Altılı koalisyonun mutabakat metni, açıkça anlaşılacağı üzere öncelikle iki ana hedef gözetiyor:
Birincisi zaten iktidardaki ittifaka karşı bir ittifak olarak, yani doğası gereği Erdoğan’ı sandıkta yenerek bu dönemin kapatılması ikincisi ise (birinci başarılırsa şayet sonrası için) benzeri nitelikteki tek parti giderek tek adam rejimlerinin yolunu kapatmak. Bu amaca uygun olarak metin, mevcut yönetim biçimini (cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi) krizin kaynağı olarak tanımlıyor, yerine parlamenter sistemin güçlendirilerek ihyasını öneriyor.
Bunu yapmak için siyaseti çoğulcu biçimde yeniden kurgulamayı ve hukukun üstünlüğünü tesis etme çifte vaadini ortaya koyuyor. AB perspektifi de mutabakatın sınırlarının ölçüsünü belirliyor, yani birliğin temel hak ve özgürlüklere ilişkin ölçütlerinin esas alındığı ilan ediliyor. Devletin işleyişinin demokrasiye uyumu açısından en çok vurgu yapılan nokta ise “liyakat” kelimesiyle ifadesini buluyor; yani kamu yönetiminde partizanlığa son verme taahhüdü. Özetle, standart burjuva demokrasisi vaadinden oluşuyor metin.
REFERANDUM GİBİ SEÇİM
Altılı koalisyon ilan ettiği metinle, resmi takvime göre en geç 2023 yazında yapılacak seçimi bir rejim oylamasına dönüştürmek istediğini de ilan etmiş oldu. Erdoğan ve Bahçeli’nin, emirlerinde tuttukları medyaşörlerin de katılımıyla mutabakata, mutabakatın ortaklarına, ilan edilen metne ağızlarına geleni söylemeleri, seçimin rejim oylamasına dönüşeceğini bilmelerinden kaynaklanıyor. Fakat iktidar blokunun iki liderinin hem söyledikleri hem de söyleme üslupları, seçimin referanduma dönüşme ihtimalinden hiç de şikayetçi olmadıkları, aksine bunu arzuladıkları izlenimini veriyor: Çünkü mesele soyut rejim tartışması eksenine oturursa yani bir tür tek başlıklı halk oylaması havasına bürünürse siyasi ambarlarında sahaya sürecekleri birkaç silah var: İşte vesayet, bölücülük, geri gitme, HDP’ye prim, PKK’ye yardım yataklık…
İktidar, metnin en güçlü ve temel eleştirilerini içeren “tek adam”lık, hukukun tasfiyesi, adaletsizlik, toplumda ve doğada tahribat, bürokratik yansızlığın tarih olması, güçler ayrılığının çöpe atılması, partizanlık filan gibi meselelerdeki argümanlara cevap vermeye hiç yeltenmeden sürekli HDP’nin gizli ortak olduğu, masanın altında olduğu ya da metnin HDP’nin etkisiyle oluşturulduğunu söylemeye yöneliyor. Çünkü seçim “rejim referandumu” karakteriyle sınırlı kalırsa, iktidarın ambarında kullanabileceği cephanelikte hazır laflar bunlar.
Somut sorunlara hazır klişelerle cevap verme yöntemi iktidarın bugüne kadar yönettiği bütün halk oylaması süreçlerinin temel özelliğiydi. Tek adam rejimlerinin halk oylaması sevdası tarihten bilinen bir şey zaten, plebisiter diktatörlük tanımı bu bilginin ürünü. Seçimi halk oylamasına çevirmek iktidarın önündeki tek çıkış noktası esasen, çünkü artık ne iyi işlediğini öne süreceği sağlık sistemi, ne artan zenginlik, ne umut vaat eden eğitim sistemi söz konusu; baştan itibaren seçilen politikalar yoksulluğu, yoksunluğu, adaletsizliği ve sınıfsal uçurumları öyle bir derinleştirdi ki buna bir de pandemi eklenince iktidarın elinde koz olarak bölünme tehlikesini dile getirmekten yani Kürt fobisinden başka bir şey kalmadı.
YAZILAN DEĞİL YAZILMAYANLAR KRİTİK
Seçimin sadece rejim referandumuyla sınırlı kalmaması ise metindeki eksikliklerin seçime kadar nasıl doldurulacağıyla bağlantılı esasen. Şimdi gelelim metindeki eksikliklere:
Elbette bir prensip uzlaşmasının ürünü olan ve ilkelerin ötesine geçerek ayrıntılara girmeyi pek mümkün kılmayan bir metinde eksiklerin peşine düşmek pek anlamlı görünmeyebilir. Yine de, mutabakatın kendisinin son derece kritik bir başarı olduğunu tekraren dile getirdikten sonra, bazı eksikliklere dikkat çekmekte fayda var çünkü seçim meydanlarında bu noktalara ilişkin alınacak tutumlar metnin kendisinden daha belirleyici olacak.
Metnin “darbe ürünü” olarak tanımladığı iki (1961 ve 1982) anayasada da yer alan Milli Güvenlik Kurulu ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan hiçbir biçimde söz edilmemesi, sadece “burada prensipler var o yüzden” denilerek geçiştirilecek gibi değil. Çünkü 1961 Anayasası nedeniyle getirilen “vesayet” eleştirisi ile metinde mutabık kalınmış görünen laiklik meselesi bu iki kuruma dair tutumla gerçek anlamını bulabilir.
LAİKLİK BAŞKA GÜZEL SÖZ BAŞKA
Laiklik meselesi aslında metinde özel bir paragrafta anılıyor:
“1.2. Din ve Vicdan Özgürlüğü
Din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alan demokratik laik hukuk devleti çoğulcu toplum düzeninin temelidir. Herkesin inancına, kanaatine ve yaşam tarzına saygı duyulduğu, kişilerin din, inanç ve yaşam tarzı fark etmeksizin özgürce yaşadığı, herkesin kendi kimliğiyle ve kendisi olarak eşit şekilde toplumsal, kamusal ve siyasal yaşama katıldığı bir sistem inşa edilecektir.”
Okuyunca kötü bir formül gibi görünmüyor fakat buraya ne yazarsanız yazın, hem şimdiki hem de önceki anayasalarda olduğu gibi “laiklik” bahsinde ne yazarsanız yazın, Diyanet İşleri Başkanlığı orada durdukça yazılanlar sadece güzel ifadeler olarak kalır.
Diyanet’ten ya da MGK’den hiç söz etmeyen metin, örneğin YÖK’ten kolayca söz edebiliyor, yani mesele sadece “burada prensipler var ayrıntıya girmedik” denilerek geçiştirilecek gibi değil. Diyanet İşleri Başkanlığı konusundaki zorluk anlaşılabilir: Üç Milli Görüş partisi ve bir milliyetçi-ırkçı partinin bulunduğu bir koalisyonda Diyanet İşleri Başkanlığı konusunda demokratik tasarruf umuduna kapılmak zaten kolay değil, üstelik Diyanet’in “siyasal İslamcı” bir tarihten değil koalisyonun büyük ortağı CHP’nin sahiplendiği “Kemalist inkılaplar” tarihinden gelmesi işi daha da zorlaştırıyor. Türkiye’de laiklik meselesinin sadece din-devlet işlerinin ayrılması, az dindarlık, çok dindarlık ya da inançsızlık gibi soyut kategorilerle ilgili olmadığı, (başta Aleviler olmak üzere ama elbette inançlı Sünniler de dahil) çok önemli nüfus kesimlerinin günlük yaşamlarını ve kaderlerini doğrudan ilgilendirdiği düşünülürse altı partinin Diyanet hakkında uzlaşmasındaki zorluk daha da iyi anlaşılır.
Anlaşılan bu mesele seçime kadar sadece Alevilerden yüksek oy alma potansiyeline sahip CHP’nin performansına terk edilmiş durumda ki o performansın da “ortakları üzmeme” baskısıyla belirleneceğini söylemek kehanet olmaz.
Koalisyon metninde hiç yer almamasıyla öne çıkan meselelerden biri de emek konusu, ama onu bir sonraki yazıya bırakalım. Çünkü öyle bir değinilerek geçilmeyecek kadar hayati bir mesele bu, tam aksine metindeki hak ve özgürlüklerin, eşitliğin, ekoloji bahsinin, demokratik toplum meselesinin tamamını temelden etkileyen bir mesele.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***