YORUM | AHMET KURUCAN
Literatürde seçici okuma şu şekilde tarif ediliyor: “Daha az kelime ve sözcük okuyarak, yazarın düşünce ve fikir bütünlüğünü görmeyi sağlama. Buradaki amaç metni çok ince ayrıntıyla inceleme değil genel hatlarıyla bilmedir.” “Şairlerin, yazarların, bestecilerin eserlerinden alınmış, seçme parçalardan oluşan eser” anlamındaki “seçki” ile kısmen irtibatı olan bu seçici okuma türünün benim okumakta olduğunuz yazımda bahsedeceğim seçici okuma ile alakası yok ya da yok denecek kadar az.
Şöyle giriş yapayım: Bir tarih hocası düşünün ve size tarih boyunca kurulmuş Türk devletlerinin tarihini anlatıyor olsun. Fakat bu hoca aynı zamanda Türk ırkının üstünlüğüne inanan, atalar kültü diye adlandırabileceğimiz çerçeve içinde mazide atalarının yaptığı her şeyi ama her şeyi olumlayan bir zihniyete sahip. Dolayısıyla tarihte cereyan etmiş hadiseleri anlatırken artısı ve eksisi, getirisi ve götürüsü, doğrusu ve yanlışı, sebepleri ve sonuçları ile vakıayı olduğu gibi anlatma yerine sadece olumlu yönlerini anlatıyor. Sürekli onları kutsayıcı bir dil kullanıyor. Onu dinleyince zannediyorsunuz ki atalarımız sanki Allah’tan her an vahiy alan ve hiç yanlış yapmayan melekler.
“Bugünün yanlışları dünün doğruları olabilir” demeyin lütfen. Bunun farkındayım. Hatta ilavede bulunayım bugünün doğruları dünün yanlışları olabilir. Bu sebeple olsa gerek her bir dönem kendi gerçeklikleri ve toplumsal telakkileri içinde değerlendirilmelidir. Ben bundan bahsetmiyorum. Bugün yanlış olduğu gibi dün de yanlış olan evrensel insani ve ahlaki değer, ilke, prensip ve normlara aykırı olan şeylerin doğru diye anlatılmasından ve bunun canhırâşane müdafaasının yapılmasından söz ediyorum. Toz kondurmuyor atalarına ve ataların yanlış dahi olsa yaptıklarına. Devlet-i ebed müddet uğruna “siyaseten katl” deyip şehzade kardeşlerin katli diyeyim siz gerisini anlayın. İşte benim seçici okuma dediğim husus bu.
Türk tarihi deyip kısmen milliyetçilik kokan bir çerçevede verdiğim bu örnek din renginin daha ağır bastığı Müslümanların tarihi için de geçerli. Özellikle tarihinin siyasi boyutunda yerini alan hadiseler anlatılırken velev ki bizden asırlarca önce bile yaşamış olsalar inanç ortak paydasında buluştuğumuz Müslümanlar dile getirilirken onların sürekli olumlu yanlarına vurgu yapıp dünün ve bugünün insani ve ahlaki kriterlerine göre kabul edilemez olan yanlışlıklarını olumlama. Aslında bu yaşanmış bir tarihi değil ideolojik bir tarih kurgusu ve o kurgunun anlatımıdır. Tabii ki dile getirilen hadiseler uydurulmuş değildir ve tabii ki bugün bile bizim göğsümüzü kabartan olaylar yaşanmıştır. Ama bu doğrunun tamamı değildir. Belki yalan söylenilmiyordur ama doğrunun tamamı anlatılmayınca, resmin tüm karelerini birden görme imkânı da ortadan kaybolur.
Ne olur böyle olunca? Bu anlatım süresinin uzunluğu-kısalığı, sistemik oluşu-olmayışına göre babadan oğula, anadan kıza, nesilden nesile intikal eder. Belki bir nesil yetişir bu zihniyetle. Arif Nihat Asya’nın “Bayrak” şiirinde dediği gibi Türk bayrağını o kadar yüceltir ve o kadar kutsar ki “Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım” bile der insan. Ya da Hz. Peygamber’e arkadaşlık etmiş sahabinin adını anarken başına saygı ifadesi olarak kabul edilen “Hazret” ifadesini kullanmayanları adeta lince uğratır.
Sonra? Sonrası çok fena. Sonra gün gelir gerçekler bütün açıklığı ile gün yüzüne çıkar. İdeolojik o kurgusal tarih, tarihin çöplüğüne atılır ya da atılmak zorunda kalır. Söz gelimi Merhum Halil İnalcık gibi, Ahmet Yaşar Ocak gibi araştırmacı tarihçiler çıkar ideolojik ve popüler tarihçilerin pabucunu dama atar yaptıkları yayınlarla. Ya da İslam tarihi içinde sahabenin de siyasi ve iktisadi çıkarlar için gerektiğinde birbirleriyle savaş ettikleri hakikati kendini gösterir. Daha düne kadar akıllarının ucundan dahi geçmeyecek, duydukları zaman “Herkes yapar, onlar yapmaz” deyip yücelttikleri kişilerin etten kemikten varlıklar olarak tıpkı günümüzde olduğu gibi bir iktidar ya da menfaat uğruna inandıkları değerlere muhalif hareket ettiklerini öğrenir ve dünyaları başlarına yıkılır.
Hasılı, tarih inanç alanı değildir. Tarih tarihtir. Doğrusu ile yanlışı ile bir bütün olarak ele alınmalıdır. Sadece olumlu yanlarını ele alıp onu kutsama tarihe öykünme hatta ona tapma anlamını taşır. Gerçeklerin er veya geç ortaya çıkma huyu vardır denilir bilindiği üzere. Gerçekçi olmak, kim olursa olsun doğruya doğru eğriye eğri diyebilmek insani bir erdem olmanın çok çok ötesinde insanlık görevidir.
Seçici okumada söyleyeceğim ikinci husus ise şu: Bir yazar düşünün mesela ehli kitap kavramı ve o kavramın anlam haritası içinde kendine yer bulan din mensupları adına bir genellemede bulunmuş olsun. Bir örnek üzerinden daha açık ifade edeyim: “(Ey Peygamber!) Dinlerini benimsemediğim müddetçe Yahudiler ve Hıristiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklar” ayetini kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlar ile Yahudi ve Hıristiyanları içine aldığı şekliyle yorumlamış. Dolayısıyla ayetin muhatabı Efendimiz ve ona iman etmeyip aksine birlikte yaşama adına yapılan anlaşmalara uymayan, hatta düşmanca muamelede bulunan Yahudiler ve Hıristiyanlar olduğu halde bunu kıyamete kadar gelecek her bir Yahudi ve Hıristiyan olarak yorumlamış. Sonra aradan zaman geçmiş. Yaptığı okumalar, hayatın tabii akışı içindeki ehli kitapla karşılaşmaları neticesi bu genelleyici görüşünden vazgeçip “Burada söz konusu olan dini kimlikler değil düşmanca muamelede bulunma vasfıdır. Bu vasfa sahip olmayan ayette anlatılan Yahudi ve Hıristiyanlarla bir kabul edilemez” demiş ve bunu da kamuoyuna deklare etmiş, “Eski görüşümden vazgeçtim, ben yanılmışım,” demiş.
Şimdi o yazardan alıntı yaparken sonraki görüşünü değil de ilk görüşünü alma ve onun üzerinden “Vurun abalıya” mantığı ile yorumlar yapma, yazılar kaleme alma akademik dürüstlüğe sığar mı? Bırak akademik insafı, insanlığa sığar mı? İlave edeyim isterseniz; insafa, vicdana, ahlaka ve insanlığa sığar mı? “İnsan düşüncesinin esiri olmamalı, evrensel sabitelerden sapmaksızın değişen arka plan şartlarına göre düşüncesini yenileyebilmeli” diyen ve haklı olarak bunu müdafaa edenlerin “Ben yanılmışım” dediği görüş üzerinden o kişiyi itibarsızlaştırmaya çalışmaları çifte standart değil midir?
Kim burada örnek verdiğiniz kişiler diyebilirsiniz? Polemik konusu olmasın diye şahıs ismi vermek istemiyorum. Kaldı ki versem bile o kadar çok o kadar çok ki en yakın çevrenize hatta aynaya bakmanız yeterli.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***