YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK
Hadiseleri doğru muhakeme etmek, tutarlı öngörülerde bulunmak, isabetli kararlar vermek çoğunlukla hangi zihniyette olduğumuzla ilgilidir. Bilinçaltı motivasyonlarımız, tutkularımız, korkularımız bilgiyi yorumlayışımızı şekillendiriyor. Bazı bilgileri, fikirleri dostumuz gibi gördüğümüz için kazanmalarını ister ve onları her durumda müdafaa ederiz. Bazı bilgileri ise düşman kabul eder ve onlarla mücadele ederiz.
Fark etmiş olabilirsiniz, hakem tuttuğumuz takım aleyhine penaltı kararı verdiğinde o kadar hırslıyız ki hakemin yanlış karar verdiğini düşünürüz. Fakat hakem diğer takım aleyhine penaltı verdiğinde iyi bir karar, tartışılacak bir durum yok deriz. Ya da tartışmalı bir siyasi konuyla ilgili bir makale okuduğumuzda, Türkiye’de işsizlik gibi, işsizliğin var olduğuna inanıyorsak ve de araştırma Türkiye’de işsizlik sorunu olmadığı yönündeyse o zaman bu araştırmanın taraflı hazırlandığına, bilgilerin doğru olmadığına inanmak için yüksek bir şekilde motiveyizdir. Ama bu araştırma, işsizlik var diyorsa, bizin için iyi bir araştırmadır.
Şöyle de diyebiliriz, sağduyumuz hangi tarafın, hangi görüşün, hangi grubun kazanmasını istiyorsa ona göre bilinçsiz bir şekilde etkileniyor. Bu durum bizim sağlığımızı, ilişkilerimiz hakkındaki düşüncelerimizi ve nasıl oy vermeye karar verdiğimizi ve de nelerin adil veya etik olduğunu düşündüğümüzü şekillendiriyor. Bunun korkunç yanı ise bilinçsizce yapılıyor olması. Yani objektif ve adil olduğumuzu düşünerek masum bir insanın hayatını yerle bir edebiliriz.
Bu zihniyetin tarihteki örneğini görmek için 19. yüzyıl Fransa’sına bakabiliriz. Zararsız bir kâğıt parçasının masum bir insanın hayatını nasıl yerle bir ettiğine. 1894 yılında Fransız Genelkurmay subayları, atık kağıt kutusunda buldukları kağıt parçasını bir araya getirdiklerinde bir subayın Almanya’ya askeri sırları sattığını fark ettiler. Büyük bir soruşturma başlatıldı ve şüpheler hızlıca tek bir kişiyi gösterdi: Alfred Dreyfus. Temiz bir sicili vardı, geçmişte yaptığı bir yanlış yoktu, sırları satmak için bir nedeni de yoktu. Fakat Dreyfus o rütbedeki tek Musevi subaydı ve Fransız ordusu o sırada fazlaca Musevi karşıtıydı.
Dreyfus’un el yazısı, nottaki el yazısı ile karşılaştırıldı ve benzer olduğuna karar verildi. Dışarıdan bakan profesyonel el yazısı uzmanları benzerlikten çok da emin değildi ama bu sorun olmadı. Dreyfus’un dairesine gittiler ve casusluk yapıldığına dair delil aradılar, dosyalarını incelediler ve hiçbir şey bulamadılar. Bu durum ise onları Dreyfus’un yalnızca suçlu olduğuna değil delilleri onlar bulmadan önce sakladığı için sinsi olduğuna da ikna etmişti. Sonra ise suçlayıcı detaylar için özel hayatına baktılar. Öğretmenleriyle konuştular ve yabancı diller okuduğunu öğrendiler. Bu tespit Dreyfus’un ileriki hayatında yabancı devletler ile gizlice anlaşma isteğini açıkça göstermiş oldu. Aynı zamanda öğretmenleri Dreyfus’un çok iyi hafızası olmasıyla tanındığını söyledi ki bu da yeterince şüpheliydi. Çünkü, bir casusun birçok şeyi hafızasında tutması gerekir. Sonuç olarak dava başladı ve Dreyfus suçlu bulundu.
Bu hadisede dikkat çekici olan şey ve bu yazının da ana konusu, subayların Dreyfus’un suçlu olduğuna çok kolay ikna olmalarıydı. Ona komplo kurduklarını, iftira attıklarını varsayabilirsiniz. Fakat tarihçiler böyle düşünmüyor. Bilindiği kadarıyla subaylar Dreyfus’a karşı olan davanın güçlü olduğuna inanıyorlardı. Bu durum da doğal olarak bizleri merak ettiriyor. İnsan zihni bu kadar değersiz delilleri bir insanı mahkûm etmek için nasıl yeterli bulabilir? Bilim adamları bu meseleye “gerekçeli muhakeme” adını veriyor. Bu hadisede bilinçaltı motivasyonlarımız, tutkularımız, korkularımız bilgiyi yorumlayışımızı şekillendiriyor.
Tıpkı Cemaat mensubu olmakla suçlanan insanların suçlanması ve cezalandırılmasında olduğu gibi. İktidarın oluşturduğu nefret söylemi, yalan ve iftira ortamı, insanların bilinçaltında cemaat mensuplarına karşı önyargı oluşturdu. Hadiseler de bu önyargılara göre yorumlanıyor.
Neyse ki Dreyfus için hikaye burada bitmiyor. Albay Colonel Picquart da Fransız ordusundaki bir başka yüksek rütbeli subay ve diğer birçok insan gibi Dreyfus’u suçlu sandı. O da ordudaki birçok insan gibi Musevi karşıtıydı. Fakat bir noktada Picquart şüphe duymaya başladı: “Ya hepimiz Dreyfus hakkında yanılıyorsak?” Picquart, başka bir subayın el yazısının kağıt parçasındaki yazıyla tam olarak eşleştiğini tespit etti ve hala Almanya için casusluk yapıldığına dair bulgular ortaya koydu. Bu bulguları üstlerine götürdü fakat ya umursanmadı ya da bulguları açıklamak için karmaşık açıklamalar yapıldı. “Bize tek gösterdiğin, Dreyfus’un yazısını taklit edebilen bir başka casusun daha olduğu ve Dreyfus’un bıraktığı yerden devam ettiği. Ama Dreyfus hala suçlu,” dediler. Sonuç olarak Picquart, Dreyfus’u temize çıkardı fakat bu iş 10 yılını aldı. Bu sırada kendisi de orduya itaatsizlik sebebiyle hapse girdi.
Picquart’ın yaptıkları çok daha değerli. Çünkü o da diğer subaylar gibi aynı önyargılara sahipti. Fakat gerçeği açığa çıkarma isteği önyargısının önüne geçti.
Bazen bazı insanlar nasıl oluyor da kendi önyargıları ve motivasyonlarını bir kenara bırakarak gerçekte ne olduğunu ve delilleri olabildiğince objektif bir şekilde görebiliyorlar? Cevap tamamen duygusal. Ne kadar zeki olduğunuz ya da ne kadar bilgili olduğunuzla alakalı değil. Nasıl hissettiğinizle ilgili.
Cemaat mensubu olanlarla ilgili yargılamalarda gördüğümüz de tam olarak bu. Hâkimi, savcısı, emniyet mensubu, kamu görevlisi, gazetecisi, sade vatandaşı önyargılarıyla suçlu kabul ettikleri için, aslında masumiyetin delili olan bilgi, belge, bu zihniyet sahiplerinde var olan motivasyon nedeniyle, suç delili olarak kabul edilebiliyor.
Örneğin Dink’in öldürülmesiyle ilgili dava. Mahkeme heyeti öncelikle kafasında kimlerin suçlu olduğuna karar vermiş sonrasında da delilleri kafasındaki bu kabule göre yorumlamış. Mahkemenin suçlu dediği Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer’in suçlu olmasına gerekçe gösterilen eylemler, Celalettin Cerrah ve Engin Dinç için beraat gerekçesi yapılmış. Eylemlerin suç olup olmaması kişilerin ismine göre değişmiş. Bu konuyu detaylı olarak yazdığımda ne demek istediğim daha net görülecek.
Özetle hissetme şeklimizi değiştirmeliyiz, bir konu hakkında yanıldığımızı fark ettiğimizde utanç duymak yerine doğruyu bulduğumuz için memnun olmalıyız.
Ya Dreyfus’lar hakkında yanılıyorsak…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***