YORUM | M. NEDİM HAZAR
Esasen kadim ve toplumları içten içe bitiren bir problematiktir haset. Tabiri caizse, ilk işlenen günahlardandır çekememezlik ve kıskançlık oyunu. Dünya öncesine kadar uzanır.
Kadimdir… Hz. Adem, İblis tarafından kıskanılmış ve çekememezliğin neticesinde rahmetin fersah fersah ötesine savrulmuştur. Döngü kısa süre sonra hemen yaşanır, Kabil ile yeryüzünde hemen tekrar sahnelenip ve sonrasında tarih boyu tekrar ettiğini görürüz.
Kabil, Habil’i çekemez; Firavun, Hz. Musa’yı…
Hz. İsa da kurtulamaz bu derin hastalığın sahiplerinden, Hz. Peygamber Efendimiz (sas) de.
Haset, sahiplerinin kendi ufuklarını karartmakla beraber, hayatlarını azaba çevirir bir şekilde. İyiliklere, kötülük; hayırlara, şer yaftasını yapıştırıp kendilerini öyle kandırırlar. Elde ucu keskin ve ağır, yıkıcı edevatla yürürler iyi olanın üzerine. Dünya bir tür şer arenasına döner bu rahatsızlığın yüzünden.
Bu marazın yol haritası da bellidir. İnsanı içten içe kemiren sıradan bir kıskançlık duygusu bir süre sonra harekete geçer hazımsızlığı yedeğine alarak çekememezlik yükünü giderek ağırlaştırır. Minik bir kartopunun yuvarlanarak büyümesi gibi lanetli bir ağırlığa dönüşür ve ruhun üzerinden adeta bir silindir gibi geçerek muazzam hezeyanlara dönüşebilir.
Eskiler ne şahane demişler:
“Kıskançlık; kıskanılandan çok kıskanana zarar verir.”
Bir kere vicdan yara almıştır ve güzellikler, iyilikler rahatsız etmeye başlar haset sahibini. Muhatabındaki her haslet onu rahatsız eder ve bir bumerang misali kendi kendine zarar verircesine homurdanmaya başlar.
Uykuları kaçar ki, nefret tam da böylesi alanlarda kendine yaşam alanı bulur. Halkın ve Hakk’ın teveccühlerini sorgulamaya başlar. Belalar, kahırlar ile önce pasif bir duruşa geçer. Ardından eyleme geçirir bu maraz sahibini.
Hiçbir şeyi gözü görmemeye başlar.
Varsa yoksa hasmının sahip olduklarıdır. Kendisinin de sahip olması adına bir çaba içerisinde olmaktansa, sahip olanların kaybetmeleri daha önemlidir bu durumda.
Bırakınız eşit şartlarda hayırda koşturmayı, rekabet etmeye bile tahammülü yoktur.
Tahrip ve yıkım öncelikli olur haset sahibi için. Marazı gerekçelendirmeye, üzerini başka şeylerle örtmeye çabalaması ise bir noktadan sonra komik kaçar. Ve gücü nispetinde korkutucu da olur. Hasedin döndürdüğü gözden bu nedenle sakınmak lazımdır. Muazzam bir hezeyan hafakanı içinde yuvarlanıp durur çünkü. Gökyüzü daima kasvetli, havası sürekli elektrikli olduğundan ruh hali giderek bozulur.
Ve ne acı ki bir süre sonra ayrıntılar önemsizleşip, olumsuzluk standart donanıma dönüşür hâsidde. Artık neredeyse bütün iyiliklere düşmandır ve bütün güzellikler onu rahatsız etmeye başlamıştır. “Ateş odunu yakıp kül ettiği gibi, haset de iyilikleri öyle yer bitirir” şeklinde anlatılır Ebû Davud ve İbn Mâce’de.
Taberânî’de ise Efendimiz’in şu muazzam cümleleri nakledilir: “Benim ümmetime de geçmiş milletlerin hastalıkları bulaşacaktır; o hastalıklar, şımarıklık, küstahlık, servet çokluğuyla övünme, birbirine sırt dönüp uzaklaşma ve çekememezlikti.”
Bugünlerde içi boşaltılan kurumların yerine yüksek binalarla övünenlerin devranını yaşıyoruz. Haset ile tepeleyip, tar ü mar ettikleri ülkenin üzerine diktikleri içi boş yüksek yapılarla gurur duyuyorlar ve buna “500 yıllık gurur” diyebiliyorlar.
Oysa değil 500, 5 bin yıldan bile eski bir marazdır bu.
Kadim bir hastalık.
İlk insandan beri yaşanan…
Kibir, haset ile birleşince yakın ve uzağı görmek imkansız. Tüm mesafeler bulanıklaşıyor maalesef ve ideolojinin körlüğü idrak felcine de yol açıyor.
Sonrası ise yaşadığımız günler işte…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***