Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın işaretiyle AKP’nin gündemine giren sosyal medya düzenlemesi için amaç ‘yalan haberleri engellemek’ olarak sunulsa da yeni bir ‘sansür yasası’ndan korkuluyor.
Erdoğan, 12 Ağustos’ta şöyle demişti: “Sosyal medyaya hiç olumlu bakmıyorum, Meclis’in açılmasıyla birlikte bir çalışmanın yapılması gereğine inanıyorum. Çünkü bunlar salim akılların veya aklı selimlerin hedefini adeta saptırıyor.”
Yalanın tanımı net, ancak Türkiye’deki mevcut atmosfer akıllara ‘Kime göre, neye göre yalan?’ sorusunu getiriyor. Hal böyle olunca yeni yasa yalanla mücadeleden daha çok kapsayıcı bir ‘kontrol mekanizması’nın önünü açabilir.
Nitekim İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yaman Akdeniz, yeni yasa kapsamında hükümetin doğrulamadığı bir haberin yalan haber kapsamında değerlendirebileceği görüşünde.
iktidarın muhtemel hamlesini seçimlere yönelik bir hazırlık olarak gören Akdeniz şöyle devam etti: “Bu tip bir düzenlemenin ana amacı sosyal medya kullanıcılarını susturmak, sindirmek, haber sitelerini ve basın mensuplarını oto sansüre zorlamak ve eleştirel ve karşıt görüşü azaltmak olarak planlanmışa benziyor.”
Akdeniz, Diken’in sorularını yanıtladı.
Kabaca çerçeveleyecek olursak yeni sosyal medya düzenlemesi ne? Neleri içeriyor ve neyi amaçlıyor?
Hükümet yetkililerinin yaptığı açıklamalardan sosyal medya platformları üzerinden ‘dezenformasyon ve yalan haber‘ yapan ve yayanlarla ilgili yeni bir cezai yaptırım getirileceği ve bu yeni suç kapsamında beş yıla kadar hapis cezası öngörüldüğü belirtiliyor. Bu kapsamda dezenformasyon ve yalan içeren haber ve içeriklerin de sosyal medya platformları tarafından 24 saat içinde kaldırılmasının talep edileceği de anlaşılıyor.
Yeni düzenlemede ‘yalan haber’ kriterleri neye göre belirlenecek? Örneğin ekonomi verilerini inceleyen uzmanlar “Ekonomik kriz var” diyerek tweet attıkları için haklarında yasal işlem başlatılmıştı. Ancak verilere bakıldığında uzmanlar doğru söylüyordu.
Ortada herhangi bir taslak veya tasarı olmadığı için bu yeni suç tiplemesinde ‘dezenformasyon’ ve/veya ‘yalan haber’in ne şekilde tanımlanacağı henüz bilinmiyor. Hükümetin doğrulamadığı veya beğenmediği her bilgi bu kapsamda dezenformasyon veya yalan haber olarak değerlendirilebilecek. “Ekonomik kriz var” dediğinizde veya “Orman yangınları sırasında uçaklar kullanılmadı” dediğinizde hükümet aksini söylerse siz yalan söylemiş veya dezenformasyon yapmış olarak değerlendirilebileceksiniz.
Yalanın ‘göreceli’ olduğu bir atmosferde ‘yalan haber’ ya da ‘dezenformasyon’ gerekçesiyle uygulanacak yaptırımlar, halkın haber alma özgürlüğünü nasıl etkileyecek? Haberi yazanları otosansür uygulamaya iter mi?
Olgu aktarımı yaptığınız durumlarda bile eğer hükümet yetkilileri aksini söylerse siz yalan haber yapmış veya dezenformasyon yapmış olabileceksiniz. Değerlendirmelerin objektiflikten uzak ve sübjektif olarak yapılacağı bir suç tiplemesiyle karşı karşıya kalma ihtimalimiz yüksek.
Bu senaryoda basının haber yapması da vatandaşların sosyal medya üzerinden herhangi bir haber hakkında yorum yapması, fikrini beyan etmesi veya hükümet politikalarını eleştirmesi de zorlaşacak çünkü hakkınızda her an bir dezenformasyon veya yalan haber soruşturması açılabilecek.
Söz konusu yasayla gazetecilerin ya da medya kuruluşlarının yanısıra Twitter, Facebook, Instagram gibi platformları kullanan vatandaş nasıl etkilenecek?
Eğer Türkiye’de sosyal medya platformlarını kullanıyor ve hükümeti veya hükümet yetkililerini eleştiren ve sorgulayan içerikler yazıyor ve paylaşıyorsanız, böyle bir suç kapsamında soruşturulmanız an meselesi olacak.
Biz İfade Özgürlüğü Derneği için Ozan Güven’le birlikte hazırladığımız ‘Fahrenheit 5651: Sansürün Yakıcı Etkisi’ başlıklı EngelliWeb 2020 raporunda 2018-2020 yıllarının toplamında 146 bin 712 sosyal medya hesabının yasal merciiler tarafından incelendiğini ve 68 bin 672 hesap hakkında yasal işlem yapıldığını belirtmiştik. 2020 içinde ise toplam 75 bin 292 sosyal medya hesabı incelenmiş ve 32 bin 390 hesap hakkında da yasal işlem yapılmış. Bu yasal işlemlere istinaden 2 bin 397 kişi gözaltına alınmış, 77 kişi ise tutuklanmış.
Bu verilere göre zaten çok fazla vatandaş hakkında sosyal medya paylaşımlarına istinaden soruşturma yapıldığı ve soruşturmaların büyük bir kısmının da yargıya intikal ettiği görülüyor. Planlanan yeni dezenformasyon suçuyla bu sayılar daha da artacak.
Sosyal medya üzerinden yayılan yalan haberlere karşı atılması gereken asıl adım ne?
Her sorunun çözümü üzerinde fazla düşünmeden yasal düzenleme yapılması, yeni suçlar üretilmesi ve vatandaşların cezalandırılması asla olamaz. Türkiye’de ise hükümet karşılaştığı tüm soruları cezalandırma yoluyla çözmeye çalışıyor. Yalanla veya dezenformasyonla mücadelede de çözüm tek noktada ve cezalandırmayla olmamalı. Tüm dünyada bu konu geniş kapsamlı olarak tartışılıyor, net bir çözümü olmamakla birlikte baskıcı ve otoriter ülkelerde cezalandırma yoluna gidildiği görülüyor.
5651 sayılı yasada zaten hakaret ve yalan haber üzerine yaptırımlar mevcut. Neden yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duyuluyor?
5651 sayılı kanun erişim engelleme ve içeriklerin yayından çıkartılması odaklı bir yasa olmakla birlikte herhangi bir yeni suç tipi içermiyor. Hedef aldığı süjeler de içerik, yer, internet servis sağlayıcıları ve sosyal ağ sağlayıcıları. Çocukları zararlı içerikten koruma, milli güvenlik ve kamu düzenini koruma, kişilik haklarının ve özel hayatın gizliliğini korumak için tedbir amaçlı olarak erişim engelleme ve içeriklerin yayından çıkartılması yaptırımlarını içeriyor. EngelliWeb 2020 raporumuzda her bir yaptırımı ayrı ayrı değerlendirdik ve zaman içinde her birinin ayrı ayrı nasıl bir sansür mekanizmasına dönüştürüldüğünü detaylandırdık.
Şimdi ise Türk Ceza Kanununa eklenmesi düşünülen yeni bir suç tiplemesiyle ve hapis cezasıyla karşı karşıyayız. O bakımdan tamamen farklı bir yaptırıma odaklanmış durumda hükümet yetkilileri.
İktidar kendi lehine olacak şekilde yeni bir suç mu yaratıyor?
Evet, bu tip bir düzenlemenin ana amacı sosyal medya kullanıcılarını susturmak, sindirmek, haber sitelerini ve basın mensuplarını oto sansüre zorlamak ve eleştirel ve karşıt görüşü azaltmak olarak planlanmışa benziyor. Tüm bunlar bir sonraki genel seçimlere yönelik bir hazırlık olarak görülmeli.
Hiçbir şeyin durup dururken ortaya çıkmadığını, pandemi döneminde artan eleştirilerin 2021 içinde Sedat Peker’in açıklamalarıyla artması ve orman yangınlarıyla zirve yapması sonrasında atılan bu adım ve yeni düzenleme ‘müjde’si o bakımdan hiç de şaşırtıcı değil.
İktidar gerçekten iddia ettiği gibi yasayı düzenlerken Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) uyumlu hareket edecek mi?
Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdindeki ifade özgürlüğü karnesinin uzun yıllardır çok zayıf olduğu ortada. Türkiye, basın ve ifade özgürlüğü konusunda Avrupa Konseyi’nin daima en kısıtlayıcı üye devletlerinden birisi olagelmiştir.
AİHM’deki sicili açısından bakacak olursak, AİHS’nin ifade özgürlüğüyle ilgili 10. maddesinin ihlaline ilişkin 1959-2020 yıllarında verilen toplam 925 kararın 387’si Türkiye hakkında. Yani yüzde 41,83’ü. Bu sayıyla Türkiye, hakkında 95 ihlal kararıyla Rusya’yı, 40 ihlal kararıyla Fransa’yı ve 35 ihlal kararıyla Avusturya’yı geride bırakarak açık arayla birinci. Mahkemenin kararlarının da Türkiye tarafından uygulanması açısından ciddi sorunlar olduğu ve Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararlarının ağır ihlal kararlarına rağmen uygulanmadığını da unutmamak gerekir.
Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde hükümetin AİHS’ye uyumlu hareket edeceğini söylemesi hiç inandırıcı değil. Dahası tamamen dezenformasyon olarak değerlendirilmesi gerekir çünkü özellikle ifade ve basın özgürlüğü söz konusu olduğunda Türkiye’nin AİHS’ye uyumlu hareket ettiğini söylemek mümkün değil.
İktidar ‘dezenformasyon’a karşı yaptığını öne sürdüğü yasayı kamuoyuna anlatırken ‘dezenformasyon’ mu yapıyor yani?
Evet, AİHS’ye uyumlu hareket edeceğini beyan ederken, başka ülkelerde de benzer yaptırımlar ve suç tipleri olduğunu beyan ederken, Almanya örneğinden bahsederken hükümetin dezenformasyon yaptığı söylenebilir. Bu alışagelmiş siyasi yaklaşımın ise dönüp de dezenformasyon suçunu meşru kılmak için kullanılması ise kendi içinde fazlasıyla çelişkili.
Yalan haberi takip edecek denetleyici bir merkezin kurulmasından da bahsediliyor. Bu mümkün mü?
Türkiye’de her şey mümkün. BTK’dan RTÜK’e istemediğiniz kadar içerik düzenlemeye yetkili kurum var. Bunlardan bir tanesi veya bir ‘Dezenformasyonla Mücadele Kurumu’ pekala kurulabilir, hiç şaşırtıcı olmaz. Bu kurum veya yapının görevi de dezenformasyon ve yalan haberle mücadele etmek, bu tip içerik ve haberleri tespit etmek, savcılıklara soruşturma için ve sosyal medya platformlarına da kaldırmaları için bildirmek olabilir.
AKP’nin öne sürdüğü argümanlardan biri de ‘örgütlü’ hareket etmek. Buna verilebilecek aklımıza ilk gelen örnek iktidara yakın troller. Bu düzenleme onları da hedef alacak mı? Yoksa sadece muhalefet mi hedef alınacak? Örneğin bir bilgiyi, bir haberi RT’lediğimizde biz de o ‘örgütlü’ hareket edenler içinde mi olacağız? Aslında orada niyetimiz haberi duyurmak. Kime göre, neye göre ‘örgütlü’?
Ortada bir taslak veya tasarı yokken, yapılan açıklamalardan ‘örgütlü hareket etme’nin ne anlama geldiğini anlamak pek mümkün değil. Belli bir örgüt bünyesinde hareket etmekten mi bahsedildiği veya zincirleme olarak bir dezenformasyon girişimi veya yalan haberin yayılmasının örgütlü ve bilinçli olarak yayılmasının sağlanması mı kast ediliyor tam belli değil.
Her halükarda mevcut soruşturmaların büyük bir kısmı, keza erişim engelleme ve içerik çıkartma kararlarının da büyük bir kısmı muhalif medya ve kesimi hedef almakta. Bu yeni suçun da hedef kitlesi muhalif kesim olacaktır, bundan herhangi bir şüphem yok.
KAYNAK: DİKEN – AYŞEGÜL KASAP
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***