YORUM | ASLI R. TOPUZ
Düşünmeyi tarif etmek kadar onu planlamak, yönetmek de zor. Nasıl düşüneceğimi ve düşüncelerimin beni nereye götüreceğini kontrol edebilmem, yönetebilmem mümkün mü? Ve bu merakı, bilinci istemli bir şekilde koruyabilmek? Yarın yine uyandığımda düşünmenin kendisi, nasılı ve varacağı yeri kendim seçebilme hakkındaki kaygılarımı, çabalarımı koruyabilmek? Kendi aklında, kendi aklının dağınıklığı, unutkanlığı ve başıbozukluğunda kaybolmaktan korkmak? Buna karşı ne yapabilirim?
Açık denizde bir noktadan diğerine hareket etmeyi “sürüklenmek”ten çıkarıp bir seyir ve varışa dönüştürecek şeyler vardır. İnsanlar açık denizde haritalara ve farazi şeylere tutunur; meridyenler ve paraleller gibi. Gerçekte o çizgiler kafamızın içindedir ama yine de bizi kaybolmaktan korur. Boşluğu mesken edinmek için insanın ilk sabitlediği nokta kendisidir. Bu yüzden epistemoloji yani bilmenin bilgisi, diğer tüm bilimlerin üzerindedir. İnsan kendine tutunur; tıpkı Yaratıcı’nın Miraç’ta boşluktan korkan ve basacak bir yer arayan peygamberine, o hisle başedebilmesi için “Bir ayağını diğerinin üzerine koy” dediği gibi. Kafamızın içi için de meridyenler, paraleller ve başka farazi izlekler gerekir. Peki düşünürken tutunulacak o izlekler nelerdir? Bazen o boşlukta daha önce gezinmiş iyi kaptanların seyir defterleri, bazen de bir özeniş veya güzel bir hayal… Hizmet’in değeri ve geleceği hakkında düşünmeye çalışırken aklıma ilk gelen düşünceler bunlar. Daha doğrusu, o geleceği düşünmeden önce “Bu konuda nasıl düşünmeliyim, izleklerim neler olmalı?” gibi ön düşünceler.
Sonunda, en azından başlangıç için, 3 izlek seçtim kendime. Kişi veya fikirlerin değeri hakkında bir hesaplama yapan, kriterler belirleyip bir hükümde bulunan iyi akılların bunu nasıl yaptığını araştırırken, şu üçü hoşuma gitti:
1) Michael Hart “En Etkin 100” (1) kitabını yazınca, kendisine listeyi neye göre oluşturduğu sorulur. Michael Hart, zaten tarih belli ve keskin bir seyre girmişse ve o kişi olmasa da başka bir kişi o kişinin yaptıklarının aynını veya benzerini yapacaksa yani tarih o şekilde net bir seyre girip zaten seçenekleri azaltmışsa, o tür lider, düşünür, sanatçı ve sair kişilikleri listesine almamaya çalıştığını söyler. Başka deyişle, tarihin kendi olağan seyri içinde başarılı olanları değil, o seyri değiştirenleri seçmeye çalıştığını belirtir.
2) Leonardo Da Vinci’nin başı İtalya siyaseti ve elitleriyle öyle sık derde girer ki, bazen onun yüzünden ustası, bağlı olduğu sanat evi ve oradaki diğer çıraklar ile sanatçıların da rahatı, huzuru kaçar. Yine böyle bir vaziyette, diğer çırakların Leonardo’yu ustası Andre Peruggio’ya şikayet ettiği, hatta şikayet edenler arasında Michelangelo’nun da olduğu ve ustanın şöyle cevap verdiği rivayet edilir: “Onun gibi bir tane daha getiren olsa, sizin on tanenizi verirdim.”
3) Günümüz siyaset felsefecilerinden Evert van der Zweerde, modern devletin tarifi ve geleceğine ilişkin sorular karşısında üç güncel yönelimin öne çıktığını belirtir: Milliyetçilik, Küresel Sivil Toplum ve Dinlerin Rehabilitasyonu (2). Bu projeksiyonla ilgili açık olan şey, ulus devlet kavramının daha da fazla tartışmaya açılacağı ve bu kavramın karşısına düşecek her fikir, topluluk ve hareketin kritik bir rolü olacağıdır.
Ben bu üç yaklaşımdan Hizmet Hareketi’nin geleceğini düşünürken yararlanmak üzere hangi izlekleri çıkardım? Bunu cevaplamadan önce şunu netleştireyim: Hizmet Hareketi, geleceğini kurgularken; fiziki yapı ve işleyişini geliştirmeye çalışırken, önce bu dünya için ne anlam ifade etmesi gerektiği yani ruhu ve persona’sı üzerinde biraz daha düşünerek işe koyulabilir. Doğru beden ve doğru gelecek için önce doğru ruh veya kişilik üzerinde düşünmeli. Çünkü Herman Hesse’nin de dediği gibi, kader ve karakter adeta aynı şeyin farklı adlarıdır (3). Hayvanlarda bu neredeyse gözle görülür: Bedenleri, karakterleri ve yaşam seyirleri paraleldir. Bayard Rustin de insanlığın ihtiyaç duyduğu kişileri tarif etmeye çalışırken, önce ruhlarından, karakterlerinden başlar ve her toplulukta “meleksi başbelaları”na ihtiyaç olduğunu söyler (4).
Karakterin hem şahıslar hem de topluluklar için her şeyin başlangıcı, temeli olduğu olduğunu netleştirmiş olarak, yukarıdaki üç yaklaşımdan Hizmet’in geleceğini düşünmeye yönelik hangi izlekler veya persona tarifleri çıkabileceğine gelecek olursak: İlk ve ikinci yaklaşımdan, her türlü fikri veya politik vesayetten yani her türlü atomik veya makro faşizmden özgür; ikili karşıtlıkları ve kendine dayatılan kalıpları aşan, ezberleri bozan, ilke edineceği şeyleri kendi rızasıyla ve doğru bir akılla seçebilen ve gerektiğinde bunları değiştirebilen bir persona çıkarılabilir. Üçüncü yaklaşımdan ise hem kazanmak veya kaybetmekten bağımsız olarak tarihin doğru tarafında yer almayı hem de insanlık için işlevselliğini, bir ihtiyaca cevap olmayı sürdürebilen, her yeni koşul ve zeminde kendini lüzumlu ve yararlı kılabilen bir persona türetilebilir. Bu özelliklerde bir persona kurgusunun pratiğe nasıl yansıyabileceğini bir başka yazıda ele almaya çalışacağım.
Notlar:
(1) Orijinal adı: The 100: A Ranking of the Most Influential Persons in History.
(2) Zweerde, E. (2004). But where is the state?. In G. Steunebrink and E. van der Zweerde (Eds.), Civil society, religion, and the nation – modernization in intercultural context: Russia, Japan, Turkey. New York: Rodopi, 273-291.
(3) Orijinali: “Fate and temperament are two words for one and the same concept.” (Demian adlı eserinden.)
(4) Orijinali: “We need, in every community, a group of angelic troublemakers.”
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***