Özgürlük Araştırmaları Derneği (ÖAD) tarafından yürütülen ve Friedrich Naumann Vakfı tarafından desteklenen “Türkiye’de Basın Özgürlüğü Raporu (Ağustos 2020-Eylül 2021)” çalışması yayınlandı.
Raporda, iktidarın medyada tek seslilik için yaptığı baskı anlatılırken “Türkiye’de basın özgürlüğü meselesi artık tartışmalı bir konu olmaktan çıkmış, siyasal otoritenin bilgi ve düşünce akışını düzenleme iddiası aşikar hale gelmiştir” denildi. RTÜK’ün medya üzerindeki denetleyici rolünü istismar ederek bir sansür kurumu gibi çalıştığına yer verilen rapordaki tespitler şöyle:
SADECE CUMHURBAŞKANI İÇİN GEÇERLİ OLAN ‘DOĞRU ALGILANMA HAKKI’
* Türkiye’de basın özgürlüğü meselesi artık tartışmalı bir konu olmaktan çıkmış, siyasal otoritenin bilgi ve düşünce akışını düzenleme iddiası aşikar hale gelmiştir. Hükümet kanadı da bu olguyu inkar etmemekte, özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra sistem içerisindeki etkinliği artan İletişim Başkanlığı üzerinden bilgi akışı sürecinin temel belirleyicisi olma iddiasını ortaya koymaktadır. İletişim Başkanı Fahrettin Altun, vazifelerinin halkın Cumhurbaşkanı’nı doğru algılamasına yardımcı olmak ve Cumhurbaşkanı hakkında olumsuz algılamalar ile mücadele etmek olduğunu söylemekten imtina etmemiştir.
* Bu söylem, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisi için belirlediği kamusal imajın bütün vatandaşlar tarafından benimsenir hale getirilmesi arzusunu yansıtır. Ki bu durum, Erdoğan’ın kendisine biçtiği değeri benimsemeyen ve diğer insanların da bu değeri benimsememesine sebep olan medya kuruluşlarının yayın politikasına müdahale etme hakkını kendinde görmeyi beraberinde getirir.
Diğer bir ifadeyle, kamu otoritesi sadece Cumhurbaşkanı için geçerli olan bir “doğru algılanma hakkı” olduğunu öne sürmekte, bu hakkın kullanılması için de kamu otoritesinin zorlayıcı mekanizmalarını kullanmayı normalleştirmektedir. Bu durum açıkça bir dayatma olduğu kadar iletişim teknolojilerinin oldukça geliştiği dünyamızda başarılması zor bir hedeftir.
Raporda varılan sonuç kamu kaynaklarının iktisadi rasyonaliteden uzak bir şekilde siyasi sadakat karşılığı dağıtıldığı ve medya sahiplerinin de bu ilişkiler ağı içerisinde yer alarak sahibi oldukları kurumları hükümetin siyasi ajandasının emrine tahsis ettikleri yönündedir. Böylece hükümet, yasal çerçevenin kısıtlayıcı araçlarına başvurmadan, medyayı kontrolü altında tutabilmektedir.
SEÇİMLER ÖNCESİ POLİTİK GERİLİM DİRİ TUTULUYOR
* 2021 senesine gelindiğinde, şimdiye kadar ele aldığımız bütün değişkenlerin olabildiğince hoyrat bir şekilde hükümet tarafından kullanıldığını görmekteyiz. Yani, hem yasal kısıtlamalar, hem bağımlılık mekanizmaları hem de kutuplaştırıcı dil kendisini hissettirmekte ve 2023 senesinin Haziran ayında yapılması planlanan seçimler öncesi ülkedeki politik gerilimi diri tutmayı başarmaktadır.
MUHALİF MEDYAYA DA ELEŞTİRİ
* Bununla beraber, not edilmesi gereken bir diğer olgu ise 2019 yılında yapılan belediye seçimleri sonrası büyükşehir belediyelerinin büyük çoğunluğunun muhalefet adayları tarafından kazanılmasıyla birlikte muhalif medyanın sayısı ve niteliğinde yaşanan gözle görülür artıştır. Her ne kadar muhalif basının baskı altında olduğu dönemde yerel yönetimlerin desteğiyle kurulan basın kuruluşları demokrasinin gelişmesi açısından önem arz etse de, kamu kaynaklarıyla finanse edilen medya olgusu muhalif basın için de geçerlidir ve günün sonunda orta ve uzun vadede medya özgürlüğüne kalıcı bir katkı yapması şüphelidir.
OLAY TV VE SÖZCÜ TV ÖRNEĞİ: FREKANS SORUNU
* Olay TV’nin yaşadığı dramatik son aslında Türkiye’de asıl sorunun karasal yayın yapacak frekans bulamamak olduğunu da bir kere daha gösterdi. Radyo Televizyon Üst Kurulu, karasal yayın yapmak için girişimde bulunan iş insanlarını bürokratik bahanelerle oyalamakta ve tabiri caizse “preemptive” yani “önleyici” bir kapatma politikası izlemektedir. Bu durumun en bariz örneklerinden bir tanesi Sözcü TV’nin yayın yapma izni alırken yaşadığı zorluklardır.
TUTUKLU GAZETECİLER VE DAVALAR
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, Türkiye’de hali hazırda 57 gazeteci ve medya çalışanının tutuklu olduğunu belirtmiştir. Ağustos 2020-Eylül 2021 döneminde 3 gazeteci tutuklanmıştır. Bugün TV Eski Haber Müdürü Erhan Akkuş, Yeni Yaşam Gazetesi çalışanı İbrahim Karakaş ve Adana Haber Gazetesi imtiyaz sahibi Rıfat Söylemez bu dönemde tutuklanmıştır.
* Gazetecilerin tutuklanma sayıları, 15 Temmuz sonrasında yaşanan OHAL dönemine göre düşüş gösterse de yargılama sayılarının yüksekliği ve iddianamelere dayanak olan kanun maddeleri dikkat çekmektedir.
* Press in Arrest’in düzensiz olarak yayınladığı aylık raporlarına göre 2020 Eylül ayında 38 basın davasında 64 gazeteci, Ekim ayında 45 basın davasında 74 gazeteci, Kasım ayında 30 basın davasında 40 gazeteci, 2021 senesinin Şubat ayında 38 basın davasında 68 gazeteci, Mart ayında ise 79 gazeteci hakim karşısına çıkmıştır.
YARGILAMA SÜRECİ GAZETECİLERİ YILDIRMAK İÇİN BİR ENSTRÜMAN
* Hükümet, gazetecileri yıldırmak için yargılama sürecini bir enstrüman olarak kullanmaktadır. Bunun en somut örneklerinden birisi gazeteci Baransel Ağca aleyhine 2016 yılında yaptığı sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek 2021 senesinin Eylül ayında dava açılmasıdır. Baransel Ağca, eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın oğlu ve hali hazırda Adalet ve Kalkınma Partisi Elazığ milletvekili olan Tolga Ağar’ın isminin karıştığı bir cinayet vakasını araştırıyordu. Ağar’ın ismi, yurt dışında kaçak olarak bulunan mafya lideri Sedat Peker’in iddialarıyla gündeme geldi. Peker onu, yerel bir televizyon kanalında muhabir olarak görev yapan Kazakistanlı Yeldana Kaharman isimli üniversite öğrencisinin hayatını şaibeli bir şekilde kaybetmesi olayından sorumlu tuttu. Bu olayı araştıran Baransel Ağca ise halkın konu ile ilgili haber aldığı neredeyse tek merci haline geldi. Ne var ki Ağca hakkında aniden, 2016 yılında attığı bir tweetten dolayı “cumhurbaşkanına hakaret” gerekçesiyle bir soruşturma başlatıldı. Ağca’yı şikayet eden ve soruşturmanın başlamasını isteyen kişinin ise Tolga Ağar olduğu anlaşıldı.
WEB’DE 467 BİN ENGELLEME
* İfade Özgürlüğü Derneği tarafından hazırlanan Engelli Web 2020 raporuna göre Türkiye’de, belirtilen senenin sonu itibariyle erişime engellenen toplam web sitesi sayısı 467.011’dir. Sadece 2020 senesi içinde bu rakam 58.809 olmuştur. Rapor, 2020 senesinde erişime engellenen site sayısının önceki 3 yıla göre düşüş gösterdiğini belirtmektedir.
YÜRÜTME ERKİ WEB SİTELERİNİN YAYINLARINA KEYİ SON VEREBİLİYOR
* Burada dikkat edilmesi gereken husus, erişim yasaklarının sadece yargı makamları tarafından verilmemesi, aynı zamanda idari organlarının da bu yetkiyi kullanabilmesidir. Yani, yürütme erki, web sitelerinin yayınlarına keyfi olarak son verme hakkına sahiptir. Yapılan düzenlemeler ve kanun değişiklikleriyle beraber Cumhurbaşkanlığı ve ilgili bakanlıklar haricinde birçok kuruma idari tedbir başlığı altında erişime engelleme talebinde bulunma hakkı verilmiştir. Kurumlar bu hakkı, herhangi bir yargı onayına ihtiyaç duymadan Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumu ve Erişim Sağlayıcıları Birliği’ne başvurarak kullanmaktadırlar.
* Engelli Web raporuna göre 2020 senesinde verilen 58.809 erişim yasağı kararının 52.185’i BTK tarafından uygulanmış, yani idari kurumlar tarafından talep edilmiştir. Henüz tam rakamlar belli olmasa da erişim engellemeleri 2021 senesinde de devam etmektedir.
* Özellikle yurtdışında yaşayan ve bir dönem hükümete yakın iken ilişkisi bozulduktan sonra yurtdışına kaçan mafya babası Sedat Peker’in yaptığı ifşalar ve bunlarla ilgili haberler, ihale yolsuzlukları, hükümete yakın kişilerin bulaştığı usulsüzlükler ve emniyet güçleri ile ilgili haberler ağırlıklı olarak erişime engellenen web siteleridir
* Geride bıraktığımız sene içerisinde, RTÜK’ün keyfi uygulamaları hem medyada geniş yankı buldu hem de farklı parti temsilcilerinden müteşekkil kurul üyeleri arasında kamuoyuna yansıyan tartışmaları beraberinde getirdi. Öyle ki, Cumhuriyet Halk Partisi temsilcisi olarak RTÜK’te yer alan İlhan Taşçı, kurul başkanı Ebubekir Şahin’in teklifi ve Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi temsilcilerinin onayıyla kurul toplantısına alınmadı.
* Taşçı, bu tavrı 2021 senesinin Ağustos ayında çıkan orman yangınları sırasında RTÜK başkanı Ebubekir Şahin’in medya temsilcilerini arayarak haberler üzerinde sansür uygulamak doğrultusunda baskı uyguladığını deşifre etmesine bağladı. Taşçı’nın iddiasına göre Ebubekir Şahin, yayıncılar ile kurul arasındaki özel hattı kullanarak, yayın kuruluşlarından yangın görüntülerine yer vermemelerini talep etti, hatta bunu tehdit edercesine yaptı.
* Taşçı daha sonra, RTÜK’ün ceza politikasının yanlı ve partizanca oluşuna dikkat çekmek için 2021 senesinin ilk 6 ayına ait ceza bilancosunu yayınlayarak, RTÜK’ün ceza verme yetkisini siyasi amaçlar için istismar ettiğini iddia etti.
* Buna göre cezalar muhalif ve iktidara yakın medya arasında şöyle dağılmaktadır;
Muhalif: Halk TV 18, Tele 1 15, Fox TV 9, KRT TV 8
İktidara yakın: TGRT Haber 0, Ülke TV 0, A Haber 0, TV Net 0, TV 24 0, Kanal 7 0.
Görüldüğü üzere, muhalif ve eleştirel yayın politikasına sahip kanallar ceza yağmuruna tutulurken hükümetin politikalarını koşulsuz destekleyen kanallar herhangi bir cezaya tabi tutulmamıştır.
RTÜK BASKISI
* 2015 yılında sadece bir kanal için yayın durdurma kararı veren RTÜK, 2020 yılına gelindiğinde yayın kuruluşlarının ekranını tam 832 kez kararttı. 2014-2021 yılları arası verilen toplam 1363 ekran karartma kararının % 91’i, yani 1234 adeti, başkanlık sistemine geçildikten sonra verildi. OHAL döneminde zaten nefes alamayan medya, tek adam rejiminin başkanlık sistemiyle somut olarak başlamasıyla birlikte RTÜK baskısını ziyadesiyle hissetti.
TWITTER RAPORU: DÜNYADAKİ İÇERİK KALDIRMA TALEPLERİNİN YÜZDE 10’Ü TÜRKİYE’DEN
* Twitter transparency raporuna göre Temmuz-Aralık 2020 döneminde küresel olarak gelen içerik yasaklatma taleplerinde %9’luk bir düşüş olmuştur. Bu dönemde, toplam 131.933 hesap belirtilerek 38.524 içerik kaldırma talebi yapılmıştır. Bütün dünyadaki toplam içerik kaldırma taleplerinin %10’u Türk makamları tarafından yapılmıştır.
* Twitter’a, Türk mahkemeleri tarafından 557 diğer idari makamlar tarafından ise 3192 içerik kaldırma talebi ulaşmıştır. Twitter’ın bu taleplere olumlu yanıt verme ortalaması ise 2012-2020 dönemi için %34.7 olmuştur.
AKP DÖNEMİNDE MEDYA SEKTÖRÜ KAMUSAL BİR NİTELİK ALDI
* Geçtiğimiz sene, sosyal medya kısıtlamaları ile ilgili en göze çarpan gelişme bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilen yeni sosyal medya yasası olmuştur.
* Açıkça görülmektedir ki, AKP hükümetleri döneminde medya sektörü hızlı bir şekilde kamusal bir nitelik almış, bir iş piyasası olma karakterini yitirmiş ve arz ile talep arasındaki ilişki kaybolmuştur. Kitabın ortasından konuşmak gerekirse, medyanın müşterisi kaybolmuş, medya sahipliği kar etme güdüsünü yitirmiş ve medya kuruluşlarının ayakta kalması ticari bir mesele olmaktan çıkmış, siyasi bir meseleye dönüşmüştür. Kendi iktidar hikayesinde AKP, kamu bankalarını ve kamu ihale süreçlerini kontrolü altında bir medya kurmak için oldukça hoyrat bir şekilde kullanmış ve ana akım olarak tabir edilen medyanın tamamını ele geçirmeyi başarmıştır. AKP iktidara geldiği zaman ülkede bulunan ve medya sektörünü ticari bir alan olarak gören isimlerin neredeyse tamamı bu piyasadan çekilmiştir.
* Bir yandan eski medya sahiplerinin sorunlu bankacılık işlemleri ve diğer iş kollarında devam eden dosyaları ellerindeki kuruluşları kaybetmelerine sebep olurken diğer yandan hükümete yakın iş adamlarının kamu bankaları tarafından oldukça cömert bir şekilde desteklenmesi medyanın el değiştirmesinde önemli rol oynamıştır. El değiştirme süreci, gazete okuru sayısını azaltmış, televizyon kanallarına duyulan güveni zedelemiş ve bu kuruluşları AKP’nin siyasi ikbaline hizmet etmek zorunda olan aktörlere dönüştürmüştür.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***