AKP-MHP koalisyonu 1983 tarihli (Kenan Evren kanunu) Milletvekili Seçim Kanununda değişiklikler içeren paketi TBMM’ye sundu; önümüzdeki günlerde Meclis’in ilgili komisyonunda ve genel kurulda bu değişiklikler görüşülecek ve anlaşılan bu günlerde bizler de başka hayati konuların yanında bu konuyu da hep ön planda tutacağız.
Bu konuda ilk söyleyeceğim şey şu: Tüm kanunlarda, konu ne olursa olsun, kamu yararı kavramı önde tutulmalı.
Kamu yararı kavramının tanımının çok zor olduğunu çok iyi bilirim ama meseleye mevhum-u muhalifinden yani biraz tersinden bakılırsa kamu yararı kavramına ilişkin tanım zorluğunu aşmak kolaylaşıyor.
Kanunun kamu yararı içerip içermediğini saptamak zordur da özel yarar içerdiğini saptamak hiç zor değildir.
İçinde aşikar özel yarar taşıyan yasaların TBMM’den geçmemesi TBMM’nin prestiji açısından çok önemlidir, hadi geçtiler, Anayasa Mahkemesinde mutlaka iptal edilmelidirler.
Karar gazetesinde Sayın Taha Akyol Anayasa Mahkemesi (AYM) için şöyle bir değerlendirme yapmıştır bugün, doğru bir değerlendirmedir ama çok üzücüdür: “AYM’nin üye kompozisyonu “hak eksenli” hukuk anlayışından “otoritenin takdir yetkisi” anlayışına doğru değişmekte olduğu için emin değilim.”
Sayın Akyol’un emin olmadığı konu AYM çoğunluğunun bu seçim kanunu değişikliği için alması gereken hukuki pozisyondur.
Dün itibariyle TBMM’ye sunulan yasa tasarısının kamu yararından ziyade özel yarar içerdiği görülmektedir, bu yanıyla kamu yararının ikinci planda kaldığı da aşikardır.
Özel yarar kavramını ise özel (Erdoğan) ve tüzel kişilerin (AKP, MHP) yararı anlamına kullanıyorum, bu durum hukuken ve siyaseten teknik anlamda, etik anlamda kabul edilemez.
Basında bugün Özer Sencar’ın da bir değerlendirmesini okudum, siyaseten yasa yapma sürecinin tamamen özel ve tüzel yarara dönüştüğünün çok iyi bir örneğini vermektedir.
Anayasanın 67. Maddesinde (seçme, seçilme ve siyasal faaliyette bulunma hakları) matematiğe meraklı biri olarak çok beğendiğim bir ifade vardır: “Seçim kanunları temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak bir biçimde düzenlenir.”
Bu madde iki önemli hedef, adalet ve istikrar arasında bir optimizasyon arayışıdır.
Ancak, istikrar feda edilerek temsilde adalet sağlanır ama tersi doğru değildir, adaletten vazgeçerseniz istikrarlı yönetim tanımlanamaz bile.
AKP-MHP koalisyonunun getirdiği seçim kanunu değişikliklerinin hukuki olabilmesi için kanımca hem kamu yararı içermesi hem de bir biçimde anayasal ilkeler olan temsilde adalet ve yönetimde istikrar hedeflerine, ikisine de beraberce, hizmet etmesi şarttır.
Görünen manzarada ise durum hiç de böyle değildir.
AKP ve Erdoğan seçimle gitmemek için hem yasal ve hukuki hem de yasal olmayan tüm yolları zorlayacaklardır.
Bu seçim kanunu değişiklik çabası bu çabaların pek de hukuki olmayan bir örneğidir.
Batı orijinli siyaset bilimi demokrasiyi muhalefetin varlığı ile tanımlar.
Erdoğan örneği ise benim aklıma muhalefet üzerinden değil iktidar üzerinden başka bir demokrasi tanımı daha getirmektedir: İktidarın iktidarı bırakabilecek kadar suç işlememiş olması; bu da bizim siyaset bilimine bir katkımız oluversin.
Bu kadar suç işlerseniz artık iktidarı seçimle bırakmak zorlaşır.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***