Mehmet Şahin, Koronos34.news’te, Avrasya Araştırma Şirketi Başkanı Kemal Özkiraz ile bir röportaj yaptı
Türkiye son zamanlarda erken seçime odaklanmış durumda. Acaba erken seçim artık kaçınılmaz mı? Bir takım tarihler ortaya atıldı, bununla birlikte muhaliflerin artık sokağa çıkmaya hazırlandığı işaretleri de var. Özellikle kur artışının yaşandığı salı akşamı ciddi muhalif tepkilerin sokağa taştığını gördük. Peki iktidarın tepkisi nasıl olacak? Konuğumuz Avrasya Kamuoyu Araştırma Merkezi Başkanı Kemal Özkiraz…
Son günlerde en çok konuşulan anket, yayınladığınız son anket. Orada da CHP’nin birinci Parti olduğunu görüyoruz. Elinizdeki son veriler siyasi tabloda nasıl bir grafik ortaya koyuyor?
Elimizdeki son verilerde dediğiniz gibi Cumhuriyet Halk Partisi kararsızlar orantısal dağıtıldığında dahi iki puan kadar AK Parti’nin önünde. İYİ Parti’de ufak bir gerileme vardı. Geçici mi kalıcı mı olduğunu bu aylarda yapacağımız anketlerle görebileceğiz. Milliyetçi Hareket Partisi % 7 bandında. HDP barajın üzerinde. Deva Partisi’nde yükseliş görüyoruz uzunca bir süredir. Birkaç aydır biz DEVA Partisi’ni yüksek buluyorduk genel ortalamadan ama genel ortalama da artık bizim anketlerimize yaklaştı. Hemen hemen aynı ortalamayla DEVA Partisi de yüzde 5-6 aralığında diyebiliriz. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun çok büyük bir yükselişi var son bir yıldır. yüzde 34’lerden yüzde 47’lere kadar geldi. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş yüzde 49’larda, Erdoğan’la kıyasladığımızda. Ali Babacan da yüzde 43’lerde.
Son anketinizin salı gününden önce yayınlandığının altını çizelim. Yani kurdaki son hareketten önceydi…
Hem bu sabah yaşanan krizden hem de ondan önceki günlerde yaşanan faiz indiriminin olduğu günkü kur ataklarından anketlerimiz etkilenmedi. Yani muhtemelen bu ay yapacağımız anketlerde ekonominin etkisi daha ağır basabilir.
Kur hareketi ortada, Türk lirası ciddi bir değer kaybına uğradı. Bununla birlikte kuyruklar uzayıp gidiyor. Artık ürün sıkıntısı da var çok ciddi bir şekilde. Marketlerde etiket değiştirmeye yetişilemiyor. Bunları alt alta topladığımızda sadece bir muhalif olarak değil, bir kamuoyu araştırma şirketi başkanı olarak da erken seçim görüyor musunuz?
Normalde bunların hepsi halkın zorlamasıyla erken seçime götürürdü iktidarı. Fakat bu oy oranlarıyla erken seçime gitmeye cesaret edebileceklerini zannetmiyorum. Mümkün olduğu kadar bu işi ertelemeye çalışacaklar. “Allah kerim” deyip bundan sonraki seçimlere kadar ekonominin düzelmesini umacaklar. Yalnız burada iki konu var. Birincisi, şu andaki iktidar aslında bir azınlık hükümeti. Yani MHP bu iktidarın arkasında durmaya devam edecek mi? MHP bu iktidarla iktidara desteğini sürdürecek mi? Bu önemli bir konu. Burada MHP desteğini çekerse bir erken seçime mecbur kalırlar. İkincisi, bu kış aylarındaki yaşanan zorluklardan sonra AK Parti milletvekillerinin bir kısmı belki de “Tekrar seçilemeyeceğiz.” endişesiyle partilerinden ayrılabilirler. Ancak böyle bir seçim olur. Erdoğan’ın gönül rızasıyla bir erken seçime gideceğini zannetmiyorum. Çünkü bu oy oranlarıyla erken seçim onlar için siyasi intihar olur.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nden ayrılacak isimler olduğu epeydir söyleniyor. Biliyoruz ki Adalet ve Kalkınma Partisi’nde milletvekili düzeyinde siyaset yapan isimlerin orada bulunma sebepleri sadece siyasi değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onlarla kurduğu ilişki, onların bir takım parasal ilişkileri akla ister istemez şu soruyu getiriyor: O kadar kolay mı Adalet ve Kalkınma Partisi’nden istifa etmek?
Şöyle, kazanması muhtemel bir AKP’den istifa etmek çok zor ama kaybetmesi kesin bir AKP’den istifa etmek o kadar zor olmaz. Fakat dediğiniz gibi bu hep konuşuluyor. Bu Abdüllatif Şener parti kurduğunda da çok konuşuldu, Abdullah Gül cumhurbaşkanlığından ayrıldığında da çok konuşuldu, şimdi Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu parti kurarken de çok konuşuldu. Bunların hiçbiri olmadı. Çünkü Ak Parti milletvekillerinde kaybedeceklerine dair bir endişe yoktu. Şimdi öyle bir endişe var AK Parti milletvekillerinde. Bu endişe kesin bir kanaate dönüşürse ayrılma olur, yoksa olmaz.
Bu endişeyi destekleyen, aslında bir yerde muhalefetin de çıkışı, en son İyi Parti’nin Denizli’de düzenlediği miting, mitingleri başlattı diyebilir miyiz? Ardından bu mitinglere acaba halk da protesto gösterileriyle destek verecek mi? Çünkü bir takım endişeler var…
Şöyle, halk protesto gösterilerine çok rağbet etmiyor. Şöyle bir durum var, iki endişe de haklı. Bir tanesi şu: “Biz sokağa çıkarsak AKP bunu provoke eder ve kendi seçmenini konsolide eder.” Burada bir haklılık payı var. Bir görüş de şu: “Biz hep böyle düşünüp sokağa çıkmadığımızda AKP istediği gibi at koşturabiliyor. O yüzden artık tepkimizi göstermemiz lazım.” Bu da doğru. Bunun orta yolu nedir esasen? Kontrolsüz protestolar, yani provoke edilmeye açık protestolar yerine muhalefet partilerinin öncülüğünde protestolar ve mitingler daha makul. O yüzden de zannediyorum İYİ Parti ve CHP miting programını artıracak. Çünkü İYİ Parti ve CHP bir yandan siyasetin sokakta olmasını istiyor, bir yandan da bahsettiğim endişeyi duyuyor. Örneğin AKP iki provokatöre bir halk otobüsünü yaktırır, işte bir bankaya molotof attırır. “Bakın bunlar terörist” deyip kendi kitlesini konsolide edebilir endişesi bence var muhalefette. Çok haksız da görmüyorum. Vatandaş zaten bilenmiş durumda. Her şey sokağa çıkıp eylem yapmaktan da ibaret değil. Bu seçimi de AKP’ye sokağa çıkabilecek vatandaşlar değil, sokağa çıkmayan vatandaşlar kaybettirecek. Yani o sessiz çoğunluk kaybettirecek. O yüzden ben protesto gösterilerini çok önemsemiyorum açıkçası. Yani siyasette muhalefetin kazanmasını sağlayacak şey sokak protestoları değil. Muhalefet şu anda zaten kazanıyor. Sakin kalan bu işi önde götürecek gibi gözüküyor. Tıpkı İstanbul seçimleri gibi. Sakin kalan taraf Ekrem İmamoğlu oldu, kazandı. Sürekli provoke eden taraf öbür taraftı, sürekli kavgacı gözüken taraf öbür taraftı, hakaret eden, aşağılayan taraf öbür taraftı. Onlar kaybettiler. Ekrem İmamoğlu’nu her gittiği yerde protesto ediyorlardı. Ekrem İmamoğlu sakin kaldı. Aynı şekilde Mansur Yavaş’ı sürekli olarak tahrik ediyorlardı, protesto ediyorlardı. Mansur Yavaş kazandı. Yani seçmen kafaya bir kere iktidarı değiştirmeyi koyduysa, o protestolara çok ihtiyaç olmadan da değiştirebiliyor.
Son yaşanan kur krizinde şöyle bir gerçek ortaya çıktı. İktidar sanki bir laboratuvar ortamında ekonomik bir deney gerçekleştiriyor ve bunun neticelerini istediği gibi alırsa, görece iyileşmeye yol açacak, görece iyileşme yaşanacak. Vatandaş açısından tabii ki sevindirici. Fakat bunun AK Parti’nin kemikleşmiş seçmenini, daha da partisine bağlama ihtimali var. Bununla birlikte kararsızları etkileme ihtimali var. Muhalefet elini daha hızlı tutmazsa, dengeler değişebilir mi?
Hayır, hayır. Böyle bir ihtimal yok. Yani Erdoğan’ın ekonomiyi okuma tarzı, bu ekonomiyi bu yöntemlerle kurtarma ihtimali yok. Ekonomi bir bilimdir ve bilimin yöntemi bir tanedir. Yani faizi düşüreceğim, aynı zamanda doları da düşüreceğim, aynı zamanda enflasyonu da düşüreceğim. Böyle bir ihtimal hiç yok. Bugünkü ekonomi modelinin başarılı olma ihtimali sıfırın altında. Sıfır bile değil. O yüzden muhalefet biraz daha sabırlı da davranabilir. Çünkü ne kadar uzun sürerse bu iş, o kadar çok oy kaybedeceği belli. Erdoğan’ın ekonomi teorisi, tamamen çöptür. Dünyanın hiçbir yerinde kabul görecek bir teori değildir. O yüzden Erdoğan’ın yöntemleri ile ekonomide sonuç alıp, ekonomiyi düzeltip bir yere gitmesi mümkün değil. Ancak Erdoğan bu ekonomi modelinden vazgeçerse, uzun vadede, görece iyileşme olur. Ondan da vazgeçebilmesi çok mümkün gözükmüyor. Çünkü o sınırı çok aştılar. Şimdi bugün olanlara baktığımızda aslında bir faiz artırımı beklenmeli Türkiye’de. Ama bunu arttırabileceğine dair endişelerimiz var. Niye? Çünkü buna inanmış. Faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur saçmalığına inanmış. Bundan Türkiye’ye bir ekonomik katkı olmaz. Ekonomik katkı olmadığı için de Erdoğan ne kısa vadede ne uzun vadede ekonomiyi toparladığı için oyunu toparlayacak bir fırsat yakalayamaz.
Döviz kurunu yüksek tutarak Türkiye’deki ucuz iş gücünü batıya pazarlama ihtimali söz konusu. Tabii ki Çin’le, Hindistan’la rekabet edebilecek durumda değilsiniz ama Avrupa’ya yakınlığınızı belki bir koz olarak masaya sürebilirsiniz. Bunlar birkaç aylık bir iyileşmeye, dolayısıyla seçmenin kanaatinde bir değişime yol açabilir mi?
İşte bunlar birkaç aylık iyileşmeye sebep olmaz. Örneğin istihdam artacak deniliyor. Ama üretim yapacak fabrikaların birçoğu üretimi durdurdu. Çünkü sizin üretiminiz de ithalata bağımlı. Dışarıdan mal alamıyorsunuz. Aldığınız fiyat çok yüksek. Enerji çok yüksek. Her şey çok yüksek. O yüzden bu istihdama da yansımıyor. İstihdamı arttıramıyor. İkincisi, kısa vadede dediğiniz işte para dağıtarak, asgari ücreti yükselterek, insanlara kredi vererek, hibeler vererek, bu kısa vadede iyileşme hissettirecek şeyler aynı kısa vadede çok büyük enflasyon hissettirecek. Orada da bu sefer yeniden faiz artırımına dönmesi gerekecek. Dönmeyecek. Dönmediği için bu sefer kur bir kez daha patlayacak. Bu fakirleşmenin sonu, yani şimdi seçime gidiyoruz deyip 15 gün içinde gidemeyeceğine göre, şimdi para dağıtmaya başlasa üç aydan önce etkilerini göremeyecek. Üç ay etkilerini ölçtü. Hadi tamamdır diyecek, seçim kararı alacak üç ay sonrası için. O üç ayda da benim söylediğim ikincil etkileri görmeye başlayacak vatandaş. Yani daha büyük ekonomik sorunlar görmeye başlayacak. O yüzden bu sistemi dünyada kurtarabilecek kimse yok. İster Marks’ı getirin, ister Engels’i getirin, isterseniz Adam Smith’i getirin. Tayyip Erdoğan’ın ne olduğu belirsiz olan, tamamen ekonomi cahilliğinden doğmuş olan bu ekonomi kaosunu düzeltme ihtimali yok. Tek bir ihtimal var. Piyasa gerçeklerine döneceksiniz. Piyasa gerçeklerine döndüğünüz zaman da acı reçeteyi vatandaşa içireceksiniz. Erdoğan da acı reçeteyi içirerek erken seçime gidemez. Yani hiçbir şekilde Erdoğan’ın toparlama şansı yok ekonomiyi.
AKP’nin MHP’yle yürüttüğü bu ilişkide, yani Cumhur İttifakı’nın yarınını belirleme noktasında kullanılabilecek enstrümanlar malumunuz sık sık konuşuluyor. Bunlar paramiliter gruplar olabilir, bunlar sokağı biraz daha karıştırabilecek farklı unsurlar olabilir. Böyle bir risk var. Sokak güvenli mi?
Yani Türkiye’de sokak hiçbir zaman güvenli olmadı. Bu dönemde de güvenli değil. Ancak siyasi partiler de bizim gibi siyasi araştırmacılar da analiz yapanlar da hiç önünü arkasını bilmediğimiz, büyüklüğünü bilmediğimiz, niyetlerinden emin olmadığımız gruplar üzerine siyasi yorum yapamayız. Yani bunu bilmiyorum ben. Türkiye’de Erdoğan’ın mesela seçimden önce, gerçekten böyle bir kaos çıkartma, kan dökme planı var mı yok mu ben bunu bilemem ki. Bunun üzerine de yorum yapılmaz. Ama şunu çok net biliyorum. Sürekli böyle pesimist yorumlar yaparak, sürekli olarak işte ‘İç savaş çıkartacak, kaos çıkartacak, bombalar patlatacak’… Yahu iç savaş çıkacaksa ben niye AKP’nin değişmesini isteyeyim mesela bir muhalif olarak! Öyle değil mi yani? Tamam her şeyimiz kötü. Gerçekten çok kötü yönetiliyoruz. Kötü hayatlar yaşatılıyor bize. Ama sokakta kimse gelip de sağcıyım solcuyum diye şimdilik kafama sıkmıyor. O yüzden iç savaş çıkartacak, seçimle gitmez, SADAT’ı beslemiş, şunu yapmış bunu yapmış, bu sadece muhalefet seçmenine boşuna sandığa gitmeyin demektir. Muhalefete de hiçbir artısı yoktur bunun, bu söylemin. Ben sadece bu kadarını yorumlayabilirim. Dediğim gibi ben güvenlik uzmanı değilim. Hele paramiliter, o derin güçlerin uzmanı hiç değilim. O yüzden bununla ilgili bir yorum yapamam yani, bilmiyorum ben o konuları.
Yani bu olağandışı ihtimalleri konuşmak aslında muhalefete bir katkı sağlamayacağı gibi sandığa gidecek seçmen nezdinde de olumlu karşılanmıyor…
Hiçbir şekilde sağlamaz yani. Allah aşkına, Tokatlıyım ben. Gidin köyüme, “Tayyip Erdoğan kaybederse iç savaş çıkacakmış.” deyin, “Kaybetmesin o zaman.” diyecektir, çok basit yani. Niye başkasına oy versin? O yüzden bu söylemlerin muhalefete hiç faydası yok.
2015’teki Haziran seçiminden Kasım’a kadar olan süredeki tehlike akla geliyor yine aslında. Bir şekilde terörize edilecek bir ortam doğarsa…
Evet, bu geçmişte oldu ama bu gelecekte de olur diye konuşmanın bir faydası yok. Çünkü biz konuştuğumuz zaman, olacaksa olmayacak değil. Olacaksa bu gene olacak ve bunu engellemek muhalefetin elinde değil. Bunu engellemek medyanın elinde değil. Basın kuruluşlarının elinde değil. Bunu engellemek kimsenin elinde değil. Bunu yapacaklarsa zaten yapacaklar. Biz konuştuğumuz zaman yapılmayacak değil. O yüzden bir anlamı yok. Çok anlamsız bir konu yani bu. Siyaset değerlendirmesi açısından anlamsız bir konu.
Peki bu olağandışı ihtimali kenara bırakarak, olağan ihtimallere odaklanalım. O da Millet İttifakı. Millet İttifakı halihazırda dört partiyle yoluna devam ediyor. Ama DEVA ve Gelecek Partileriyle de görüşmeler sürüyor bir taraftan. Siz bu seçim takvimi hızlanırsa eğer Millet İttifakı’nın genişleyeceğini düşünüyor musunuz?
% 100 genişleyecek. En az altı parti olacak bence. DEVA ve Gelecek Partisi benim katılmalarını kesin gördüğüm partiler. Onun haricinde Memleket Partisi katılabilir. Bunun haricinde HDP hep anılıyor ama TİP bu ittifakın içerisinde olabilir. Böyle ihtimaller var. Hatta BBP, DSP gibi partiler bile Millet İttifakı’na katılabilir. Millet İttifakı’nın en az 6-7 parti ile seçime gideceğini düşünüyorum.
HDP’nin bir şekilde mevcut Millet İttifakı’na doğrudan eklenemeyeceğini görüyoruz. Hani bir takım çekinceleri var her iki tarafın da. Daha doğrusu CHP ve İYİ Parti tabanının bir takım çekinceleri var. HDP ile birlikte ESP ve TİP’in bir sol blok oluşturma ihtimali var ama siz TİP’in Millet İttifakı’na katılabileceği yorumunda bulundunuz. Bu bir yorum mu yoksa bir bilgiye dayanıyor mu?
Yok değil yani. Bildiğim bir şey olduğundan söylemiyorum. Belki HDP, üçüncü yol ittifakını denemez. Belki TİP, orada girmek istemez bilemiyoruz yani. Tamamen örnek olarak söyledim. TİP, Millet İttifakı’na katılacak diye bir iddiam yok benim. Mecliste bulunan bir parti olduğu için söyledim.
Genco Erkal, hakim karşısına çıktı. Cumhurbaşkanına hakaret ki, Genco Erkal yıllarını tiyatroya vermiş, seksen küsur yaşında bir sanatçı ve diploma söz konusuydu. Burada Genco Erkal’ın yargılanmasından hareketle, altını çizelim kendisi duruşmada ‘Biz bu diplomayı hâlâ görmek istiyoruz.’ ifadesini kullandı. Diploma gibi çok kritik bir konu muhalefet tarafından neden sonuçlandırılmıyor?
Diploma meselesiyle ilgili, muhalefetin bunu ana gündem yapmama sebebi, geçmişte ana gündem olduğunda bu konunun muhalefete yaramıyor olması. O dönemde bizim anketlerimizde de vardı. Özellikle sağ seçmenler, özellikle kırsal seçmen, diplomasız dediğiniz zaman, Cumhurbaşkanının diploması yok dediğiniz zaman, ‘Benim de yok ne olmuş.’ diyor ve kendisini aşağılanmış hissediyor. Çok saçma ama bu böyle maalesef. Yani buradaki seçmen böyle. Seçmeni değiştiremeyeceğinize göre, sonuç alamadığınız argümanı kullanmayı bırakmanız gerekir. O yüzden muhalefet bu diploma konusunda çok üstüne gitmiyor. Dediğim gibi çok net veriler vardı elimizde. Türkiye’de üniversite mezuniyet oranı hala % 10’ların çok az üzerinde ve siz Cumhurbaşkanı diplomasız dediğinizde kendisi de üniversite mezunu olmayana seçmenler, özellikle de muhafazakar seçmenler, kendilerini aşağılanmış hissediyorlar. Çünkü onlar eğer halk seçtiyse, diploması olsa da yönetir, olmasa da yönetir gibi saçma bir mantığa inanmış durumdalar. Biraz da kendilerini dediğim gibi onun yerine koyuyorlar. ‘Ne olmuş diploması yoksa diyorlar. Diploması olmayan adam değil mi?’ diyorlar. Özü bu. O yüzden muhalefetin bu argümanı çok kullanmasının bir anlamı da yok. Faydalı da değil.
“DİPLOMA, SEÇİM KAZANILDIKTAN SONRA KONUŞULMASI GEREKEN BİR KONU”
Yani tamamen halk nezdindeki popülaritesine dayanarak sürdürüyor mevcut politikalarını. Muhalefet de buradan hareketle bu konunun üzerine gitmeyecekse şu akla geliyor; diploma konusu aslında siyasete etkisinin dışında hukuki neticesi olan bir konu…
Evet, bu yüzden CHP de muhtemelen diploma meselesini seçimden sonra gündeme getirecek. Bu seçim kazanıldıktan sonra konuşulması gereken konu. Çünkü siz bunu söyledikçe karşı tarafa puan kazanıyor. Çünkü dediğim gibi diplomasızlar diplomalıların çok üstünde bu toplumda. İnsanlar her ne kadar bunun tersini iddia etse de hayatı boyunca insanlar kendi sülalelerinden, kendi ailelerinden çıkan okumuş insanları kıskanır. Çok da sevmezler. Bu işin özü budur bir yerde. O yüzden mesela Erdoğan bunu geçmişte çok yaptı. Türkiye’de işte 700 bin doktor var, 80 milyon insan var. 700 bin doktoru, 80 milyon insanın önüne atabiliyor. Çünkü bu insanlar esasen doktorlardan nefret ediyorlar. İnsanların çoğu da okumuş kesimden nefret ediyor. Çünkü hastaneye gitmiş, derdini anlatmış ya da anlatamamış. Doktor ona fırça atmış ya da para istemiş, parası yetmemiş vs. İnsanlar Türkiye’de maalesef hep eğitim görmüş insanlardan çok hoşlanmadılar, çok hazzetmediler. O yüzden eğitimli kesimle eğitimsiz kesimi karşı karşıya getirirseniz, oy açısından kesinlikle eğitimsiz kesim kazanır. O yüzden de bu konular bugünün gündemi olmamalı. Hukuki meseleyi, şimdi herhangi bir mahkemede bu konuyu hukuken kazanamayacağınıza göre, seçimi kazandıktan sonra gerçek bir mahkemede hukuk konusu yapmak lazım.
Sert ama çarpıcı ve gerçekçi bir yorum kesinlikle. 128 milyar dolar konusuysa tabiri caizse tuttu. Çok da iyi bir karşılık gördü. Burada bırakmak sizce akıl karı mı, sizce gündemde tutulmalı mı? Buna ilave edeceğimiz bir diğer konu da kur hareketliliği. Bu konu Durmuş Yılmaz gibi son derece donanımlı isimler tarafından daha çok gündeme taşınabilir mi? Taşınmalı mı ki, CHP’de de ekonomi kökenli çok bürokratı var malumunuz?
Evet taşıyacaklardır. 128 milyar dolar da burada kalmaz zaten, kalmayacaktır da. Ancak bütün argümanları da seçime kadar harcamamak lazım. İnsanları alıştırmamak lazım. O 128 milyar dolar konusu önümüzdeki seçimin en önemli konusu olacaktır, seçim gündeminin. Bakın önümüzdeki seçimin üç tane önemli konusu olacak. Bir, 128 milyar dolar; iki, hayat pahalılığı; üç, mülteciler meselesi. Muhalefet bunların üçünü de unutmadı. Üçünü de hafif hafif gündeme getiriyor. Vatandaş alışmaya başladığında gündeme gelecek başka bir konuyu gündeme getiriyor. Bu açıdan gündem belirleme ve gündem üretme gücü tamamen muhalefetin eline geçmiş durumda. Bence muhalefet son 40 yıldır hiç olmadığı kadar başarılı ve senkronize gidiyor. Birbirlerine gerçekten çok iyi ayak uyduruyorlar. Birbirleriyle en azından kavga etmiyorlar. Birbirlerine ters gelecek argümanlarını geriye çekiyor, kullanmıyorlar. O yüzden ben çok umutluyum. Bu seçim dönemi muhalefet bu halde giderse, sadece bu ayarda bile gitse bence seçimi çok çok farklı kazanacak. Durmuş Yılmaz gibi isimler dediğiniz gibi çok önemli isimler. Çok yetenekli ekonomi bürokratlarıydı bu insanlar, yetkin insanlar. Türkiye’de tabii ki daha çok olmalılar. İYİ Parti’nin mesela en büyük eksiği buydu. Durmuş Hoca, bence beklenen medya performansını yeterince sergileyemedi. Ekonomi performansında sıkıntı yok ama medyada Durmuş Hoca bence reyting alamadı. O yüzden çok tercih etmediler onu. Şimdi Erhan Usta ve Ümit Özlale var. İYİ Parti buradaki kadrosunu güçlendirirse merkezden çok ciddi oy alır. CHP’de zaten bu konuda bir sorun yok. Bir çırpıda on isim sayabilirsiniz. İlhan Kesici, Faik Öztrak, Aykut Erdoğdu, Akif Hamza Çebi, Selin Sayek Böke… Onlarca insan sayarsınız ekonomi masasında. O yüzden muhalefetin zaten DEVA Partisi, Ali Babacan tek başına bir ekonomi ekolü gibi artık Türkiye’de. O açıdan ekonomide söylem üstünlüğü kesinlikle muhalefetin elinde olacak bu seçimde.
“HELALLEŞME, MAKUL LİDER GÖRÜNTÜSÜ VERMESİ AÇISINDAN ÇOK FAYDALI OLDU”
Söylem üstünlüğü demişken akla mutlaka helalleşme gelecektir. ‘Helalleşme’ anlaşılarak amacına ulaştı mı?
Şöyle, ilk başlarda helalleşmeyi CHP’nin daha seküler kesimleri ‘Ömer’in Yolu’ gibi düşündüler. İYİ Parti’nin yaptığı ve seküler taraftan tepki gören ‘Ömer’in Yolu’ reklamlarındaki gibi bir söylem zannettiler. Kemal Kılıçdaroğlu bunu sonradan çok iyi açıkladı. Dedi ki: “Biz AKP’yle helalleşmiyoruz. Böyle bir durum yok. Biz geçmişte yaşadığımız toplumsal olaylarda toplumun farklı tabakalarının birbiriyle helalleşmesini istiyoruz. AKP’yle de, hırsızlarla da hesaplaşacağız.” dedi. Oradan zaten amacı Kemal Kılıçdaroğlu’nun burada muhafazakarlardan oy almak falan değil. AKP’den kaçma ihtimali olan oyların biraz daha rahat dağılmasını sağlamak. Yani AKP’lilerde, özellikle de kamu bürokrasisinde ve bu işte “Türbandaki kazanımımızı kaybedecek miyiz? Kuran kurslarıla ilgili kazanımlarımızı kaybedecek miyiz?” endişesi taşıyan ama AKP’den de memnun olmayan bir seçmen grubuna “Hayır bizim sizinle bir hesaplaşmamız olmayacak, aksine biz bu konuda partimizin ya da işte bizim ideolojimizin geçmişte yaptığı yanlışları biliyoruz, kabulleniyoruz ve özeleştirimizi de yapıyoruz ama diğerleri de Maraş’la, Çorum’la ilgili, Sivas Katliamıyla ilgili, Gazi Mahallesi olaylarıyla ilgili herkes de özeleştirisini versin.” demeye getirdi. Bence öbür tarafa makul lider görüntüsü vermesi açısından çok faydalı oldu. Bu taraftaysa, bizim mahalle dediğimiz mahalleyse o çekincesini kaldırdı zaten helalleşme konusunda.
Muhafazakar kesimin gerçekten Adalet ve Kalkınma Partisi iktidardan gittiği takdirde kazanımlarını kaybetme gibi bir endişesi var mı? Sizin çalışmalarınızda mesela hiç gündeme geliyor mu bu konu?
Var. Zannedildiği kadar büyük bir oy oranı değil bu arada, yani % 2’yi bile geçmiyor ama böyle endişeli bir grup var. Bu endişeli grubun kendi oy oranından öte, özellikle de ev hanımları üzerinde ciddi bir etkisi var. Köylüler üzerinde ciddi bir etkisi var. O yüzden onların endişelerini gidermek faydalıdır. Zararlı bir konu yok burada açıkçası ama şunu söylersem doğru söylemiş olmam: AK Parti’den ayrılan dindar seçmenler CHP’ye gelecek, İYİ Parti’ye gelecek. Çünkü AK Parti’den ayrılan dindar seçmen diye bir şey yok. AK Parti’den ayrılan dindar seçmen zaten geçmişte ayrılmış KHK’li vs. seçmenler. Onun haricinde, onlar da zaten artık epeyce muhalif. Onun haricinde AKP’ye geçtiğimiz seçimde oy vermiş ama bu seçimde oy vermeyecek bir dindar seçmen yok. Özellikle İYİ Parti’nin ‘Ömer’in Yolu’ndaki yanılgısı buydu zaten. Bence orada gayet iyi niyetle “Kendi ittifakımız için uğraşmayalım da, oradan gelecek oya ihtiyacımız yok. Karşıdan oy alalım, karşı dağılıyor.” diye düşündüler ama karşıdan dağılanlar daha liberal, daha seküler, daha Avrupai, daha Batı yanlısı, daha ekonomi gerçeklerini düşünen, ekonomi iyi olduğu zaman iyi olan, kötü olduğu zaman kötü olan, devletten çok da beslenmeyen kitle ayrılıyor AKP’den. Bunlar da zaten hep merkez partilerine oy veriyorlar, yani merkezde duran partilere. CHP ile DEVA’nın yükselişi bununla alakalı.
Türkiye’de iktidarın son yıllarda ürettiği üç harfliler var; EYT’liler, KHK’liler… Erken seçim daha da görünür olursa iktidar partisinin bu konularda adım atma ihtimali var mı sizce?
KHK konusunda adım atma ihtimali yok. Çünkü orası artık şeffaflaşmayla da ilgili bir şey ve orada milyonlarca dava var. Onunla ilgili bir adım atmasını çok mümkün görmüyorum açıkçası. Milyarlarca dolar tazminat olacak orada. O yüzden onunla ilgili bir adım atmasını beklemiyorum. Onun yükü bundan sonraki iktidara kaldı şimdiden. Cumhuriyet Halk Partisi de bu konuda çok net. Kemal Kılıçdaroğlu: “KHK’lar hukuksuzdur. Dolayısıyla hükümsüzdür. Biz KHK’lıları görevlerine atayacağız. Yargılanması icap eden varsa görevlerindeyken yargılanacak. Geçmişte yargılanıp ceza alanlar için de yeniden yargılama yolunu açacağız. Çünkü AKP’nin mahkemelerine güvenmiyoruz.” dedi.
EYT?
EYT seçimden önce çözülebilir ya da ara formüllerle çözülebilir. EYT konusunda ümidim var. 3600’ü getirecekler, EYT’yi getireceklerdir. Hani “kazanırsak kazanmamıza fayda sağlar, kaybedersek nasılsa bunların bütün yükü bundan sonraki iktidara biner.” mantığıyla getirirler ama KHK meselesi AKP için hayat memat meselesi. Onu getiremez.
Acaba iktidara yakın medya yine bir algı çalışması yaparak Birleşik Arap Emirlikleri’ni kendi seçmenine unutturmak mı istiyor? “Abu Dabi’yle muhatap oluyoruz.” Böyle bir algıya mı oynuyor? İşte en son Gökhan Özbek’in başına gelen hadise de malumunuz, Beyaz TV ekranlarında kurulan kumpas, itiraf da edildi. Bu tür çalışmaların artmasını bekliyor musunuz?
Yani bunların hepsi olabilir ama sonuç vermez. O AKP medyasında Birleşik Arap Emirlikleri’ni Dubai’ye çevirmeye çalışanların derdi kendi rezilliklerini unutturmak. Yoksa AKP’nin Dubai deyince oyu artacak da Birleşik Arap Emirlikleri deyince oyu azalacak diye bir durum yok. Artık algı malgı bunların hepsi hikaye. Millet cebine bakacak ve oy verecek. Çok basit. İnsanların cebine para koyabiliyorsanız seçimi kazanırsınız, koyamıyorsanız kazanamazsınız. Şu anda bizim hazinemiz de tam takır kuru bakır. Kimsenin cebine koyacak para yok. O yüzden, yani 80 milyona yetecek bir para yok artık Türkiye’de. Erdoğan da şapkadan tavşan çıkartamayacağına göre bu işin pek oluru yok. Öyle kimsenin izlemediği, kimsenin inanmadığı gazetecilerin ne söylediği de gerçekten kimsenin umurunda değil. Biz şu anda mesela “23 Derece” stüdyosundan bu yayını yapıyoruz, Gökhan Özbek’in stüdyosundan. Şu stüdyoda dünden beri yapılan yedi yayını bir milyon kişi izledi. Sizin o merkez medya dediğiniz kanalları bir milyon kişi emin olun oturup izlemiyor. İzlese bile zaten 900 bini küfrediyor, 100 bini ne izlediğinin farkında değil. O yüzden bir anlamı yok. Artık medya dediğiniz şey buralar. Medya dediğiniz şey artık sosyal medya ve YouTube. Onlar bizim “konvansiyonel medya” dediğimiz, ancak bunların alternatifi olabilecek seviyede. Kimsenin bunlara inandığı yok. İzlenmeyen televizyonlar, okunmayan gazeteler hiçbir anlam ifade etmiyor. Tamamen birbirlerine, kendi kendilerinin gaz vermesi. Ufak bir grup var Türkiye’de, yaklaşık 100 bin kişilik bir siyaset grubu var, muhalefeti de dahil ederek. O televizyon kanalı dediğiniz, gazete dediğiniz şey bu 100 bin kişiye hitap ediyor. Vatandaşın hiç umurunda değil. Herkes cebine bakıp oy kullanacak.
Seçim için bir tarih var mı öngörülebilecek ya da sizin kulağınıza çalınan?
Yok. Burası Türkiye. Her şey Tayyip Erdoğan’ın iki dudağı arasında. Tayyip Erdoğan da Devlet Bahçeli’nin iki dudağı arasında. O yüzden her zaman her şey olabilir ya da seçim vaktinde de olabilir. Bu konuda hiçbir bilgimiz yok. Sadece işte yaşananlardan dolayı analiz yapabiliyoruz, o kadar.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***