YORUM | MAHMUT AKPINAR
Geçen hafta polis okulunda hep birlikte Bozkurt işareti yapan polis adaylarının görüntüsü medyaya düşmüş ve “halkın canını, malını bunlar mı koruyacak?” “Vatandaşa bunlar mı tarafsız davranacak?” “Ülkenin huzuru, güveni bunlara mı emanet?” sorularını sormuştuk. Hemen arkasından bu defa dünyanın en kalabalık barolarından birisi olan İstanbul Barosu’nda seçimi kazanan Kemalistlerin “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganlarıyla sarsıldık.
Çağdaş Avukatlar Grubu’nun adayı olan Mehmet Durakoğlu zafer konuşmasında, sloganlar arasında: “İstanbul Barosu’nda yönetimde olabilmek için omurga gerekir. Bu omurgaya sahip olduğumuz için kazandık. Onun için biz şimdi burada Mustafa Kemal’den bahsediyoruz. Onun için kalenin hala burada dimdik durduğundan bahsediyoruz. Bu kaleyi asla ama asla teslim etmeyeceğiz” dedi.
Azınlıklar, gayrimüslimler, Kürtler dahil 85 milyonun güvenliğini korumak, huzurunu temin etmek durumunda ve devlet memuru olan polislerin siyasi slogan atması ne kadar endişe verici ise, adaleti ikame etmesi, hukuku savunması gereken İstanbul Barosu’nun ayrıştırıcı, ideolojik söylemlere sahip bir yönetimin eline geçmesi o kadar fecaat. Bu zihniyet avukatlar kitleler halinde tutuklanıp hapse atılırken, savunma anayasal-yasal görevlerini yapmaktan engellenirken sustular. Son dönemde yaşanan işkenceleri ve kötü muameleleri asla gündem etmediler. İktidara hukuk çerçevesinde muhalefet ettiklerini görmedik. Aksine Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Erdoğan’ın en büyük destekçisi hâline geldi. İstanbul Barosu gibi barolar avukat tutamayan zanlılar için işkenceyi örten, sanıkları itirafçı olmaya teşvik eden avukatlar görevlendirdiler. Tiyatroya dönen yargılamaları sorgulamadı, yüzyılın en ağır ve kitlesel insan hakları ihlallerine göz yumdu, dahası destek oldular.
Barolar avukatların meslek örgütü. Siyasi bir misyonu yok. Rejimi korumak gibi bir görevleri hiç yok. Baroların asli misyonu avukatların haklarını korumak, çalışma şartlarını iyileştirmek ve adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunmak. Oysa tekrar seçilen Baro başkanı hukuku nasıl savunacaklarından, adaletsiz yargılamalarla, hukuksuzluklarla nasıl mücadele edeceklerinden konuşmuyor. Pek çoğu hapislerde olan avukatların haklarından, avukatların çalışma şartlarından bahsetmiyor. Hukuk diliyle değil, militer bir dille konuşuyor. Avukatlardan oluşan kendinden geçmiş destekçi kitleyle beraber, “Kaleyi asla teslim etmeyeceğiz” diyor.
Birilerinin bunlara baroların düşmandan korunan “kale” olmadığını, avukatların da “silahlı askerler” olmadığını hatırlatması lazım. Baroların konusu savaşmak, silah, asker, düşman değildir. Vazifesi ülkeyi savunmak, düşmanı bertaraf etmek, bir ideolojiye asker olmak değildir. Kendilerini seküler, laik olarak tanımlayan bu kitlenin hali bana Erdoğan için kefen giyen ve ölmeye hazır olduklarını ifade eden AKP’lileri hatırlattı. Arada bir fark göremedim. Her ikisi de farklı düşüneni “düşman” görüp ölümü yüceltiyor. Ötekine hayat hakkı tanımamaları, bir seçim sonucu elde ettiklerini “asla terkedilmeyecek kale” görmeleri dini istismar eden siyasal İslamcı zihniyetle birebir örtüşüyor.
Kemalizm bir din olarak ilan edildi de haberimiz mi yok? Kendilerini seküler olarak tanımlasalar da Kemalistlerin çoğu Kemalizmi din, Mustafa Kemal’i Peygamber gibi kutsal, dokunulmaz, sorgulanmaz görüyorlar. Fanatizm, taassup, kin ve nefret öğelerini kullanma, başkasının haklarını yok sayma, toplumu ayrıştırma, kendilerini “asıl” gören bir kibre sahip olma konularında tamamen benzerler.
Hak, hukuk, insan hakları demesi gereken Baro yönetiminin, “Bu kaleyi asla ama asla teslim etmeyeceğiz” şeklindeki ifadesi beni Erdoğan’ın iktidarı terk etmemek için kan dökmeye, ülkeyi ateşe vermeye hazır olması kadar endişelendirdi.
Ülke dindarların yobazları ile Kemalistlerin yobazları arasında gelgitler yaşıyor.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***