Geçenlerde üniversite döneminden bir arkadaşım 2001 yılandaki bir anısını dizlerine vura vura hatırlatıyordu: “Bırak şiddeti, eylem bile yoktu. Daha yeni toplanmıştık. Her zaman olduğu gibi 6 Kasım’da YÖK’e karşı basın açıklaması yapacaktık. Biz açıklamayı yapmadan polis saldırınca kaçıştık. Toplandığımız yerin hemen ilerisinde, o zamanlar Ankara’daki buluşma noktası olan YKM binasının önüne yetişir yetişmez sanki birilerini bekliyormuşuz gibi yaptık ki, polis bizi almasın. Ve ne oldu biliyor musun? Oradaki sıradan insanlar bizi ittire ittire polisin önüne atıyordu. ‘Aha bunlar da onlardan’ diye bağırıyorlardı. Abi ben senin çocuğunun hakkını savunmak dışında ne yapmışım!”
Arkadaşımın başından geçen bu olay patlak veren ekonomik kriz üzerine Nisan 2001’de Ankara’da yapılan 70 bin kişilik büyük esnaf yürüyüşünden sadece yedi ay sonraydı.
Halkın sefalet içinde yaşadığı aynı dönemde YÖK’ü, F Tipi cezaevlerini, cezaevlerindeki vahşeti, Kürtlere yapılan zulmü protesto eden başkaca öğrenciler veya solcular da kaçıştıkları dükkânlardan, marketlerden, kalabalıkların içinden polisin önüne atıldı veya bizzat esnafın saldırısına uğradı.
Esnafın, “bekçi vatandaşın”, ülkenin saadeti için sokağa çıkanlara yaptıklarının korkunç görüntülerini 2013’teki Gezi protestoları sırasında çok gördük. Ve işte AKP tam da bu dönemden itibaren ezilenlerin sokağına karşı kendi “sokak örgütlenmesini” şekillendirmeye başladı.
Tayyip Erdoğan’ın Gezi sonrası, 26 Kasım 2014 günü Ankara Ticaret Odası kongre salonunda gerçekleştirilen 4. Esnaf ve Sanatkarlar Şurası’nda yaptığı “esnaf tanımı” şu sıralarda konuşulan paramilitarizasyonun yıllar önceden yapılmış ilanı gibiydi: “Bizim medeniyetimizde, milli ve medeniyet ruhumuzda esnaf ve sanatkar gerektiğinde askerdir, Alperendir, gerektiğinde vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, gerektiğinde adaleti sağlayan hakimdir, hakemdir.”
Pompalı tüfekle, palayla saldıran, gazdan boğulmak üzere olanları dükkâna almak şöyle dursun linç eden, polise ispiyonlayan, son tekmeyi atan “bekçi vatandaşın” özellikle son yıllarda iktidar tarafından çeşitli paramiliter grupların organizasyonuna alındığına, “bireysel silahlanmanın” aslında hiç de bireysel olmadığına dair sayısız haber, yayınlanmış kitap ve makale var.
Dahası, şu sıralar ırkçı, mülteci düşmanı terör örgütleri de türetilmeye başlandı. Geçenlerde sosyal medyada dolaşıma sokulan bir videoda, kendilerine Ataman Kardeşliği diyen bir çetenin, sırf Afgan olduğu için bir genci linç ettiği görülüyordu.
Söz konusu çete adına yapılan bir açıklamada “saldırı önceliği” şöyle sıralanıyor: “Etkinliklere saldırıda öncelik sıralaması: Araplar, Kürtler, Afganlar, Pakiler, Yahudiler, Zenciler, Farslar, Ermeniler, Rumlar, Çerkesler, Arnavutlar.”
En ufak bir basın açıklamasına bile yığılan ve her türlü şiddete başvurmaktan geri durmayan polis ordusu şöyle dursun, “bekçi vatandaş” ve çeteler eliyle de sokaklar, demokratik taleplerini görünür kılmak isteyenlerin elinden alınmış durumda. Somut olarak da öyle. Sokaklarda iktidar lehine ve mülteciler, Kürtler, sekülerler, LGBTİ’ler, tüm ezilenler aleyhine nümayiş yapmak dışında serbest olan tek şey, gıkını çıkarmadan yürüyüp evine gitmek.
Bu açıdan 2001’in yirmi yıl sonrasında değil, yirmi yıl öncesi, 1980 koşullarındayız. Halk açlıkla pençeleşirken, işkence sokağa taşmışken, hapishanelerden günaşırı idam, pardon ölüm haberleri gelirken, artık sağ-salim dönülebileceğinden emin olunarak çıkılabilecek bir sokak yok.
O yüzden AKP artık sokaktan korkmuyor. Çünkü orası yaşam hakkı ihlâli dahil, hangi suçu işlerse işlesin cezasızlık zırhıyla korunacağından emin militer veya paramiliter güçlerinin elinde.
Tepkilerini, taleplerini görünür kılmak isteyenleri karartılması kolay olan sokaklara çekip orada “başlarını ezmek” ve ama bu süreçten de yeni bir tehdit algılaması yaratarak baskıyı daha da artırmak, iktidar açısından kolay görünüyor. O yüzden muhalefet sokağa çıkıp çıkmamayı tartışmadan önce sokağı hangi ara, nasıl kaptırdığının muhasebesini de yapabilir ve tam da şu anda iktidarın neden kendisini sokağa çağırdığını değerlendirebilir.
Mesele sadece sokağa çıkmak değil, aynı zamanda çıkılacak olan o sokaktan sağ-salim çıkabilmek. Bu da sokağın sahibi olmayı gerektiriyorsa ve sokağın sahibi iktidarsa, muhalefet açlıkla pençeleşen kitlelere yeni bir ifade ve tepki alanı yaratmak durumunda.
Peki muhalefetin sorumluluğu toplumsal tepkiyi seçime kadar sürdürülebilir kılmak değil, toplumsal tepkiyle seçimi erkene aldırıp iktidarı değiştirmekse ve sokak bunu yapmak için tekinsiz bir alansa, o zaman siyasetin sonuna mı gelinmiş oluyor? Aksine, siyaset belki de bu sıkışmışlıkta başlıyor.
Demokratik ülkelerde sokağın sahibi halktır, onun örgütlü yapılarıdır, muhalefettir. Dolayısıyla oraya çıkmak felaket değil; bilakis, halkın rahatsız olduğu iktidarı, seçimleri beklemeden veya erkene çektirerek değiştirmesini sağlar. Böylesi ülkelerde iktidar sokaklara paramiliter grupları sürmez, sürse de en hafifinden Kongre Binası’na baskın yaptıran Trump’ın akıbetiyle karşılaşır.
Buna mukabil, antidemokratik bir rejimde iktidar namluyu sokağa yöneltebilecek noktaya kadar yasadışılığa meylediyorsa, üstelik de bunu açıkça ilan ediyorsa, habire muhalefeti, ele geçirdiği sokağa çağırıp “gel gel” yapıyorsa, zulmün dozajını artırıp insanları sokağa zorluyorsa, burada bir mesele var demektir.
Sokağa çıkıp çıkmamayı tartışmadan önce, iktidarın neden sokağa çıkmayı tartıştırdığına odaklanmak, bunu da siyasi, iktisadi, içtimai çözümlemelere yaslamak daha zihin ve yol açıcı olabilir. Bundan daha faydalısı, geç kalınmış olsa da, sokakları elinden alınmış ezilenlere yeni bir ifade alanı açmak, onları polisin copuna doğru itekleyen “bekçi vatandaşın” gölgesinden çıkaracak taban örgütlenmelerini genişletmek.
Ama Türkiye’de anaakım muhalefetin üstlenmek istemediği görev sadece sokağa çıkmak değil, aynı zamanda iktidarın ele geçirdiği sokağa karşı alternatif alanlar yaratmak. Dolayısıyla ellerini kavuşturup iktidarın gideceği zamanı beklemek, tekinsiz de olsa sokağa çıkmak dışında bir yol olmadığını düşünenleri “iktidarın işine geliyor” diyerek sahipsiz bırakmak, bu sefer muhalefetin yarattığı bir çıkmaz sokağa dönüşüyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***