Türkiye’de yaşanan hak ihlalleri üzerine tartışmalar yaşanırken, yargıya olan güven duygusu da giderek düşüyor.
Avukat Orhan Kemal Cengiz, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Anayasa Mahkemesi kaaptılsın” çağrısını yaptığı bugünlerde Türkiye’deki yargının geldiği noktayı, hukukun üstünlüğü kavramını ve Anayasa Mahkemesi üzerine Hak ve İnsan’ın sorularını yanıtladı.
Orhan Kemal Cengiz’e yöneltilen sorular ve öne çıkan yanıtlar şöyle:
Sizce memleketimizde “Hukukun üstünlüğü” deyince ne anlaşılıyor? Genel bir tablo çizmek mümkün mü?
Türkiye’de yaygın olan şey hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukukudur. Yani o gün kim gücü elinde bulunduruyorsa, hukuku da kendi amaçlarına, inançlarına, dünyayı algılama biçimine göre eğip bükmek istiyor. Bunu yaparken de karşılarında muhatap olarak gönüllü işbirliği yapan yargıçlar ve savcılar bulabiliyorlar. Mesela bir bakıyorsunuz, yargıçlar devletin “âli menfaatlerini” korumaktan söz edebiliyorlar. Kendi mesleğine saygı duyan hiçbir hukukçunun devletin “âli menfaatlerini” korumak gibi bir vazifesi olamayacağını düşünüyorum. Hukukçular hukukun üstünlüğünü, adil yargılamayı, temel insan hak ve özgürlüklerini korumakla görevlidirler. Devletin menfaatleri gibi şeylerden söz ettiğinizde, siz aslında o anki konjonktürde siyasal iktidarın veya güç odaklarının pozisyonlarını korumaktan, onlarla uyumlu bir şekilde çalışmaktan söz ediyorsunuz ve bana sorarsanız, maalesef, bunları yaptığınızda da mesleğinize ihanet ediyorsunuz.
Ülkemizde hukukun üstünlüğü neden genel olarak kabul edilen standart yaklaşımların dışına çıkıyor?
Türkiye’de çok sınırlı zamanlar hariç hep bir “olağanüstü” hal havası ve zihniyeti hakim. Türkiye bir türlü, üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülke olma psikolojisini aşamadı. Üstelik bu “düşmanlar” sadece ülkenin dışındakilerle de sınırlı değil. Bu düşmanların “dahili” uzantıları var. Ülke içindeki bazı insanlar bir suç işledikleri iddiasıyla yargıyla karşı karşıya geldiklerinde “sanık” olarak değil de “düşman” olarak muamele görüyorlarsa orada “bir tür düşman ceza hukuku” devreye giriyor. Yargı karşısında “sanık” yerine “düşman” gördüğünde, artık haklar ve özgürlükler çok kolay şekilde sınırlanabilir hale geliyor. Çünkü karşılarında o haklara layık olmayan insanlar görüyorlar. Olağan hukuk kuralları çok rahat bir şekilde çiğnenebilir bir hale geliyor. Çünkü karşınızda “düşmanlar” var ve bir şekilde bu düşmanların ortaya koyduğu tehlikeyi bertaraf etmeniz gerekli. İşte Türkiye bu haleti ruhiyeden hiçbir zaman tam olarak çıkamadı. Neredeyse her dönem yeni düşmanların tanımı değişiyor ama düşman ceza hukuku uygulaması değişmiyor.
Anayasa Mahkemesi’nin görevi nedir?
Anayasa Mahkemesinin hali hazırda iki tür görevi var. Bir tanesi çıkarılan yasaların Anayasaya uygunluğunu denetlemek. Öbürü de kişilerin gerçekleştirdikleri bireysel başvuruları incelemek. Maalesef halihazırdaki konjonktürde bu iki görevini de layıkıyla yerine getirebildiğini söylemek mümkün değil. Anayasaya açıkça aykırı yasalar ve hukuki düzenlemeler rahatlıkla yapılabiliyor. AYM’nin bunlara göz yumduğuna tanık oluyoruz. Bunlar önüne geldiğince açıkça Anayasa’ya
aykırı hükümleri görmezden gelebiliyor. Aynı şekilde önüne gelen bireysel başvurularda da, giderek artan orandan bir gözünün siyasal iktidara çevrili olduğunu, iktidarı rahatsız edecek kararlardan ciddi şekilde kaçındığına tanık oluyoruz.
Anayasa Mahkemesinin kapatılması söz edildiğinde hangi teorik sonuçları ortaya çıkıyor?
Anayasa Mahkemesinin kapatılmasını isteyenler, kontrolsüz bir şekilde güç kullanmak istiyorlar. Mutlak bir iktidara sahip olmak ve hiçbir konuda hesap vermemek derdindeler. Şeffaflığın, hesap vermenin ve hukuki denetimin ortadan kalktığı bir ülkede artık demokrasiden söz edilemez. Demokrasi yalnızca gidip insanların oy kullanması değildir. Demokrasi aynı zamanda o ülkedeki
kuvvetlerin birbirinden ayrıldığı; hangi konum ve mevkiye sahip olurlarsa olsunlar, yanlış yapanların hesap verdiği bir rejimdir. “Ben seçildim, yasama da benim, yürütme de, yargı da; bütün güçler benimdir” dediğinizde şekli olarak o rejimi nasıl tanımlarsanız tanımlayın, artık özü itibariyle demokrasiden sapmış, otoriter ve totaliter rejimlerden söz ediyorsunuz demektir.