Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın sıkıyönetim mahkemesindeki THKO davasında savunmalarını yapan, 6 Mayıs 1972’de idam edilirken de yanlarında bulunup devrimci inançlarını haykırarak son nefeslerini verişlerinin acısını yaşayan değerli avukat Halit Çelenk’i de 11 yıl önce, 5 Mayıs 2011’de sonsuzluğa uğurlamıştık.
Halit Çelenk’in yaşam ve mücadele arkadaşı, “Deniz’lerin Şekibe ablası” avukat Şekibe Çelenk’i de ondan dokuz yıl sonra, 21 Şubat 2020’de kaybettik.
Türkiye’nin devrimci mücadele tarihinde müstesna bir yere sahip olan Çelenk’leri ben Türkiye İşçi Partisi’nin ilk örgütlenme yıllarında birlikte mücadele verirken tanımıştım.
1962, özel yaşamında ya da çeşitli mücadele alanlarında yıllar yılı sol tavır almış, tüm baskılara rağmen bu tavrında ödünsüz direnmiş onbinlerce insanın “vakt erişti” diyerek Türkiye özelinden doğmuş bir sosyalist partiye binlerle akmaya başladığı yıldı.
Türkiye İşçi Partisi’nin ilk militanları, ilk örgütleyicisi bu insanlar, ülkenin hemen her köşesinde, yılların tutsaklık zincirlerini kırarak akın akın bu kurtuluş ordusunun saflarına katılıyorlardı. Sendikacı, bilim adamı, yazar ya da sanatçı olarak isimleri medyada duyulmuş olanların dışında herkes birbirinin meçhulüydü.
Bu büyük 1962 buluşmasına ben de İzmir’den katılmıştım. O sırada Öncü Gazetesi’nin Ege Bölgesi Temsilcisi ve Türkiye Gazeteciler Sendikaları Federasyonu’nun Yönetim Kurulu üyesiydim.
Halit Çelenk’in adını ilk kez İzmir’deki partili avukat arkadaşlardan duymuştum. Bu değerli hukukçumuzun, eşi Şekibe Çelenk’le birlikte parti saflarında yer almış olmasından dolayı sevinçliydiler.
Daha sonra gazeteci, sendikacı ve partili olarak Ankara’ya sık sık yaptığım ziyaretler sırasında efsanevi sendikacı Fukara Tahir (Öztürk) ve Uğur Cankoçak gibi çok değerli partililerle birlikte Çelenk’leri de şahsen tanımak imkanı bulmuştum. İnsan ilişkileri sıcak, konularına hakim ve ilk karşılaşmada muhatabı üzerinde derin saygı ve güven uyandıran kişilikleriyle Ankara örgütünde ayrı bir yerleri vardı.
1963 yılında Genel Başkan Mehmet Ali Aybar’ın isteği üzerine TİP Genel Merkezi araştırma ve basın bürolarında görev almak üzere İzmir’den ayrılıp İstanbul’a yerleşmiştim. Birlikte çalıştığım günlerde Aybar’ın, Halit Çelenk ve Şekibe Çelenk’ten hep takdir ve sevgiyle bahsettiğini çok iyi anımsıyorum. Hukuki konular söz konusu olduğunda mutlaka Ankara’yla temasa geçerek Halit Çelenk’in görüşünü isterdi.
17 Kasım 1963 yerel seçimlerine katılmaya karar verildiğinde, partinin en kısa zamanda birçok ilde örgütlenmeyi tamamlaması gerekiyordu. Bu örgütlenme işinin başarılmasında CKMP’den ayrılarak TİP saflarına geçmiş olan Senatör Niyazi Ağırnaslı en büyük rolü oynuyordu. Bu zorlu işin üzerinden gelebileceği düşünülen bir başka önemli isim de Halit Çelenk’ti. Nitekim partinin Samsun ve çevresindeki örgütlenmesini kısa zamanda başaracaktı.
1963 seçimlerinde büyük bir sayısal başarı elde edilememişse de, Türkiye İşçi Partisi’nin, sosyalist hareketin sesi ilk kez devlet radyolarından Türkiye halkına duyurulmuş, iki yıl sonra yapılacak 1965 genel seçimlerindeki başarının da temelleri atılmıştı. Partinin radyoda sesini duyuran 15 partiliden biri de Şekibe Çelenk’ti.
Çelenk’lerle ortak yazgımızdır…
Partinin ilk örgütlenme ve güçlenme sürecine katkıda bulunmuş militanlar olma onurunu nasıl paylaştıysak, parti yönetiminin hatalı tutumlarına muhalefet ettiğimiz için partiden uzaklaştırılma burukluğunu da birlikte yaşadık.
Halit Çelenk, parti yaşamını anlatan Türkiye İşçi Partisi’nde İç Demokrasi adlı kitabında anti-demokratik uygulamaları ayrıntılı biçimde belgeleyerek tarihsel bir görevi yerine getirmiştir. Çelenk’in kitapta yaptığı özetlemeye göre başlıca tasfiye olayları şunlardı:
– 1964’te İzmir’de yapılan 1. Büyük Kongre seçimlerinde işçi ve aydın şeklinde çift oy pusulası ve çift sandık tartışmalarından kaynaklanan ve içlerinde Prof. İsmet Sungurbey, yazar Fethi Naci, gazeteci Doğan Özgüden, yazar Demir Özlü, Edip Cansever ve Genel Sekreter Orhan Arsal’ın da bulunduğu 22 kişinin partiden uzaklaşma durumunda bırakılması ya da ihracı,
– Kıbrıs sorunu üzerinde parti adına yapılan açıklama Merkez Yürütme Kurulu’nca ertelenmişken Genel Başkanın, görüşmeleri beklemeden, kişisel olarak bir açıklama yapması nedeniyle Senatör Esat Çağa’nın partiden çekilmesi,
– İstanbul İl Kongresinde Şişli ilçesinden, içlerinde Dr. Sevinç Özgüner, Dr. Kemal İşler, Cemil Ormanlar, Kumru Gözügeçgil’in de bulunduğu 17 kişinin “hizip oluşturma, ortak seçim listesi hazırlama, ilçeler arası görüşmeler yapma, bu çalışmalarla daha önceki sosyalist kuruluşlar karşısında partinin bağımsızlığı ile bağdaştırılamayacak bir görüntü ortaya çıkmasına neden olma” gerekçesiyle Merkez Haysiyet Divanı’na gönderilmeleri,
– Merkez Haysiyet Divanı’nın bu istemi reddetmesi üzerine Şişli İlçesi’nin feshedilmesi, partinin tek senatörü Niyazi Ağırnaslı’nın da savunma hakkı tanınmadan manevi baskı altında tutularak istifa etmek zorunda bırakılması,
– Vahap Erdoğdu, Rasih Nuri İleri, Süleyman Ege, Necati Aykaş, Naci Ormanlar, Ahmet Say, Ümran Baran, Kumru Gözügeçgil, Dr. Sevinç Özgüner, Necip Devecioğlu ve Tuncer Yanar’ın da içinde bulunduğu 13 kişinin 23 Aralık 1967’de partiden ihraç edilmesi,
– Bu karara karşı çıktıkları için Halit Çelenk ve Şekibe Çelenk’in önce “uyarı” cezasıyla cezalandırılması, uygulamayı eleştirmeye devam ettikleri için de 14 Eylül 1968’de de partiden kesin olarak ihraç edilmeleri.
Halit Çelenk, kendisinin partiden uzaklaştırılması için özellikle Behice Boran ve Nihat Sargın’ın ne gibi yöntemler uyguladıklarını, Aybar’ın da nasıl onlarla birlikte davrandığını kitabında belgelerle ayrıntılı olarak anlatmaktadır.
Ne ki, Mehmet Ali Aybar, sekiz yıl sonra, 1975 yılında Uğur Mumcu’nun sosyalizm, marksizm ve bağımsızlık üzerine kendisiyle yaptığı bir söyleşide Çelenk’leri partiden uzaklaştırmış olmanın acısını şöyle ifade edecekti: “…Halit Çelenk ile eşi hakkında soruşturma açılmış ve uyarı cezası almışlardı Malatya Kongresi’nden sonra. Bu benim için acılı ve acıklı ayrı bir olaydır. Genel Yönetim Kurulunda Malatya Kongresindeki fraksiyonlara karşı sert kararlar alınmıştı. Kurunun yanında yaş da yanmıştı. Halit Çelenk ve Şekibe hanımla konuşma görevi bana verilmişti. Her ikisini de fakültedeki öğrencilik yıllarından tanırdım. Sevdiğim ve saydığım insanlar. O karşılaşmanın hüznü, acısı bunca yıl sonra hâlâ yüreğimdedir.” (Aybar ile Söyleşi. 6. basım, sf. 59)
Tabii ki, TİP’ten uzaklaştırılanların büyük çoğunluğu, partisiz de kalsalar, hiçbir zaman pasifize olmadılar, kavgadan çekilmediler, devrimci ve demokratik mücadelelerini kendi meslek dallarında, demokratik kitle örgütlerinde aynı kararlılıkla sürdürdüler.
Halit Çelenk ve Şekibe Çelenk de onlardandır.
Çelenk’ler partiden ihraç edilmiş olmalarına rağmen insan hakları ve sosyalizm mücadelesini aynı kararlılıkla sürdürdükleri gibi, bu mücadele nedeniyle tutuklanan, ağır ceza ya da sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanan tüm devrimcilerin savunmalarını da hiçbir eğilim farkı gözetmeksizin büyük bir özveriyle üstlendiler.
Halit Çelenk, bu tavrını yine ‘Türkiye İşçi Partisi’nde İç Demokrasi’ adlı kitabında şöyle özetliyor:
“Savunduğum ve davalarını izlediğim bu çok sayıda insanla ilgili anılarımın kimi bölümlerini daha önce yayınlanan kitaplarımda anlatmış bulunuyorum. Bu konuda okuyucuya ara başlıklar halinde bir bilgi verebilmek için sadece adları ile kimi örnekler vermek istiyorum:
“1. 15-16 Haziran olaylarında Kemal Türkler ve arkadaşları ve işçilerle gençler hakkında İstanbul sıkıyönetim askeri mahkemelerinde açılan davalar.
“2. Commer davası adıyla anılan ve Vietnam Kasabı olarak ünlü Amerika’nın Ankara büyükelçisinin Orta Doğu Teknik Üniversitesinde arabasının yakılması davası. (Taylan Özgür, İbrahim Seven, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve arkadaşları)
“3. THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) davası. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve arkadaşları davası.
“4. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) Genel Başkan Fakir Baykurt ve arkadaşları hakkında açılan dava.
“5. DEV GENÇ davası.
“6. Başta Genel Başkan Gültekin Gazioğlu olmak üzere TÖB-DER ve yöneticileri hakkında açılan dava.
“7. TKP davası, DİSK davası, Barış davası (Bu davada önce savunman sonra sanık olmuştum), TSİP (Türkiye Sosyalist İşçi Partisi) davası (Çağatay Anadol ve arkadaşları). 66 Subay davası, TBKP davası (Nihat Sargın, Nabi Yağcı yani Haydar Kutlu ve arkadaşları).
“8. Ana DEV-YOL davası (Oğuzhan Müftüoğlu ve arkadaşları).
“Ayrıca Türkiye İşçi Partisi, KÖYKOP, Halkevleri, Türkiye Yazarlar Sendikası (Aziz Nesin, Vedat Türkali, Adnan Özyalçıner, Asım Bezirci, Kemal Sülker ve arkadaşları), Nâzım Hikmet’in hemşiresi Samiye Yaltırım adına avukat arkadaşlarım Metin Şekercioğlu, Atilla Coşkun, Bilgin İnanç ile birlikte büyük Türk şairi Nâzım Hikmet’e hakaret eden milletvekili Mustafa Taşar hakkında açtığımız hakaret ve tazminat davaları, İHD (İnsan Hakları Derneği) hakkında açılan davalar, Yeşilyurt köyünde muhtara ve köylülere işkence yaparak bok yediren binbaşı hakkında açılan davada birçok savunman arkadaşımla birlikte müdahil olarak izlediğimiz dava, Alpaslan Türkeş ve arkadaşları hakkında açılan davada öldürülenlerin ailelerinin müdahil olarak savunmanlığı.
“Ve yine kişi olarak savunmalarını yaptığımız ve katıldığımız Muzaffer İlhan Erdost, Süleyman Ege, Vahap Erdoğdu, Akın Birdal, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal, Sadun Aren, Hüsnü Öndül, M. Emin Değer, Erbil Tuşalp, Talip Apaydın, Remzi İnanç haklarında açılan davalar, 12 Mart döneminde İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un kaçırılması olayında, birçok bilim insanı, sanatçı, yazar, sendikacı ve öğrenci ile birlikte Ankara Yıldırım Bölgede bir ay gözaltına alınmamız, yazdığımız yazılardan ötürü gece yarılarında DAL’ın (Ankara’nın ünlü işkence yeri) başındaki baş komiser tarafından evimizden alınarak DAL’a götürülmemiz ve hakkımızda TCY’nin 141142. maddelerine göre dava açılması, Deniz Gezmiş ve arkadaşları davasında askeri savcıya hakaret iddiası ile on bir avukat arkadaşımla birlikte hakkımızda açılan dava ve verilen mahkûmiyet kararı. (Niyazi Ağırnaslı, Orhan İzzet Kök, Erşen Şansal, Refik Ergün, Mükerrem Erdoğan, Zeki Oruç Erel, Halit Çelenk, vb.)
“Aziz Nesin’in öncülüğünde hazırlanan, benim de yazı kurulunda görev yaptığım Aydınlar Dilekçesi ile ilgili, benim de içinde bulunduğum kırk yedi kişi hakkında sıkıyönetim askeri mahkemesinde açılan dava ve yine Aziz Nesin’in girişimiyle hazırlanan ve çalışmalarına katıldığımız Emek ve Hak Dilekçesi, Anayasa Kurultayı ve benzeri dava ve çalışmaları burada anımsatmakta yarar görüyorum.”
Halit Çelenk’in bizim sürgündeki direniş mücadelemize büyük desteği
12 Mart 1971 darbesi bizi siyasal göçe zorladığında, Türkiye’deki faşizan baskıları dünya kamuoyuna duyurabilmek için yurt dışında Demokratik Direniş Hareketi’ni kurmuştuk. Türkiye’den gizlice gönderilen işkence belgelerini, mahkeme tutanaklarını, tanıklıkları yabancı dillere çevirerek Avrupa Konseyi’ne, Avrupa Parlamentosu’na, insan hakları kuruluşlarına ve basına iletiyorduk. Türkiye’deki büyük hukuk mücadelesinin referans ismi hep Halit Çelenk idi…
O, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarının acısını tüm devrimciler adına tek başına yaşadı.
İstanbul Adliyesi’nde Deniz Gezmiş’le son görüşmemizi anımsıyorum. Kavga arkadaşları teker teker katlediliyordu… 6. Filo ziyaretine karşı Ant’ta yazdığım bir yazıdan dolayı ağır cezada yargılanma sırası bekliyordum. Bir ihbar üzerine yakalanan Deniz’i mevcutlu getirmişlerdi. Ayaküstü kısaca konuşabildik. “Beni de yaşatmayacaklar,” diyordu. Gözlerinde hüzün, dudaklarında buruk bir gülümseme, ama dimdik…
Yaşatmadılar. Deniz’in ve yoldaşlarının yaşamda kalması için en büyük mücadeleyi Halit Çelenk verdi. Ve onları onurlu son yolculuğa da aynı büyüklükte bir metanetle uğurladı.
12 Mart Darbesi’nden sonra 1974’te kızkardeşim Çiğdem Özgüden’in İstanbul’da yayınladığı 1. THKO Davası Mahkeme Dosyası, bir yerde, Deniz Gezmiş ve arkadaşları adına Halit Çelenk ve diğer onurlu avukatlarımızın faşizme karşı verdiği hukuk mücadelesinin bir destanıdır. Bu kitaba, dijital okumaya açtığımız tüm Ant ve Yöntem yayınları gibi, İnfo-Türk’ün şu linkinden erişilebilir: https://www.info-turk.be/THKO%20Dosyasi.pdf
Binlerce devrimcinin, demokratın savunmasını üstlenen Halit Çelenk’in bu davaları nasıl bir özveri, ciddiyet ve sorumluluk duygusuyla izlediğine 90’lı yıllardaki “vatandaşlık” kavgamızda İnci ve ben bizzat tanık olduk.
12 Eylül Cuntası, bizim gibi siyasal sürgünde bulunan yüzlerce muhalifi, Vatandaşlık Yasası’nda değişiklik yaparak, özel kararnamelerle vatandaşlıktan çıkartmıştı. Bu uygulamanın iptali için Danıştay’da açtığımız dava, Milli Güvenlik Konseyi’nin ve onun hükümetinin kararları aleyhine dava açılamayacağı gerekçesiyle 1990 yılında reddedilmişti. Yoğun çalışmaları ve mücadelesi içinde kendisine yeni bir yük yüklemekten çekine çekine Halit Çelenk’le temasa geçtik.
Ant’taki yazı ve yayınlarımızdan ve de Türkiye dışındaki faaliyetlerimizden ötürü İstanbul, Ankara ve Diyarbakır adli ve askeri mahkemelerinde 30’u aşkın dava dosyası ve sıkıyönetim komutanlıklarınca hakkımızda verilmiş birçok tahdit kararı vardı. Halit Çelenk, hiç tereddüt etmeden talebimizi kabul etti. Aylarca ileri yaşında Ankara, İstanbul ve Diyarbakır arasında mekik dokuyarak, tüm bu dosyaları tek tek gün ışığına çıkardı.
Nasıl uğraştığına örnek olsun diye, 23 Mayıs 1992 tarihli mektubundan şu satırları alıyorum: “İstanbul Birinci Ordu, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı, İstanbul 3 numaralı sıkıyönetim askeri mahkemesi ve İstanbul Sıkıyönetim askeri savcılıkları tarafından konulan tahditler birçok başvurular, gidip gelmeler, izlemeler sonunda kaldırıldı. İstanbul C. Savcılığı’nın tahdidinin kaldırılması için yeniden İstanbul’a gittim… Sultan Ahmet dosya mahzenine indik… İstanbul’da bu araştırmayı yaparken bir yeni tahdit çıktı. O da İçişleri Bakanlığı’nın 26.11.1988 günlü tahdit yazısı, şimdi bunun için de İçişleri Bakanlığı’na başvuruyorum.”
Bizlerin vatandaşlıktan atılmamıza neden olan yasanın kaldırılmasından sonra, Türkiye’ye dönmemiz halinde tüm bu dâva dosyalarından ötürü başımızın derde girmeyeceğine dair Dışişleri Bakanlığı’ndan yazılı güvence istedik.
Bunun yanıtını alabilmek için de Halit Çelenk aylarca uğraştı. Örneğin, 17 Mayıs 1994 tarihli mektubunda şöyle diyordu:
“Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin Bey’le görüşmek için randevu istedim, yazdırdım, bekliyorum… Burada uygulamalar ilkel. Bu sürüyor da. Ama ne yaparsınız, burada yaşadıkça bunlarla mücadele etmek zorunda kalıyorsunuz…”
Aradan yıllar geçti. Hikmet Çetin bize bir yanıt vermeden bakanlıktan düştü, ondan sonra Mümtaz Soysal’lar, İsmail Cem’ler geldi geçti, ama bizim dilekçelerimize hiçbir yanıt gelmedi. İnci’yle ben hâlâ siyasal sürgündeyiz…
Halit Çelenk’in dediği gibi ilkellikler hâlâ sürüyor. Bu nedenledir ki, Türkiye’de Halit Çelenk’i kucaklayıp, gerek bizim için, gerekse tüm devrimci ve demokratlar için insanüstü uğraşlarından ötürü kendisine bizzat teşekkür edemedim.
5 Mayıs 2016’da Ankara’da yapılan Halit Çelenk Hukuk Ödülleri törenine kızı, değerli mücadele arkadaşımız Serpil Çelenk Güvenç aracılığıyla bir mesaj göndererek teşekkür görevimi yerine getirmeye çalıştım… O mesajda kullandığım ifadeyi tekrarlayarak sevgili Halit Çelenk ve Şekibe Çelenk’i saygıyla anıyorum:
“İlkelliklere rağmen yılmayan, adalet ve demokrasi mücadelesinden asla ödün vermeyen müstesna hukukçular, ebedi-ezeli militanlar… Sizlere saygı, sizlere sevgi…”
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***