniş kategoride sınıflandırıyor.
Çin ve Katar gibi kapalı otokrasilerde, yürütmenin başı ya da yasama organı için çok partili seçimler yapılmaz. Türkiye ve Venezuela gibi seçimli otokrasilerde seçimler yapılıyor ancak özgür ve adil değil.
Brezilya ve Güney Afrika gibi seçimli demokrasilerde seçimler özgür ve adildir, ancak eşitsizlik ve bazı azınlık gruplar için bazı hakların eksikliği söz konusu. Almanya ve İsveç gibi liberal demokrasilerde ise özgür seçimler, azınlıklar için güvence altına alınmış haklar ve güçler arasında işlevsel denge ve denetleme mekanizmaları bulunuyor.
V-Dem tarafından sınıflandırılan 179 ülke, seçimli veya kapalı otokrasiler ile liberal veya seçimli demokrasiler arasında neredeyse eşit olarak bölünüyor. Vatikan veya San Marino gibi Birleşmiş Milletler tarafından tanınan bazı ülkelere ilişkin veri bulunmuyor.
Chicago Üniversitesi’nde siyaset bilimi doktorası yaparken hükümet ideolojileri ve demokrasi arasındaki ilişkiyi araştıran ve kar amacı gütmeyen Our World in Data kuruluşunda araştırmacı olan Bastian Herre, bu tür bir sınıflandırmanın bazı önemli incelikleri gizleyebileceğine dikkat çekti.
Herre “Bununla Kuzey Kore ve İran’ın demokrasi olmadığını, Şili ve Norveç’in ise demokrasi olduğunu bilebiliriz” dedi. Ancak Herre İran’ın Kuzey Kore’den ne kadar daha demokratik olduğunu ya da Şili’nin Norveç’ten ne kadar daha az demokratik olduğunu bilemeyeceğimizi de sözlerine ekledi.
Bu tür kategorilerin demokrasideki gerilemeleri olduğu gibi tespit etmek için çok da kullanışlı olmadığını söyleyen Herre, “Eğer bir erken uyarı sistemine sahip olmak istiyorsak, bunlar doğru kıstaslar değil” dedi ve ekledi: “Bunlar ancak demokratik çöküş çoktan gerçekleştiğinde devreye girecektir.”
Liberal Demokrasi Endeksi (LDI) işte bu noktada devreye giriyor. LDI 0 ile 1 arasında değişiyor. Değer ne kadar yüksekse, bir ülke liberal demokrasi ideallerine o kadar yakın demektir.
LDI’de aynı kategorideki ülkeler arasında önemli farklılıklar ortaya çıkıyor. LDI ayrıca araştırmacıların bir ülkedeki demokrasi durumunun her yıl nasıl değiştiğini görmelerini sağlıyor. Bu özellikle önemli, çünkü günümüzde demokrasiler genellikle bir gecede ölmüyor.
Demokrasiler çökmeden önce aşınıyor
Tanklar yürütülüyor, birlikler harekete geçiriliyor ve demokrasi bir patlamayla (ya da bir dizi patlamayla) sona eriyor – otoriterliğe yönelen ülkeleri düşündüğümüzde aklımıza genellikle darbeler geliyor.
Bu tür ele geçirmeler hala gerçekleşiyor olsa da, otokrasiye geçişler genellikle daha kademeli oluyor ve eski sistemden geriye çok az şeyin kaldığı noktaya kadar aşamalı olarak gelişiyor.
Otokrasiye dönüşen yerleşik demokrasilerin en son örneklerinde yaşanan durum buydu. Bu durum aynı zamanda hala demokratik olan ancak kaygan bir zemin üzerinde bulunan ülkelerde de yaşanıyor.
Otokrasiye dönüşte liberal olmayan liderlerin seçilmesi etkili
Otokrasiye doğru en keskin dönüşler sıklıkla Brezilya’da Bolsonaro, Polonya’da Andrzej Duda, Macaristan’da Viktor Orban, Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan ve Hindistan’da Narendra Modi gibi liberal olmayan liderlerin seçilmesiyle aynı zamana denk geldi.
Harvard Üniversitesi’nde Brezilyalı bir devlet kurumları araştırmacısı olan Fernando Bizzarro, mevcut sorunların ağırlaşmasında bu tür anti-demokratik siyasetçilerin yükselişinin genellikle bir faktör olduğunu söyledi.
“Bu liderlerin iktidara gelebilmesi için geleneksel partilerde kriz gibi başka unsurlara da ihtiyacınız var” diyen Bizzarro, artan siyasi düşmanlığın da bir rol oynayabileceğini sözlerine ekledi. Bizarro sözlerini şöyle sürdürdü: “Kutuplaşma, rakibinizden o kadar nefret ediyorsunuz ki, ondan kurtulmak için demokrasiyi yok etmek de dahil her şeyi yapabileceğiniz hissini yaratıyor.”
V-Dem 1900 yılından bu yana 81 ülkede demokratik çürüme dönemini kayıt altına aldı – bunların 50’si 2000 yılından bu yana gerçekleşti. Vakaların yaklaşık yüzde 75’inde kriz, tamamen otokrasiye geçişle sonuçlandı.
Demokratik gerileme dönemlerini inceleyen araştırmacılardan biri olan Sebastian Hellmeier, “Otokratikleşmeyi teşvik eden aktörler genellikle en tepedeki yöneticiler ve büyük parlamento çoğunluklarına sahip olabilirler” diyor. Hellmeier durumu şöyle tarif ediyor: “Sonunda, çok geç olana kadar durdurulması zor olan çok sayıda küçük değişiklikle, yani bir milyon küçük kesikle, ölüm gerçekleşiyor.”
Peki ya hayatta kalan demokrasiler?
Hellmeier ve meslektaşları, demokraside bir krizin ne zaman yaşandığını tespit etmenin ötesinde, neden bazı demokrasilerin dağıldığını ve diğerlerinin sağlam kaldığını anlamayı amaçlıyor.
Araştırmacılar daha çok seçimlerin rekabetçiliği ve adilliği ile ilgilendikleri için biraz farklı bir ölçüm kullandılar: Seçimsel Demokrasi Endeksi (EDI). EDI, LDI gibi çalışıyor, ancak sivil özgürlükler veya güçler arasındaki denge ve denetleme gibi unsurları dikkate almıyor.
Araştırmaya göre demokratik esneklik iki aşamada ortaya çıkıyor. İlk aşamada, ülkeler demokratik bir krizin başlamasını tamamen önleyebiliyor. Araştırmacılar buna “başlangıç direnci” adını veriyor. Yakın geçmişte demokratik gerileme yaşamamış ülkeler olarak Finlandiya ve Kanada başlangıç direncine örnek.
“Çöküş direnci” ise demokratik krizlerin baş gösterdiği ancak siyasi sistem çökmeden önce durdurulduğu ülkelerde ortaya çıkıyor. Başlangıç direncinden daha nadir görülen çöküş direnci yakın zamanda Ekvator ve Güney Kore gibi ülkelerde gözlemlendi.
Yüksek ekonomik kalkınma düzeyi “başlangıç direnciyle” ilişkili – ancak bir demokrasi krizinin başlaması halinde bunun sonucunu etkilemiyor gibi görünüyor. Komşu demokratik ülkelerin olması, bir ülkenin gerilemeden kurtulma becerisinde önemli bir faktör gibi görünüyor.
Hellmeier: Güçlü bir yargı siper görevi görebilir
Daha uzun bir demokrasi geleneği ve etkili bir bağımsız yargı, her iki tür demokratik dirençle de ilişkili. Araştırmacı Hellmeier, uzun süredir devam eden demokratik kurumların varlığının, vatandaşların demokrasiyi “şehirdeki tek oyun” olarak düşünmelerine yardımcı olabileceğini ve siyasi aktörleri eylemlerini yerleşik kurallarla sınırlamaya zorlayabileceğini söyledi.
Hellmeier, güçlü bir yargının, “kendini beğenmiş bir liderin aşırıya kaçması durumunda son siper görevi” görebileceğini söyledi. Bazı durumlarda, özellikle de görece daha zayıf kurumlara sahip ülkelerde, dış faktörler önemli bir rol oynayabiliyor.
Demokrasiyi korumak için muhalefet gerekir
2013 yılında Ekvador Devlet Başkanı Rafael Correa üst üste üçüncü seçimini kazandı. Ekonomik büyüme ve refah tedbirlerini genişletmesi nedeniyle desteklenen popüler bir siyasetçiydi. Ancak görev süresine medya, muhalefet ve sivil toplum için özgürlüklerin azalması da damgasını vurdu.
Correa demokrasilerin karşı koymakta zorlandığı türden bir liderdi. Bu durum ekonomik büyümenin durması ve Correa hükümetinin Brezilyalı mühendislik şirketi Odebrecht’in karıştığı bir yolsuzluk skandalının içinde kalmasıyla değişti.
Correa 2017’de tekrar aday olmamaya karar verdi, bunun yerine başkan yardımcısı Lenin Moreno’yu destekledi. Moreno kazandı, ancak eski akıl hocasıyla bağlarını kopardı ve bazı anayasal değişiklikleri ve kısıtlayıcı düzenlemeleri geri almaya devam etti.
Oxford Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı olan Melis Laebens, bunun tehdit altındaki demokrasiler için bir iyileşme yolu örneği olduğunu söyledi. Laebens’e göre müstakbel otokratlar iç siyasette güçlü bir hakimiyete sahip olsalar bile, ekonomik krizler ve yolsuzluk soruşturmaları gibi beklenmedik olaylar onları savunmasız bırakabiliyor.
“Odebrecht örneğinde, soruşturmanın uluslararası olması Correa’nın müttefiklerine pozisyonlarını değiştirmeleri için baskı yapmak açısından çok fark yarattı” diyen Laebens, “Önemli olan muhalefetin eline bir fırsat geçtiğinde, iktidarı yerinden edemese bile, en azından bazı meşru güç kaynaklarını koruyabilmesidir” dedi.
Ekvador aynı zamanda demokratik gerilemenin görünüşte tersine dönmesinin ardından neler olabileceğine dair uyarıcı bir hikaye işlevi görüyor. O zamandan beri ülkede durmak bilmeyen protestolar yaşanıyor. Mevcut başkan Guillermo Lasso azil oylamasından yeni kurtuldu. Correa yolsuzluktan suçlu bulundu ve ülkeyi terk etti. Ancak hala siyasi nüfuzu sürüyor ve azalmış da olsa hala destekleyenleri var.
Laebens, “Bazen aşırı bir yürütme gücüyle aşırı bir hükümet zayıflığı dönüşümlü olabilir” dedi ve şöyle devam etti: “Bu olaylar uzun vadede siyaseti dönüştürebilir. Ancak nadiren ortadan kaybolurlar.”
Brezilya örneğinde Bolsonaro 2 Ekim’de yapılacak ilk tur başkanlık oylamasında seçmenlerin karşısına çıkacak. Bir yargıç tarafından 2018’de aday olmasını engelleyen suçlamalardan aklanan Bolsonaro’nun ana rakibi Luis Inacio Lula da Silva şu anda anketlerde favori. Bolsonaro’yu iktidardan “ancak tanrı uzaklaştırabilir mi?” bilinmez ama milyonlarca kişi oylarını bu amaçla kullanıyor
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***