Belçika’ya ilk göç ettiğimde sürekli turistik vize ile gittim geldim. Eşim vatandaş olsa da oturum almak için burada başvurduğunuz makam belediye. Türkiye’de ise özel bir şirket üzerinden uzun süreli kalış vizesi almak zorundasınız.
E uzun süreli kalış vizesi için bir insanla değil yaratılan özel şirket üzerinden koca bir bürokrasi ile boğuşuyorsunuz. Evrak eksik, fotokopi lazım, foto şöyle olacak derken 60 euro verip yaktığınız turistik vizelere bir de oturum için gereken kağıtların tercümeleri eklenince ızdırap haline geliyor.
Hatta bir noktada yanında kalacağım kişinin bana bakılabilecek kadar parası var mı yok mu soruşturması içerisinde kaynanamın tapularını istemeye kadar vardırmışlardı işi.
Nihayetinde uzun kalış vizesi almaktan vaz geçip Belçika’ya gelip buradan belediyeden oturuma başvuruyorsunuz.
Burada bürokrasi yok zannetmeyin. O koca çukur, uluslar arası bir gizi örgüt gibi.
Kucağımızda ilk oğlumuz 15 gün boyunca gittik geldik. Evrak listesi yok. Her gittiğinde başka bir bürokrata denk geliyorsun. O da başka bir evrak sorabiliyor.
“Bir de şu maddenin şu bendine göre bakalım…”
Linda’nın işi çıkıp da benim tek kaldığım bir gün. Oğlan pusette. Gişedeki adam sordu.
“Bu çocuk sizin mi?”
“Evet”
“Burada mı doğdu”
“Evet.”
“Belçikalı yani”
“Evet”
“Tamam beyfendi niye uğraştırıyorsunuz bizi. Siz oğlunuz için buradasınız, aile birleşimi değil bu. Çocuğunuz gereği süresiz oturumunuza….”
Pat 5 yıllık oturum.
Eşimi saymıyorlar yani ama çocuktan yırttık.
Sıra beklerken
Önümde 5 yıldır Belçika yasalarına göre resmî olarak yüksek maaşla çalışan bir Türkiye vatandaşı aklımdan çıkmıyor.
Dönüp ağlayarak bana, “Başvuru evraklarında fotokopi kaliteli olsun diye renkli çekmiştim. Siyah beyaz olacakmış. Yine reddettiler” diyor…
Belçikalı Hergé’nin yarattığı Ten Ten çizgi romanındaki Kaptan Haddok gibi “Hay bin kunduz”…
Bürokrasi dediğiniz bir b.k çukuru sevgili okuyucular. Bazen belediyede bazen polis merkezinde bazen de kendi küçük toplumlarımızda ortaya çıkar.
Neyse aradan yıllar geçti. Vatandaş olduk. Hepsi oğlanın sayesinde.
Belgeyi almaya belediyeye gittim. Karşımda bir doğu Avrupalı:
“Tebrikler Mösyö Nalci artık bizim için bir Türk değilsiniz”
Peh peh…
Yine Kaptan’dan alalım…
“Milyonlarca batık gemi adına”
Bürokrasi her yerde bürokrasi. Bu da ırkçı soslusu sadece…
Yine bir başka serüven. Ehliyet. Ehliyeti 18’imde almışım. İlk arabasını bana kullandıran ise Baron Hrant. (Dink)
Bir ara bomba ihbarı geldiydi de arabayı vermeyi bıraktı. (Kendi öyle demişti. Belki de sadece arabayı vermek istemedi :)
O zamandır elim direksiyona değmemiş. Şimdi gelmişim 40’ıma, ehliyet Türkiye’de kaldı. Geri gitmeye de içim razı gelmiyor. Konsolosluk desen “ehliyet işlemleri yapmıyoruz beyfendi” deyip duruyor.
E-devlet, yoh…
Emniyete email… yoh…
İlla da Türkiye’ye gelecek.
Avukat desen. “Gelme derim Aris”çi…
Al sana bürokrasi.
Ehliyet olmadan yeniden geçeyim sınavı. O zaman da 40’ına kadar ehliyet almadığım için arabanın sigortası en az 800 euro’dan başlayacak…
Kafamdaki Kaptan Haddok’lar küfür ediyor: “100 bin fırtına adına bahse girerim ki” bu iş aslında bir maile bakar ama ah bu bürokratlar…
Aynı şekilde üniversitede aldığım derslerin çıktılarını ve transkriptini de vermiyorlar…
“Bir milyon lombar adına…”
Şimdi size bunları niye mi anlattım. Çünkü aslında koca bir bürokrasi çukuru içinde yaşıyoruz.
Türkiye ile Ermenistan arasındaki uçak seferleri Atlas Jet iflas etti diye durmuştu. Şimdi iki hükümet kendileri adım atıyormuş gibi satıyor bize. O sırada uçuş izni için başvuran birçok firmanın uçması bazı bürokratların kağıtları zamanında imzalamadıkları gerekçesiyle engelleniyor…
Ama sorsan engelleyen yok. “Süreç işliyor” diyorlar.
Yahu adam at imzayı işlesin…
Ama falan kişi filan bürokrat…
Keza Sevan Nişanyan’ın Yunanistan’daki tutukluluğu.
Eşi İra bir güzel anlatmış Alin Ozinian’a ama buradan da özetlersek. Aslında iltica başvuru yapan birinin, Yunanistan vatandaşı biriyle evlendikten sonra değişen statüsünün bir bürokratik kurumdan bir diğer kuruma iletilmemesi sonrasında bazı bürokrat emniyet görevlilerinin işleri yavaştan ve tersinden alma muzipliği sonrasında yaratılan b.k çukurundan ibaret her şey.
İra, Sevan’ın durumunu anlatırken “Ben de üç sene asker kaçağıydım” diyor. Yanlışlıkla erkek yazıldığından…
Türkçe konuşan herkesin Türk sayıldığı Yunanistan’ın mültecisi bol adalarında giderek artan milliyetçiliğin de eklendiği bir bol ırkçı soslu bürokratik çıkmaz hali yaşanıyor.
Uzun süredir Kürt mültecilere adalarda yaşatılanlar zaten gündemdeydi.
Yunanca bilmediklerini bile bile kendilerine Yunanca mültecilik başvuru formu veren kamp yetkililerini yazmıştı Kürt gazeteciler.
Sırf gıcıklığından.
Sırf işleri kendi kafalarından yokuşa sürmek için.
Sanmayın ki Ermenistan’da durum farklı.
Son dönemde ortadoğuda gelen göçmenlerin yaşadıkları zorluklar daha çok görünür oldu basında.
Sanmayın ki Avrupa farklı. Anlattım yazının başında…
Ama sanmayın ki ABD farklı…
Kaçacak yerimiz yok. Irkçı soslu bürokratik b.k çukuru ile çevrili etrafımız…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***