YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN
Orijinali galiba bir Aziz Nesin hikayesiydi.
“Ağa ile maraba” ya da “iki ekonomist” arasında geçtiği varsayılan farklı versiyonları var ve yaygın olarak anlatılır.
Fıkranın içinde nahoş betimlemeler olduğu için burada anlatacak değilim. Zaten fıkranın-hikayenin özü de final sorusunda, “İyi de ağam biz bu b.ku neden yedik?”
Kimse kusura bakmasın ama son günlerde yaşadığımız “Büyükelçiler krizini” tanımlamak için daha iyi bir örnek bulamadım.
En basit tabirle… Ne oldu şimdi?
Erdoğan madem geri adım atacaktı neden rest çekti? ABD önderliğindeki 10 ülke yan çizecekse neden ilk açıklamayı yaptılar?
Hikaye artık herkesin malumu.
Erdoğan rejimi tarafından 4 yıldır siyasi rehine olarak tutulan iş insanı Osman Kavala’nın AİHM kararlarına rağmen serbest kalmaması üzerine aralarında Amerika ve Almanya gibi Türkiye’nin müttefiklik ilişkisi içinde olduğu toplam 10 ülkenin Ankara Büyükelçileri ortak bir açıklama yaptılar.
Erdoğan her geçen gün dibe vuran ekonomi, saklayamadığı TÜGVA skandalları ve en önemlisi Halkbank ile ilgili gelişmeyi gündemden düşürebilmek için büyükelçiler meselesinde yangına körükle gitti.
Hatta Cumartesi günü büyükelçilerin istenmeyen adam ilan edilmesi için talimat verdiğini de açıkladı.
Erdoğan’ı ve kafa yapısını bilenler için bu sürpriz değil.
Aklı başında hiç kimsenin yapmayacağı şeyleri rahatlıkla yapabilen bir siyasi Erdoğan.
Tek referansı var, o da kendi çıkarları.
Zaten Erdoğan’ı Erdoğan yapan da bu “esnekliği”. İhtiyaç hissetmesi halinde ülkeyi yakmaktan geri durmayacak birisi.
Yoksa aklı başında hiçbir siyasetçi ABD başta olmak üzere müttefik ülkelerin büyükelçilerini istenmeyen adam ilan etme girişiminde bulunmaz.
Çünkü bu öyle bir adım ki, işlemi yapmasanız bile laf ağzınızdan çıktıktan sonra yıkıcı etkiler yapar.
Nitekim yaptı da. Ekonomik göstergeler daha da bozuldu, dolar tutulamaz oldu.
Tabi burada cevapsız sorulardan birisi de ABD elçiliğinin yaptığı ikinci açıklama. Çünkü Pazartesi günü yapılan açıklama hayli enteresandı.
Kelimelerle iyi oynadıkları herkesin malumu olan diplomatlar kısa açıklamalarında öyle bir oyun oynadılar ki, Erdoğan da açıklama yapan ülkeler de geri adım atanın karşısındaki olduğunu savunabildi.
Ama hakkını teslim etmek lazım bu konuda Erdoğan büyükelçilikleri solda sıfır bıraktı.
ABD büyükelçiliğinden yapılan açıklamanın İngilizce versiyonu net bir şekilde ilk açıklamanın ardında durulduğu şeklindeydi. Türkçe versiyonu ise geri adım iması içeriyordu.
Nitekim Erdoğan bu pası ustaca aldı ve golü attı.
ABD büyükelçiliğindeki diplomatların, açıklamalarının istismar edileceğini bilmemeleri mümkün değil. Bu noktada akla “Neyin karşılığı” sorusu geliyor ki cevabını görmek için çok beklemeyeceğimizi söyleyebilirim.
Peki şimdi ne oldu?
ABD Dışişleri Bakanlığı “Açıklamamızın ardındayız” açıklaması yapsa da Erdoğan Türkiye kamuoyuna “Had bildiren uzun adam” olarak şovunu yaptı bile. ABD, Almanya ve Fransa medyası ise Erdoğan’ın geri adım attığı yorumlarıyla dolu.
Aslında bu noktada gerçekte kimin geri adım attığının, kimin gerçekte kazandığının önemi ikinci derecede bir detay. Aslolan algı savaşının kimin kazandığı ki bu konuda Erdoğan hayli tecrübeli.
Şimdi gelelim esas meseleye… Erdoğan ne yapmak istedi?
Sonuçta büyükelçileri kovmanın ne anlama geldiğini bilmeyecek birisi değil Erdoğan. Bir başka ifadeyle böyle bir adımı atacak kadar akli melekelerini kaybetmiş olamaz.
Peki o zaman amacı neydi? Nasıl bir oyun planı güttü?
Aslında bakmasını bilenler için cevap çok açık. Erdoğan ABD ve Batı’ya karşı 17-25 Aralık taktiği yapıyor.
Nasıl ki 17 Aralık büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu öncesi dershaneleri kapatma hamlesi yaparak Cemaat’e savaş açtı, burada da aynısını yapıyor.
Reza Zarrab ve adamlarıyla kurduğu suç yapılanmasının takibe takıldığını anlayan Erdoğan birden dershaneleri kapatma hamlesi yaparak oyun kurdu.
Suç üstü olduklarını bilen Erdoğan operasyon başlayınca “Dershanelerini kapattık o yüzden operasyon yaptılar” kampanyası başlattı.
Gerçekte durum böyle olmasa da Erdoğan bu hikayesi emrindeki medya gücüyle satmayı başardı.
Haklarını teslim etmek lazım, bu konudaki en büyük destekçileri ise muhalefet partileri oldu. Yolsuzluk ve rüşvet iddialarının doğru olduğunu bildikleri halde “Bırakalım yesinler birbirlerini” deyip Erdoğan’a destek oldular.
Böylece Erdoğan hem cezadan kaçmış hem de Cemaat’i cezalandırmış oldu.
Erdoğan aynı taktiği şimdi ABD’ye karşı yakın gelecekteki Zarrab davasının faturasından kaçmak için yapıyor.
Malum olduğu üzere uğruna ülkeyi yaktığı Reza Zarrab 2016 Mart’ında ABD’de tutuklandıktan sonra Erdoğan’ın tek gündemi vardı: onu kurtarmak.
Bunun için yani Zarrab’ı kurtarmak için resmen ülkeyi kumar masasına sürdü. Milyonlarca dolar harcadı.
Rus oligarkları bile devreye soktu. Trump’tan Zarrab’ı istedi. Hatta şantaj yapabilmek için Rahip Brunson’u tutuklattı.
Üstüne ABD’ye nota bile verdirdi.
Erdoğan ne yaptıysa başarılı olamadı ve Zarrab itirafçı olup her şeyi anlattı. O aşamadan sonra Zarrab artık “hayırsever işadamı” değil, “casus” oldu Erdoğan için.
İşte bu realite Erdoğan’ın ABD ile olan ilişkilerinin mihenk taşı.
Söylediği her şey, attığı her adım bu konuyla ilgili. Halkbank davasını düşürmek için kesenin ağzını sonuna kadar açtı, olmadık kişileri araya koydu ama başaramadı.
Temyiz mahkemesinin Halkbank ile ilgili geçtiğimiz Cuma günü verdiği karar Erdoğan için kıyamet alameti demek. Çünkü dava başlayınca Zarrab tekrar kürsüye çıkıp Erdoğan ve ailesinin suç yapılanmasındaki yerini birinci elden anlatabilir.
Ki, büyük ihtimalle öyle olacak.
Hatta yeni ve farklı tanıklıklar da olabilir. Böyle bir tabloda işleri daha da zorlaşacak olan Erdoğan, ABD ile gerginliği arttırıp dava öncesi ipleri koparmayı hedefliyor.
Böylece 17 Aralık döneminde olduğu gibi “Onlarla kavgalı olduğum için bana hamle yapıyorlar” söylemiyle iç kamuoyunu domine etmeye çalışacak.
Bu esnada ülkeyi daha da içe kapayacak.
İktidardan giderse yargılanacağını bildiği için ülkeyi çökertme pahasına akıl dışı hamleler yapmaya devam edecek.
Erdoğan büyükelçileri kovma hamlesinde aslında krizin büyümesini istiyordu ama diplomatların kıvraklığı ile yangın büyümeden söndürüldü.
Ama kor hala sıcak ve Erdoğan her an yeni bir hamleyle bu yangını tekrar alevlendirebilir. Ülkeyi çökertse bile kendi iktidarını muhafaza etmek için mayınlı sahalarda pervasızca oynamaya devam edecek.
Bu noktada şunu ifade etmekte fayda var: Muhalefetin “Erdoğan ülkeyi yakıp yıkıp gidecek” söylemine katılmıyorum.
Aksine Erdoğan’ın derdi iktidarını ülke yıkılsa da muhafaza etmek. Bu konuda en büyük güvencesi 15 Temmuz bahanesiyle TSK, yargı ve poliste yaptığı kadrolaşma.
O yüzden, büyükelçileri kovma krizi nispeten az hasarla atlatılmış gibi gözükse de yeni krizler kapıda. Erdoğan bilerek isteyerek, iradi olarak mayınlara basmaya devam edecek.
Ancak seçenekleri giderek azalıyor.
Çünkü birçok “mayına” zaten bastı. Geriye en tehlikeli mayın kaldı. Yalnız bu seçenek çakma darbe yaptırmaya da benzemiyor çünkü son mayın yani “çakma suikast” gerçekten tehlikeli bir seçenek.
Sonuç olarak, krizi bitti diye sevinmeyin. Erdoğan iktidarını muhafaza etmek için tehlikeli sahalarda dolaşmaya devam ediyor.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***