YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK
2016 yılının meş’um 15 Temmuz günü sonrasında ortaya çıkan vahşi tablo nedeniyle, zorunlu olarak, çoğu insan gibi ülkemizi terk etmek zorunda kaldık. Bizler için artık yeni yıl, zulmün bittiği ve yeniden ülkemize dönerek eşimize dostumuza kavuştuğumuz günün habercisi demekti. Ancak, önceki yıllarda olduğu gibi ne yazık ki 2021 senesinde de zulümler, hukuksuzluklar, vicdansızlıklar devam etti ve eşimize dostumuza kavuşmamız bir sonraki yıla kaldı. Bu durum elbette bizlerin umudunu ve motivasyonunu düşürüyor. İşte tam da bu aşamada, motivasyonumuzun düştüğü, ümidimizin tükendiği, gücümüzün bittiği esnada toparlanmaya ihtiyacımızın olduğu fark edip hadi arkadaşlar toparlanalım demeliyiz.
Evet, 17 Aralık 2013’ten, özellikle de 15 Temmuz 2016’dan sonra hayatımızın akışı değişti. Çok büyük travmalar yaşandı, yaşanıyor. On binlerce insan, ülkemiz yaşanılamaz bir hale gelince yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Sığınma, barınma derken pek çok insan kişisel sorunlarına odaklanmak zorunda kaldı. Arkadaşlarımızla, meslektaşlarımızla sağlıklı bir iletişim kurmakta zorlandık. Kafalarımızın karışıklığı ve kalplerimizin sarsılmışlığı, çok büyük haksızlıklara uğramamıza rağmen gerekli reaksiyonu ortaya koymamıza engel oldu. Potansiyel birikimimiz tam olarak enerjiye dönüştürülemedi. Donanımlı insan kaynakları etkin kullanılamadı. Bunun pek çok sebebi var ve bu sorunların ortadan kalktığını söylemek de henüz mümkün görünmüyor.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Ancak, kurgu darbe girişiminin üzerinden (istihbarat operasyonu da diyebiliriz) 5 yıldan fazla bir süre geçti. Darbeye ilişkin aydınlatılması gereken karanlık noktalar azalmadığı gibi sürekli arttı. Yaşadığımız büyük haksızlıklar ve zulümler karşısında üzülüp kahrolmak tek başına dertlerimize çözüm olmadı. Yapılması gereken halen önemli işler var.
Diğer yandan, olaylar ve gelişmeler karşısında herkesten aynı reaksiyonu göstermesini beklemek gerçekçi olmadığı gibi aksiyonerlerden de aynı derecede performans sergilemesini istemenin hayatın olağan akışına uygun olmadığını yaşayarak öğrenmiş olduk. Zaten öyle olsaydı, herkes birbirinin kopyası olur ve çeşitlilik olmazdı. Kabiliyetler inkişaf etmez, belki en önemlisi de iyi-kötü, çalışkan-tembel, sağlam-çürük ayırt edilemezdi.
Halen dünyanın değişik yerlerine dağılmış nitelikli insanların arkalarında bıraktığı, haksızlıklar ve adaletsizlikler karşısında eli kolu bağlı ve kendileri için bir şeyler yapılmasını bekleyen büyük bir kitle var. Zulümden kaçarak kurtulabilenlerin ise bu kitleye karşı vefa borcu ve sorumluluğu devam ediyor.
Herkese ulaşmanın ve herkesten donanımına göre istifade etmenin kolay olmadığını, pratikte bunun bir karşılığı bulunmadığını biliyoruz. Ancak, “Bir şeyi bütünüyle elde edememek, o şeyi bütünüyle terk etmeyi gerektirmez” prensibinden hareketle, “Biz ne yapabiliriz? Hukuksuzluklardan ülkemizi nasıl kurtarabiliriz? Zulme uğrayan, hukuksuzlukların muhatabı mağdurlara nasıl yardım edebiliriz?” gibi soruların cevabı için mücadele edeceklerle birlikte, bir kez daha “Toparlanın, gitmiyoruz!” diyoruz, diyelim.
Yapılması gereken çalışmalar var. Az veya çok, küçük veya büyük, önemli veya önemsiz bir şeyler yapılması gerektiği de malum. Devleti babasının çiftliği sanan oligarşik yapının ve yargı eliyle insanlara zulmedenlerin ipliğini pazara çıkarmak ve bugün olmasa da bir gün mutlaka yerel ve uluslararası yargı önünde hesap vermelerini sağlamak da ayrıca boynumuzun borcu olarak duruyor.
“Neden ülkenizde hukuk mücadelesi vermediniz? Neden vatanınızdan ayrılmayı tercih ettiniz?” diye iyi niyetle soran yabancı dostlarımıza önce acı bir tebessüm ediyor sonra da anlatmaya başlıyor ve diyoruz ki; “Bizler, hiçbir suç işlemedik. Ancak suç işleyenler suçüstü yakalandığı için, bizleri suçlu ilan ettiler… Her şeyiyle kontrol ettikleri medyanın ve devlet mekanizmalarının tüm gücüyle kendilerine muhalif gördükleri her bireyi, günah keçisi haline getirdikleri bir grupla irtibatlı ve iltisaklı göstererek ‘Vatan Haini’, ‘Terörist’ gibi en ağır ithamlarla, savunma hakkı vermeden, yargılamadan önce işlerinden attılar, sonra da hapislere attılar. Oluşturdukları nefret söylemi nedeniyle de güvenli bir şekilde mücadele etmek bir yana mahkemeler önünde özgürce savunma yapma hakkımızı bile yok ettiler. Meğer kendilerine muhalif olabilecek, hukuksuzluklarına dur diyebilecek kişileri yıllardır fişliyorlarmış. 15 Temmuz darbe operasyonu gecesi, 3 bin civarında hakim ve savcıyı derhal görevden almaları ve tutuklamaya başlamaları sonrasında da bunun en büyük delili. Rejim ve destekçileri, ülkemizde adil yargılanma ve hatta yaşama hakkımızı elimizden aldılar. Yanlı ve yandaş rejimin kanunsuz, hukuksuz uygulamalarından, işkencelerinden kaçarak buralara gelmek zorunda kaldık.”
Tüm bu sebeplerle bir kez daha ‘ne yapabilirim’ diyerek ilgi alanımıza giren, yapılmasını gerekli gördüğümüz çalışmaları tespit edelim ve hayata geçirmek için mücadele eden diğer kişi ve kurumlarla irtibata geçelim.
Yapılacak çalışmalarda iki ana yön bulunmalı; geriye ve ileriye dönük. Başka bir tabirle reaktif ve proaktif davranmak. Olmuş olanın zararlarını ortadan kaldırmak, azaltmak, imkan varsa tazmin edilmesini sağlamak ve öngörüyle davranıp mücadele yol ve yöntemleri geliştirmek, geleceğimizle ilgili yol haritaları ve stratejik planlar oluşturmak. Bu yüzden her bilgi, belge, görüş, yorum ve öneri değerli ve önemli.
Evrensel insan haklarına saygı, dürüstlük, özgür düşünce, hukuka bağlılık, eşitlik, adalet ve demokrasi zemininde ortak yaşamın yeniden tesis edildiği, adaletsizliğin, hukuksuzluğun, düşmanlığın, nefretin, zulümlerin son bulduğu bir yıl olması temennisi ve duasıyla…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***