1961 Anayasası öncesi Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri tarafından yargı kararı olmadan doğrudan yasaklanmış kitaplar vardı.
Örneğin 90’lı yıllarda bir çok kitabı Türkçeye çevrilmiş olan İlyas Venezis’in “Numero 31328” adlı kitabını örnek olarak verebiliriz.
Bakanlar Kurulu kararı ile yasaklanan kitabın ilk yasal basısının tarihi 2015
Venezis, 30’lu yıllarda Yunan edebiyatında yeni bir çığır başlatan Anadolulu, İstanbullu yazarlar arasında derhal kendine yaraşır yeri almıştı.
TC Bakanlar Kurulu’nun derhal ülkeye girmesini yasaklamasının bir nedeni belki de, hala İstanbul’da yaşayan önemli sayıda bir Rum toplumunun bulunmasıydı. O tarihlerde zaten bu kitapların tercüme edilmesi bile düşünülemezdi.
60’lı yıllarda bile, hümanist Giritli Yunan yazarı Kazancakis’in, Girit sorununu konu alan “Kaptan Mihalis” adlı kitabı rahmetli Nevzat Hatko tarafından (eşi sosyolog ve TİP liderlerinden Behice Boran’dı) çevrilip yayınladığında, Mahkeme kararı ile derhal yasaklanacaktı.
Bundan nasibini aynı Kazancakis’in “Toda Raba” adlı Ahmet tarafından çevrilen kitabı da nasibini alacak ve 12 Mart cuntası döneminde her iki çevirmen de hapsedilecekti.
12 Eylül cuntası ise kendine hedef olarak Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı kitabını seçip, yargılatacaktı.
Kaptan Mihalis’in yasaklanan tercümesini Nevzat Hatko yapmış, Yaşar Kemal’in yeğeni “Kör” Ramazan yayınlamıştı.
Bütün bunlardan dolayı, Türk yayıncıların Yunan edebiyatı ile başlarına bela almak istememelerini belki anlayışla karşılamak gerek.
Eğer bir mesleğin gereği, “kahraman”lığı da içeriyorsa bunda bir acayiplik olması gerek. Ama resmi tarihe karşı, resmi edebiyata karşı, bir karşı ya da alternatif tarihin çıkmasını sağlamak isteyen, halklar arasında atılmış olan köprülerin inşası için, empati için, hümanist duyguların güçlenmesi için sadece akademik araştırmaların değil, edebiyatın da gerekli olduğunu düşünen öncü çevirmenler, yayıncılar da çıktı.
Eski İstanbul’un, eski İzmir’in, ya da Karadeniz kentlerinin ortak yaşam tadını edinebilmek cesur çevirmenlerin, cesur yayıncıların zaman zaman bedel de ödedikleri çabaları ile mümkün oldu.
Öte yandan Türkiye’de bir anti-Arap önyargının devam etmesi nedeniyle Arap edebiyatından da çok tercümeler yapılmadı geçmişte.
Modern Arap edebiyatı, laisist okur yada Kemalizmden arınamamış sol okur tarafından, İslami akımın seçmeci ellerine terk edilmişti. Türkiyeli okur, çağdaş Arap edebiyatını Yunanlı okura oranla çok daha uzaktan izliyordu. Hatta izlemiyordu bile.
Yakın dönemlere kadar Türk edebiyatı, ortak yaşam kültürünün izleri hala güçlü olduğu için ve önemli oranda Anadolulu insan buralarda yaşadığı için, Yunanistan ve Ermenistan’da yakından izlenip tercümeler yapılırken, Türk yayınevleri ve okuru ise yüzünü sadece Fransız ve İngiliz ağırlıklı edebiyata ve MEB klasikleri sayesinde de Rus edebiyatına çevirmişti. Daha sonra ise Amerikan bestseller’ları ve edebiyatı ilgi alanına girecekti.
Bugün bu durumun değiştiği söylenebilir.
Artık farklı yayınevleri yanında, sadece çeviriler yapmakla yetinmeyen, ana dilde de yayın yapan İstos, Aras, Gözlem gibi yayınevleri var. Kürt yayınevlerini saymayalım.
Toda Raba’nın yasaklaman 1968 baskısı, Habora Yayınları
12 Eylül darbesi sonrası dönemde Yunan sosyalistleri ile Türkiyeli sosyalistler arasındaki sıcak ilişkiler yanında , ortak yaşam geleneğinden gelen Mübadiller arasında da, bir kimlik arayışı ve bilinçlenme başladı.
Çünkü bir çoğunun büyük anne ve babalarının konuştuğu dil Elenika idi. Dolayısıyla onların Anadolu’dan sürülen Rumlar ile empati kurması ve duygu paylaşması çok daha kolaydı.
Bu dönemde mahkemelerin artık Yunan edebiyatını görmezden gelişi, biraz Dido Sotiriyu Davasının beraat kararının bir içtihat oluşturması, biraz da Kürt basını ve yazarları hakkında açılan davalardan başlarını kaldıracak hallerinin olmamasıydı.
28 Şubat sonrası dönemde sorunlar yeniden boy gösterdi. Örneğin, Herkül Millas’ın derlediği Göç adlı , Rum mübadillerin tanıklıklarını içeren kitap mahkemelik oldu. Bu yargılama nedeniyle, Herkül Millas 2000 yılında Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce Özgürlüğü Ödülü aldı.
Benzer sorunu Literatür Yayıncılıktan çıkan İzmir Büyücüleri adlı kitap da yaşadı.
Neyse ki üç yargılama da beraat ile son buldu.
Abdi İpekçi’ye adanan Türk-Yunan Barış Ödülleri’nin de öemli katkısı oldu. Ancak 28 Şubat günlerinde bu ödülü almış olan Yorgo Andreadis ve Ömer Asan da DGM’lik oldular. Bu davalarda beraatle son buldu ama Yorgo Andreadis’in yasağını post 28 Şubat hükümetleri kaldırmadı, açılan kampanyalara karşın.
Tüyap Kitap Fuarının Dido Sotiriyu, Yorgo Andreadis, Nicos Svoronos, Silva Gabudikyan, Jean Claude Kebabjian gibi yazarları onur konuğu olarak davet etmesi de atılmış köprülerin yeniden kurulmasında büyük katkısı oldu.
Dido Sotiriyu’nun kitabının 12 Eylül cuntası tarafından yasaklanan 1982 baskısı. Dido aynı yıl Abdi İpekçi Ödülü alınca yasak kaldırılacaktı.
Venezis’in iki öykü kitabı, “Ege Hikayeleri” ve “Anna’nın Kitabı” gerçek okurların ilgisini bütün engellemelere karşın çekmeyi başardı. “Ege Hikayeleri”nin kitap tanıtımı Yunan Başkonsolosluğu’nun kültür merkezine dönüştürdüğü Şişmanoğlu Konağında yapıldı. Bu tanıtıma değerli Ekümenik Patrik Barthelameos da katıldı ve bir konuşma yaptı.
Bu konuşma sayesinde, saygıdeğer Patrik’in gençlik yıllarında Venezis ailesinin yakın dostu olduğunu da öğrenecektikik. Venezis’in bir öyküsüne konu olan ve bir Türk subayı tarafından (onu savaşta yaşamını yitiren kendi kız kardeşine benzetmişti) korunan ve salimen bir gemiye binerek ülkeyi terk etmesi sağlanan kız kardeşi, şu taktir-i ilahiye bakın ki, 50’li yıllarda Ankara’daki Yunan Büyükelçisi’nin (daha sonra Dışişleri Bakanı da olacaktı) eşiydi. Venezis’in kızı, Anna da Şişmanoğlu Konağındaki bu toplantıya davetli idi, ancak rahatsızlığı nedeniyle katılamayacaktı.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***