Bu yazımda mesleki gözlemlerimi aktarmaya çalışacağım. İlk olarak dedemin Galata civarında başlamış olduğu elektrik malzemeleri üretimi yapan bir aileden geliyorum. Aile mesleğini, orta ölçekli bir KOBİ’de yaklaşık 23 yıldır yönetici olarak devam ettiriyorum.
Bu ay sonu itibariyle Galata’daki mağazamızı kapatma kararı aldık. Ailemin 71 yıldır Galata’da olan varlığı sonlanacak. 6 yaşında kısa şortla geldiğim Bankalar Caddesi esnaflığı bundan sonra daha başka bir boyuta dönüşecek…
Dediğim gibi geçmişten beri üretim yapan bir aileden geliyorum. Şu an çalıştığım yer de sayısı artık iyice azalan yerli bir üretici firma…
Babam dönemin en büyük sanayicilerinden olan Hayk Değirmenci’nin (HACO FİRMASI) yanında çalışmaya başlamış. Daha sonra montaj şefliğine yükselmiş. 1974 yılında da kendi iş yerini açarak yerli ürünler imal etmeye başlamış.
O yıllarda küçük bir çocuktum. Babam, montajlanacak küçük ürünleri eve getirir, birlikte üretim yapardık. Annemin hazırladığı yemeklerle dolu olan çanta ile sabah erkenden vapura biner, Okçu Musa Caddesi’nden Merkez Bankası’nı geçerek Şişhane’ye yakın yerde olan iş yerimize yürürdük. Bizi yolda gören esnaf sabahın o saatinde babama seslenirdi: “Agop Usta, bize 3 kutu Simit Floresan duyu hazırla. Çocuğu yollayacağım…”
Günlük üretimimizin neredeyse hepsini sabah karşılaştığımız insanların siparişlerinden tamamlardık. İlerleyen dönemlerde başka üretimlere geçtik. Daha sonra ise iş yerimizi dedemin 1960’lı yıllarda aldığı yere taşıdık.
Babam benim yetişmem adına kendi yanında çalıştırmanın dışında başka yerlerde de işe koydu. Bazen çay götür getiri yaptım, bazen de bir bakalit presinde çalıştım…
Günlerden bir gün babamın bir dostu Galata’da yer açmak istemiş ve babamdan güvenilir birini bulması için rica etmiş. Babam beni karşısına aldı ve “Oğlum, senin elin az işliyor ama çenen fazla. Artık işler büyüyor. Küçük üreticiler zorlanacak. Seni Metin Bey’in yanına vereyim. Pazarlama ve satış öğrenirsin” dedi…
O esnada Elektrik Bölümü’nde okuyordum. Bu durum bana da cazip geldi. Babamdan 4 kat fazla para veriyordu. Hem de her hafta…
O günden sonra hep bir emekçi olarak, istikrarlı bir şekilde çalıştığım yerlerde devam ettim. Yaşımdan dolayı Galata’yı, Bankalar Caddesi’ni ve tabi hem alaylı hem de eğitimini almış biri olarak elektrik piyasasını en iyi gözlemleyip anlatacak insanlardan biri olduğumu düşünüyorum…
Bahsettiğim yıllar yerli üreticinin altın yıllarıydı. Sürekli üretime ihtiyaç vardı. Yeni gelişen bir ülkede bu çok önemliydi. Ne imalatı olursa olsun, imalat yapmayı becerebiliyorsanız para kazanma şansınız vardı. Yani çalışmanın karşılığını aldığınız zamanlardı.
Fakat 90’lı yıllarda Avrupa ürünleri piyasaya daha ağırlıklı girmeye başladı. Bu, bir yandan üretimi olmayan ürünlerin diğer imalatlarda kullanılan malzemeleri geliştirmek açısından olumlu bir durumdu aslında.
Kaliteli Avrupa ürünleri, yerli üreticiyi daha doğru bir ürün imal etmeye sevk ediyordu…
Bu durum, ülkeye Uzak Doğu ucuz ürünlerin girmesine kadar sürdü ve sonrasında başka bir yere evrildi. Yerli üreticiler, bu kadar işçiyi çalıştırmak yerine iki konteyner malı getirip, 4 pazarlamacı ve bir depo ile işini görmeyi tercih etmeye başladı.
Hem daha güzel kutulu hem de daha ucuz envai çeşit ürünleri Uzak Doğu’dan bulmak kolaydı. Ürünleri getiren sayısı arttıkça ayrı bir fiyat rekabeti başladı.
Çin’den mal getiren bir arkadaşımın yaşadığı bir durumu sizlere anlatmak isterim. İmalatçı firma satıcısı Türkiye’den gelen alıcıya sorar: “İstediğiniz armatürü kalitesine göre 3 dolar ile 20 dolar arasında bir fiyata satabilirim. Ürünü nasıl bir kalitede ve özellikte istersiniz?” Bu soruya alıcı firmanın verdiği cevap belki de bir dönemin özeti: “Yok yok, bana 1,5 dolarlık ürün olsun…”
Yurtdışından gelen ürünlerin kalite kontrolleri TSE’de düzgün yapılamadığından dolayı, yerli üreticinin rekabet etme gücü çok azaldı. Bu durum, sadece elektrik sektöründe değil, aynı zamanda oyuncak, ayakkabı ve daha birçok sektörde geçerli…
Ürettiğim bir üründe boya işlerimizi yapan bir firma vardı. 2000’li yılların başında 10 kişi çalıştırırdı. 2010’lu yılların ortalarında ne yazık ki teker teker çalışanları çıkardı. Kısa bir süre sonra firmasını kapatmak zorunda kaldı. Benim gibi boya işlerini yaptıran firmalar ne yazık ki iş vermez oldu. Bizim ürünlerin daha ucuzları Uzak Doğu’dan gelince artık satılmaz oldu… İz düşümünün yan sanayilerine etkisini tahmin edersiniz…
2000’lerin ortalarında garip kararların alındığını gördük. Kısa bir sürede ithal bazı ürünlere vergi indirimleri gelirdi. O anda o ürünü getiren birileri – bu birileri her daim ne hikmetse iktidar çevresindendi- nerden haber aldıysalar (tahmin zor değil) ciddi bir kar elde ederlerdi.
Şimdi baktığınız zaman elektrik ve enerji sektörü tam anlamıyla dışa bağımlı hale geldi. Üretimde kullandığınız minicik switch dahi artık ülkede üretilmiyor…
Resmi belgelerde yerli üretim diye geçen birçok ürün aslında yurtdışından demonte getiriliyor ve sonra montajlanarak yerli markaymış gibi pazarlanıyor.
Bugün ise ülke ciddi bir ekonomik krizde. Organize sanayilerdeki fabrika yerleri artık çoğunlukla montaj için veya depo olarak kullanılıyor. Yabancı yatırımcılar “HONDA” gibi ülkeden ayrılmaya başladı…
Yurt dışından ürünler getiren firmalar kar marjlarının vergilendirilmesinden dolayı zaten zorlanırken, şimdi kredilerin ve döviz kurların yükselmesiyle ürünleri getiremez hale geldi.
“Üretime önem vereceğiz. Silikon vadileri kuracağız.” diyen iktidar döneminde henüz bir elektronik direnç imalatı dahi yapılamadığı gibi Cumhuriyet dönemi öncesinden beri üretim yapan firmalar da sektörden çekiliyor.
İktidarın ekonomik istikrar söylemine inanan, çeşitli patronlar dahi çareyi daralmadan buluyor. Bu durumdan özellikle emekçiler ciddi bir şekilde etkileniyor.
Galata, Cenevizlilerden beri tarihi ‘özerk’ bir yer olmuştur. Ülkenin ekonomik durumunun nereye gittiği Ceneviz surları içinde gözlemlenerek fark edilir. Aileden 71 yıllık ve şahsen de 35 senelik, sur içi esnafı olarak söylüyorum. Hiç bu kadar kötü bir dönem yaşanmadı. “Agop usta bana 5 koli asansörlü armatür hazırla.” diyen esnaf artık yok oluyor…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***