Diplomaside ziyafet şatafatlıysa ya kutlanmayı hak eden bir sonuç vardır ya da örtülmesi gereken bir hezimet. Irak Başbakanı Mustafa Kazımi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ancak dördüncü daveti üzerine Türkiye’ye gelebildi. Kazımi 17 Aralık’ta cumhurbaşkanlığı sarayında Irak türkülerinin seslendirildiği yemek dâhil çok özel bir ağırlamayla karşılaştı. Ziyaretin ardından pembe bir tablo çizildi. Bağdat’a veda etmek üzere olan Türk Büyükelçisi Fatih Yıldız ziyaretin iki tarafı da mutlu ettiğini belirtti.
Görüşmelerde Suriye-Irak sınırını kapatacak şekilde “güvenlik kuşağı” olarak kurgulanan Ovaköy’den sınır kapısı açılması, hasar gören Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı’nın açılması, Irak-Türkiye arasında demiryolu ve Basra Körfezi-Zaho arasında otoyol gibi stratejik projeler konuşuldu. Ortak basın toplantısında Kazımi Türkiye’yi Irak’ın yeniden inşasına daha fazla ortak etmekten bahsederken bu projelere değinmedi.
Erdoğan, “Ortak düşmanımız DEAŞ (İslam Devleti-İD), PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ve FETÖ terör örgütleriyle mücadelemizin sürdürülmesini kararlaştırdık” derken Kazımi dikkatli bir dil kullandı. PKK’yi anmadan Irak toprakları üzerinden Türkiye’yi tehdit eden oluşumlara müsamaha gösterilmeyeceğini ve istikrarı tehdit eden terör örgütlerine karşı birlikte çalışılacağını söylemekle yetindi. Şengal anlaşmasını ve Peşmerge’nin Rojava’dan geçen silahlı gruba müdahalesini ortak mücadeleye örnek gösterdi. Üslup iki liderin meselelere yaklaşımındaki farklılıkları da ele veriyor.
Ortaya çıkan bazı detaylar ziyaretin sadece zevahiri kurtardığını ama ciddi konularda açılım getirmediğini gösteriyor. Fırat ve Dicle suyunun paylaşımıyla ilgili kriz kronik karakterini korurken sınır ötesi askeri hareketler ikili ilişkilerde ciddi bir kambur olmaya devam ediyor.
Irak heyetinde yer alan Duhok Valisi Ali Teter’e göre Kazımi sınır ötesi askeri harekâtlara atfen Türkiye’den Irak’ın iç meselelerine müdahale etmemesini istedi. Erdoğan da PKK’nin bölgeden çıkarılması gerektiğini yineledi. Erdoğan ayrıca “ikinci Kandil oluyor” diye hedef aldığı Ezidi yurdu Şengal’de Bağdat ile Erbil arasında varılan anlaşmanın benzerini Mahmur için istedi.
Diyalogun gidişatı gösteriyor ki, ekonomik ilişkiler nereye varırsa varsın Türkiye’nin Kürtleri baskılama siyaseti, Bağdat-Ankara ilişkilerine ecel terleri döktürmeye devam edecek. Şengal’deki anlaşma Türkiye’nin istediği kapıya çıkmamışken masaya bir de Mahmur konuluyor. Şengal’de hedef-sonuç uyumsuzluğu Bağdat-Ankara arasındaki ayrışmaya da ışık tutuyor.
Şengal anlaşması bölgeye merkezi güçlerin konuşlandırılmasını, Ezidilerden 2 bin 500 kişilik polis gücünün oluşturulmasını, bağımsız bir kaymakamın atanıp yerel idarenin gözden geçirilmesini ve yeniden imarı öngörüyordu. İD istilası karşısında PKK’nin Ezidilerle kurduğu Şengal Direniş Birlikleri (YBŞ) ve Şengal Demokratik Özerk Meclisi’ne (ŞDÖM) son verme beklentisiyle Ankara gelişmeden memnundu. Fakat uygulama Ankara’nın istediği türden bir temizliğe işaret etmiyor.
Al-Monitor’a konuşan ŞDÖM Diaspora Eş Başkanı Fikret İgrek’e göre 8 Kasım’da Bağdat’ın Şengal’e gönderdiği heyetle görüşmede SDÖM ve YBŞ temsilcileri, Ezidilerin içinde olmadığı hiçbir anlaşmayı kabul etmeyeceklerini bildirdi. 15 Kasım’da farklı kesimlerden Ezidiler, Bağdat’ta hükümet yetkililerine Irak anayasası çerçevesinde Ezidilerin kendi kendilerini yöneteceği bir çözüm istediklerini söyledi. Ancak ne özerklik ne de YBŞ’nin korunması talebi karşılık buldu. Ardından 19 Kasım’da 7-8 bin Irak askeri Suriye-Irak sınırında 80 kilometrelik bir şeride yerleştirildi. 21 Kasım’da Iraklı komutanlar YBŞ’den mevzilerini boşatmalarını istedi. Halk direniş çadırları kurunca bundan vazgeçildi. Müzakereler sonucu YBŞ’den 1000 kişinin Irak güvenlik birimlerine yerleştirilmesi kabul edildi. Sıra polis biriminin dağıtılmasına gelince insanlar Asayiş binalarında eyleme geçti. Sorun hâlâ çözülemedi. Sivil özerk yönetim birimlerinin korunması konusunda ise Bağdat esneklik göstermedi.
Al-Monitor’a konuşan Ezidi gazeteci Eyüp Burç ise Kürdistan Demokrat Parti (KDP) ile Kazımi’nin niyetlerinin aynı olmadığını düşünüyor. “Ezidilerin içinde olmadığı her karar onlar için ferman (katliam) olmuştur. 2014’teki soykırımdan sonra Ezidiler için kontrolün kimde olacağı ciddi bir mesele. Bu, potansiyel çatışma konusu” diyen Burç’un öngörüsü şöyle: “Özerk yapılanma Kürdistan yönetiminden çok merkezi yönetimle işbirliği içinde. Hatta Haşd el Şaabi ile dolaylı ilişkileri var. Zaten YBŞ’ye bir süre maaş ödendi. Özerk yapı, sorunu Bağdat’la çözmek istiyor. Haliyle Kazımi’nin yaklaşımı farklı. YBŞ’nin bir kısmı federal asayiş birimine alınıyor. Bir kısmı zaten Haşd el Şaabi içinde. Yani elbise değiştiriliyor. Özerk yönetimin de en azından Hanesor’da kalması gibi bir öneri tartışılıyor, henüz anlaşma yok. Ama özerk birimler bir şekilde merkezi yönetime entegre olacak. Anlaşma gereği kaymakam belki KDP’den olacak. Ama fiiliyatta bazı yerler KDP’nin, bazı yerler Haşd el Şaabi’nin, bazı yerler de YBŞ’nin dâhil olduğu merkezi güçlerde olacak.”
PKK Rojava ile kesişme noktasındaki Şengal’i KDP’den bağımsız bir etki alanı olarak korumak istiyor. 2014 sonrası IŞİD tehdidi de PKK’nin Bağdat’la yakın temasına imkânlar sundu. PKK’nin Erbil’e kıyasla Bağdat’la ilişkilerinin daha yumuşak olduğunu söylemek abartılı olmaz. İran da Haşd el Şaabi’nin sınır hatlarında kalmasını istediği için anlaşmadan hoşnut değil. ABD’nin anlaşmaya desteğinin nedeni federal güçlerin Haşd el Şaabi’nin yerini alacak olmasıydı. Süreç fiili işleyiş bu beklentiyi de karşılamıyor.
Şengal’de fiili durum Ankara’nın istediği gibi olmazken benzer bir senaryo Mahmur’a taşınırsa ne olur?
Irak’ın tam ortasında yer alan Mahmur, BM’nin tanıdığı bir mülteci kampı. Burası 1990’larda Türkiye’de köyleri yakılmış Kürtlerin son meskeni. Bugün nüfusu 12 bini aşan Mahmur’un ahalisi kamptan kampa sürüldükten sonra nihayetinde ne Peşmerge ne de Saddam ordusunun müdahale edebildiği tampon bölgeye inip Karaçok Dağı’nın eteğinde çorak bir alana yerleşti. 2009’da Mahmur ve Kandil’den 34 kişilik bir grup, barış sürecinde iyi niyet adımı olarak Türkiye’ye getirilmişti. Devletle yürütülen bu girişim fiyasko ile sonuçlanmış; gelenler hakkında davalar açılmış, yedisi mahkûm edilmiş, tutuksuz yargılananlar geri dönmüştü.
Yıllar içinde PKK kadrolarının sessiz sedasız “özerk yönetim” icra ettiği Mahmur, 2014’te İD’in kampı işgaliyle gündeme geldi. Mahmur’u kurtaran operasyondan sonra PKK’li savaşçılar kampta kalınca Ankara burayı atış menziline soktu. BM ofisi kampta insanlara mülteci kartı düzenliyor. Ancak insani yardımlar Türkiye’nin baskılarıyla silahlı kampa dönüştüğü gerekçesiyle kesildi. Kürdistan yönetimi de 2019’da Erbil’de Türk istihbarat yetkilisini öldürenlerin Mahmur’la bağlantılı olduğunu öne sürüp yetki alanının dışında kalan kampa ambargo başlattı.
Mahmur’la ilgili Bağdat’ın Ankara’nın baskısına boyun eğmesi halinde üç seçenek konuşuluyor: Irak kentlerine dağıtılmaları, Rojava’ya gönderilmeleri ve üçüncü ülkelere sığınma hakkının tanınması.
Kamp sakinlerinden Azad Dündar’ın tercihi üçüncü bir ülkeye gitmek. Al-Monitor’un sorularını yanıtlarken “Burada bizim için korkudan başka bir şey yok. 1993’te 12 yaşımdayken köyden çıktım. İki yıl sonra Etruş Kampı’ndayken babamı gözlerimin önünde öldürdüler. Ben de çocuklarımın gözleri önünde ölmek istemiyorum. Hep ölüm, ölüm, ölüm… Eğer üçüncü ülke şansı tanırlarsa gideriz” diyor.
BM’den son kimlik kartını iki ay önce aldığını anlatan Azad’a göre durum şöyle: Temmuz 2019’dan beri kamp sakinleri Kürdistan bölgesine alınmıyor. İşçi olarak çalışanlar da gidemiyor. Üniversitede okuyan 300 kadar öğrenci bu sene kayıt yaptıramadı. Kürdistan yönetimi kamp sakinlerine PKK’li muamelesi yapıyor. Irak hükümetinin kontrolündeki yerlere gidebiliyorlar. 2013’ten itibaren altı sene Irak yönetimi ikamet belgesi vermedi. Beş ay önce belgeler yeniden düzenlenmeye başladı. Kampın girişinde BM ofisinde bir bekçi kalıyor. Nöbetçi memur yılda bir kez gelip işlem yapıyor. BM iki yıldır “silahlı militanlar var” diye insani yardım dağıtmıyor. Kamp sakinleri “Gelin bizi koruyun, silahlarımızı bırakalım” diyor ama İD saldırıları tekrarlanmasına rağmen kampı eli silah tutan sakinlerinden başka koruyan yok. İki ay önce İD kampa yeniden saldırdı, dört kayıpla saldırı püskürtüldü. On gün önce bölgedeki Iraklı komutan arayıp “İD size doğru geliyor. Biz gelemeyiz, kendinizi savunun” diye haber verdi. Kampı yine kendi sakinleri savundu.
Azad İD tehdidi sürerken Bağdat’ın kampla ilgili bir tasarrufta bulunmayacağını öngörüyor: “Kerkük hattındaki merkezi güçler Karaçok dağ geçidini koruyacak güçte değil. Burayı ancak biz koruruz. Şu anda bize bir şey dayatamazlar. Ama ‘Silahları bırakın’ diyecek olurlarsa güvenliği sağlamaları gerekir. Bizi dağıtmak için gelirlerse kamp meclisi ve belediyesi seçenekleri değerlendirir.”
Mahmur Kürt sorununu demokratik yollarla çözmek yerine Kürtleri söküp atmayı yeğleyen siyasetin çıkmazını özetliyor. Bu siyaset hem Suriye hem de Irak’la normal bir sayfa açmayı önlediği gibi Batı ile ilişkilerini de etkiliyor.
Yazar: Fehim Tastekin
Kaynak: Al – Monitor