Erdoğan’ın şu an ilk gündeminin en geç bir yıl sonra gerçekleşecek genel seçimler olduğuna kuşku yoktur. Bu itibarla aldığı her kritik karar, bu seçimlere yönelik yaklaşımına ilişkin bize bir fikir vermektedir. Gezi davası ve Kaftancıoğlu kararları ile Erdoğan’ın Türkiye’deki sığınmacıları sahiplenen açıklamasının da böyle değerlendirilmeleri icap eder.
Gezi davasında Erdoğan’ın Batı’yla ilişkileri yeniden düzeltme fırsatını heba etme pahasına neden öyle bir karar aldırdığını anlamlandırmaya çalışırken bunun seçim sathı mailinde muhaliflere bir gözdağı olduğunu, “artan otoriterliğe ve seçimlerdeki muhtemel usülsüzlük/hilelere karşı sokaklara dökülürseniz hepinizi içeri tıkarım” tehdidi taşıdığını söylemiştik. Bu kararın “mürekkebi kuramadan” Kaftancıoğlu’nun siyasi yasaklı hale gelecek şekilde Yargıtay’da cezasının onanması Erdoğan’ın kendisine seçim yenilgisi yaşatmaya cüret etmiş siyasetçilere yönelik açık bir tehditidir. Selahattin Demirtaş’ın hala hapiste tutuluyor olması bazılarının gözlerini yıldırmak için yeterli olmamışsa, AKP lideri bu “yanlış” algılamalarını değiştirmeleri için kendilerini uyarmaktadır. Bu hamle, Erdoğan’ın 2023 seçim kampanyasını İmamoğlu’nu görevden alarak başlatacağına dair (bir başka yazıda ayrıntılarıyla ele aldığım) ihtimalin yüksek olduğunu göstermektedir.
Öte yandan Erdoğan’ın mültecileri/göçmenleri sahiplenmesini “alicenaplığıyla” açıklamanın yanlış olacağını, AKP liderinin bu tür kritik meselelerde mutlaka bazı siyasi hedefleri gözeterek kararlarını aldığını, bunların neler olabileceği üzerinde durmak gerektiğini belirtmiştim. Bu hedeflerden birinin Kılıçdaroğlu’nun da kaydettiği üzere, vatandaşlığa geçmiş yabancıların oyunu almak olabileceğine değinmiştim. Bu durumdaki Türk vatandaşlarının sayısı bilinmemekle birlikte başa baş geçecek bir seçimde sonuca etki edecek büyüklüğe ulaşmış olabilir.
Ekonomik krizin derinleşmesi Erdoğan’ın önüne gelen anketleri gördükçe seçime ilişkin endişelerinin de artması demek. Bir yıl içinde Türk ekonomisinin “mücizevi” bir şekilde toparlanması beklenmediğinden AKP liderinin seçim akşamı yürüteceği hassas operasyonlar üzerinde de şimdiden uzun uzadıya duruyor olması muhtemeldir. 2017’de başkanlık rejimini getiren anayasa referandumu sırasında Yüksek Seçim Kurulu’nun seçim günü oylama devam ederken sandık kurulu mührü taşımayan oy pusulası ve zarfları geçerli hale getirme kararı alması, 2018’deki cumhurbaşkanlığı seçiminde Muharrem İnce’nin seçim akşamı birdenbire ortadan kaybolması gibi gelişmelerin önceden inceden inceye planlanmış olduğunu, Erdoğan’ın işini ne son güne, ne de şansa bırakmadığını bilmek gerekir.
Bu itibarla Erdoğan seçim akşamı “Atı alıp Üsküdar’ı nasıl geçeceği” üzerinde şimdiden kafa yormaya başlamıştır. “Tek Adam rejiminde” gelinen aşamada seçim gününün kritik kurumları olan Yüksek Seçim Kurulu ve Anadolu Ajansı üzerindeki saray hakimiyeti “bir talimatına kimsenin hayır diyemeyeceği” seviyededir. Güvenlik güçlerinde yaptığı tasfiye ve kadrolaşma AKP liderine seçimleri hem sopalı halde düzenleme, hem de sonuçlarıyla oynama imkan ve kabiliyetini vermektedir, hukuka açıkça aykırı olsa da Erdoğan’ın bu imkan ve kabiliyetleri kullanmaktan kaçınacağını veya sonuna kadar kullanmayacağını sananlar bir “hayal aleminde” yaşıyor olmalılardır. Bu kadar suça, yolsuzluğa bulaşmış, anayasayı defalarca açıkça ihlal etmiş bir otokratın seçim yenilgisini kabullenerek koltuğunu terk edeceğini sananlar büyük bir yanılgı içerisindedir.
Seçim akşamı saraydan YSK ve AA’ya “şöyle açıklamalarda bulunacaksınız, şöyle haberler yayınlayacaksınız, veri akışını keseceksiniz”, güvenlik güçlerine “şu seçim merkezlerine giderek oradaki vatandaşları dağıtacaksınız” talimatları gittiğinde bunların yerine getirilmeyeceğini sanmak naiflik olur. Fakat Erdoğan’ı endişelendiren asıl husus muhtemelen başkadır: Sandıklardan gelen verilerle, AA’nın verdiği veriler arasındaki farklılaşmadan dolayı halkın tepki göstererek sokaklara dökülmesidir. Bilimsel araştırmalar, Erdoğan’ın daha önceki seçimlerde “hileyle” kapattığı farkın yüzde 2-3 civarında olabileceğini göstermektedir. Oysa şu anki anketler AKP liderinin ilk turda galibiyetini ilan edebilmek için hile oranını bunun belki üç katına kadar çıkarması gerekeceği anlamına gelmektedir. İkinci kez düzenlenen İstanbul belediyesi seçimlerinde “atı alanın Beşiktaş’ta mahsur kalmasının” ana nedenleri muhalefetin sandıkları boş bırakmaması kadar, farkın yüzde 10’un üzerine çıkmasıyla iktidarın seçim çalmak için yürüttüğü mekanizmaların işlemez hale gelmesidir. Anketlerde potansiyel cumhurbaşkanı adaylarının şu an Erdoğan’a atmış olduğu fark, AKP liderinin içini seçim günü işlerin kontrolden çıkabileceği kaygısıyla dolduracak kadar yüksek bir orandır.
Erdoğan’ın bu tür durumlarda uyguladığı taktik, kendi yapacağı “darbeyi” muhalefetin yaptığını iddia etmek, bu çerçevede bir senaryo yazmak ve kendisini özellikle sağ taban nezdinde bir mağdur olarak ortaya çıkarmaktır. Seçimlere göstere göstere el koymaya çalışması halinde halkın buna nasıl tepki gösterdiğini İstanbul seçimlerinde yediği tokatla iyice anlamıştır. O yüzden Erdoğan seçim günü “hile yapmadığını” iddia ederek savunma pozisyonunda kalmak yerine, “muhalefetin halk protestolarıyla seçimleri çalmaya çalıştığı, kendisinin millet iradesini koruduğu, darbecilerin en ağır şekilde cezalandırılacağı” gibi söylemlerle saldırgan konuma geçecektir. Erdoğan “Biz seçimi açık ara kazandık, bunu zaten YSK, AA da ilan etti, muhalefet seçimi bizden çalmak istiyor, halkımızı sokaklara davet ediyorum” gibi bir yaklaşım geliştirebilir.
Diğer yandan Erdoğan’ın böyle bir senaryo yerine 2017 referandumu ve 2018 seçimlerinde olduğu gibi muhalefet partilerinin yönetimindeki güçlü ulusalcı kesimlerle ittifakı sayesinde “ortalığı fazla karıştırmadan” seçim sonuçlarını belirlemeyi evveliyetle tercih edeceğini de unutmamak gerekir. Bu “A planının” başarıya ulaşması için AKP liderinin seçimde karşısında aday olarak CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu görmek istediğinden pek şüphe yoktur. Bu isteğinin gerçekleşmesi halinde zaten seçim günü işler kendisi için epeyce kolaylaşmış olacaktır. Fakat o konuda CHP’nin net bir mesaj vermekten kaçınması ve adayın kim olacağının ilanını son ana kadar geciktireceğini duyurması Erdoğan’ı “B (darbe) planı” üzerinde daha fazla durarak agresifleşmeye itiyor gözükmektedir. “A planının” devreye sokulabilmesi halinde Erdoğan totaliterliğe fazla kaymadan ve belki HDP’yi de kapatmasına gerek kalmadan seçimi kazanabilecektir. Oysa “B planında” belki İmamoğlu hamlesi de yeterli olmayacak, seçim öncesinde HDP’yi de kapatması gerekecektir.
AKP liderinin kafasını kemiren diğer bir soru da şu olmalıdır: Ekonomik krizin giderek derinleştiği bir ortamda AKP seçmeninin kahir ekseriyeti acaba Erdoğan’ı kurtarmak için “sokaklara dökülme” çağrısına ne derece icabet eder? Eğer AKP lideri önündeki anketlerdeki karamsar manzara nedeniyle bu sorunun cevabından da emin değilse, kendisine “ölesiyle bağlı”, Erdoğan’ın seçimi kaybetmesi halinde ülkeden atılabileceklerini düşünen milyonlarca insanın varlığının ve bu insanların yönlendirilmesi için SADAT gibi paramiliter örgütlenmelerin onun için önemi daha da artmaktadır.
CHP ve İYİP içindeki etkili ulusalcı kesimlerin, Erdoğan’ın kroşelerinden ona sarılarak kurtulma yanlısı olduğu anlaşılmaktadır. Gelmekte olan “ekonomik kasırga” karşısında Erdoğan rejiminin ayakta kalabileceğini sananlar yanılmaktadır. Bu muhalefet partileri ulusalcı seslere kulak verip yine Erdoğan’la örtülü işbirliklerine girerek durumu “idare etmeye” çalışmaları halinde AKP lideriyle birlikte siyaset sahnesinden tamamen silineceklerdir. Kılıçdaroğlu’nun SADAT’ın önüne giderek Erdoğan’ın paramiliter örgütlenmesini kamuoyunun gündemine getirmesi olumlu bir gelişmedir. Bu gelişmenin kendisinin aday olmamasıyla taçlanması, söz konusu örtülü ittifakın artık bozulduğunu gösterecek asıl işaret olacaktır. Ulusalcı medyada Kılıçdaroğlu’nun adaylığına yönelik yapılan yayınlar, Erdoğan’ın bu doğrultuda müttefiklerini sıkıştırdığını göstermektedir.
Erdoğan’ın ne yapacağı artık iyice açığa çıkmıştır: Türkiye önümüzdeki yıl otoriterlikten totaliterliğe geçişinin tamamlandığı bir süreç yaşayacaktır. Buna karşı muhalefetin nasıl bir tepki geliştireceği ise henüz belli değildir. Muhalefetin Erdoğan’ın kroşeleriyle ağır darbeler almaktan korkmayarak AKP sonrası dönemde hayatiyetini koruma çabasına girmekten kaçınması halinde 2023 seçimlerinde yaşayacağı mağlubiyeti tabanına anlatabilmesi zor olacaktır. Muhalefet kendisini aldatmadan, önünde iki tercih bulunduğunun farkında olmalıdır: Rahat bir ölüm veya büyük bedeller ödeme pahasına kazanılacak bir zafer. 2023 seçimlerinde de yenilmeleri halinde muhalefet partileri, AKP sonrası dönemde hayatiyetini sürdüremeyeceklerdir. Erdoğan’ın kendi kendini imhasının son anını, onunla kurulan örtülü ittifaklar sayesinde elde edilen konforlu konumlarda bekleyerek devleti yeniden ele geçirebileceklerine dair boş zanda ısrar etmeleri, muhalefete ancak “rahat bir ölüm” temin edecektir.
- Ömer Murat, Dış Politika Uzmanı ve Eski Diplomat
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***