Sağlık Bakanlığı tarafından her ay bütçe gider detayları arasında açıklanan “yap-işlet-kirala” yöntemiyle işletilen “şehir hastaneleri”ne ödenen kira ve hizmet bedelleri, onunla ilgili ortaya dökülen fatura, o kadar isyan ettirici ki içine düşülen dehşetli yanlışı ifade edecek sıfatı bulmak zorlaşıyor. Görüntü, savurganlıktan çok akıl dışı bir tercihin karanlık, ürpertici sonuçlarını yansıtıyor. Şehir hastaneleri için merkezi bütçeden, yani vergi ödeyenlerin sırtından ödenenler inanılmaz boyutlara ulaşırken 25 yıllık sözleşmelerin toplamdaki yükünün ne olacağı tahmin bile edilemiyor.
2020 Temmuz ayında bu hastanelerin işletme hakkını üstlenen firmalara ödenen 4.8 milyar TL’ye (653 milyon USD) ulaşan bedel alarm verici. Yılın ilk yedi ayında ödenen kira ve hizmet bedeli ise 17 milyar TL’ye yaklaştı. Bu tutarın yaklaşık yarısı kira, yarısı hizmet bedeli.
Beş tanesi de 2021’de faaliyete geçecek şehir hastanelerinin üstlenicileri ile yapılan sözleşmeler avro üstünden. Dolayısıyla kurdaki her artış, üstlenici firmalara bütçeden yapılan ödemeleri katlıyor. Devlet, sadece ilk yedi ayda bu firmalara ödediği 17 milyar TL ile 30 adet 1000 yataklı hastane yaptırabilirdi. Bu durum, akıl dışı bir modelin ağır sonuçlarını her gün daha çok ortaya koyarken 25 yıl için yapılmış sözleşmelerden doğan yük, sözleşme süresi bitiminde 200 hatta 250 milyar doları bulabilir.
Sağlığa kolayca erişim, 18 yıldır iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) başından beri önemsediği bir konuydu. AKP’nin ilk yıllarında, dış kaynak girişinin istikrarıyla yakalanan yüksek oranlı büyüme oranları, sağlığa daha çok kaynak ayıracak bir bütçe imkânı da yarattı. Bu rüzgârla, seçmenin daha kolay sağlık hizmeti almasının yolları genişletildi. Erişimden kaynaklanan niceliksel yük, başta doktorlar olmak üzere sağlık çalışanlarına bindirilirken bütçeden artırılan kaynaklar, sağlıkta seçmen memnuniyetini de artırdı. Niteliksel bir sıçramadan çok, niceliksel bir gelişme kaydedildi.
Sağlık hizmetine erişimi artırmakla seçmen memnuniyetinde gözlediği artış, AKP’yi, İngiltere’de deneyimlenen yap-işlet-kirala yöntemiyle şehir hastaneleri yapımına da yönlendirdi. Sağlık Bakanlığı, kendi bütçesinden hastane yatırımı yapmak yerine, üstlenici firmaları, içinde hastane de olan yapı komplekslerinin inşasına özendirdi. Arazi tahsisatı başta olmak üzere cömert teşvikler seferber edildi. Kira bedeline ek olarak, verilen fizik tedavi-rehabilitasyon, radyoloji, radyasyon onkolojisi, patoloji gibi hizmetlerin faturası da “hizmet bedeli” olarak bakanlıktan, sözleşmede belirtilen Avro üstünden tahsil ediliyor. Ayrıca, hastane içinde ve çevresinde yapılan ve yapılacak kafeterya, yemekhane, kreş, servis, otel, otopark, temizlik, diyetisyenlik, hastane bilgi yönetim sistemi de şirketlerce işletiliyor.
İlk örnekleri Adana, Mersin, Isparta gibi güney illerinde faaliyete geçen bu hastaneler ortalama bin yataklı iken İstanbul, Ankara gibi metropollere 3 bin yataklılara varan daha büyükleri yapıldı. Üstleniciler, başta Rönesans, CCN, YDA, Türkerler, Astaldi olmak üzere AKP’nin “gözde” firmaları.
2020 ortalarında hizmette olan şehir hastanesi sayısı 11’i, yatak kapasiteleri 16 bini buldu. Yıl sonuna kadar iki, 2021 sonuna kadar da beş yeni hastanenin hizmete girmesiyle, sayı 2021 sonunda 18’i, yatak kapasitesi de 26 bini bulacak.
Yerli ve yabancı firmalara AVM tarzında yaptırılan şehir hastanelerinde kullanılan yatak sayısı 2020 ortalarında 16 bini bulurken bu hastaneler için 2020’nin ilk yedi ayında yaklaşık 17 milyar TL kira ve hizmet bedeli ödendi. Bu durumda aylık fatura 2.5 milyar TL’yi aşıyor. Temmuz ödemesinin 5 milyar TL’ye yaklaşması yıl sonunda toplam ödemenin 42 milyar TL’yi bulacağı sinyalini gönderiyor. Bu da 2020 için yaklaşık 6 milyar dolar demek. Yıllık ödeme burada kalsa 25 yıllık sözleşmeler için 150 milyar doları buluyor. Ama unutulmaması gereken sadece 2021’de 10 bin yataklı beş hastane daha hizmete girecek. 16 bin yatak için yıllık 6 milyar dolar ödeniyorsa 26 bin yatak için ödeme neredeyse yılda ortalama 10 milyar doları bulacak. Bu da 25 yıl için 250 milyar dolar gibi dudak uçuklatıcı bir yük!
COVID-19 salgınının öncelik alması ile bu büyük savurganlık yeterince gündeme taşınamıyor. Türkiye’nin bu en büyük kara deliğinin baş savunucusu olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir açılış konuşmasında şöyle diyordu: “Ne zaman ki bu ülkede Başbakan oldum, o süreçte hep bunu söyledim. ‘Şehir hastaneleri benim rüyamdır, benim hayalimdir’ dedik ve elhamdülillah o günden itibaren başladık ve şehir hastanelerimizi inşa ederek her geçen gün asgari tüm büyük şehirlerimizde bunları yapacağız.”
Bu konuda en hararetli tartışmalar 2019 sonunda bütçe görüşmelerinde yapılmıştı. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda konu tartışılırken Erzurum’da bin 200 yataklı tam donanımlı devlet hastanesinin 30 milyon TL bedel aşımına karşın 213 milyon TL’ye yaptırıldığı, bunun Kayseri Şehir Hastanesi’nin yaklaşık üç yıllık kira bedeli olduğu konuşulmuştu. Sağlık Bakanlığı temsilcileri de maliyetin yükseldiğini kameralar kapalıyken TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul etmişti. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda 6 bin 100 yatak kapasiteli üç şehir hastanesinin kamu-özel işbirliği (KÖİ) modeli ile değil, “genel bütçe kaynaklarıyla” yapılması için ihaleye çıkıldığını belirten bir açıklama yapmıştı. Bu açıklama, Sağlık Bakanlığı’nın şehir hastanesi çarpıklığını nihayet anlaması olarak yorumlanmıştı.
Nitekim başından beri AKP’nin sağlıkta metalaşma politikalarını eleştiren sağlıkçıların meslek odaları, yanlışın anlaşılmasının yeterli olmadığını, daha ileri adımlar atılmasını isteyecekti. Yapılan açıklamada şöyle denildi: “Türk Tabipleri Birliği ve İstanbul Tabip Odası olarak başından beri KÖİ modeline karşı çıktık. Bu modelin ülkemize büyük mali yük getirdiğini anlattık. Bakan Koca’nın açıklamasını sevinçle karşılıyoruz. Ancak KÖİ modelinden vazgeçilmesi yetmez! Mevcut şehir hastaneleri de Sağlık Bakanlığı’na devredilmelidir!”
Bu talebi karşılamak, yapılan sözleşmelerin katılığı karşısında mümkün müydü bilinmez ama TTB, kalitesizliği her fırsatta şu cümlelerle ifade ediyor: “Şehir hastanelerinde karşılaşılan sorunlar, israf nedeniyle bu hastanelerin verimlilikten uzak olduğunu, coğrafi olarak makul bir yerde olmamaları yüzünden hasta ve yakınlarının erişim sorunu yaşadıklarını, hasta merkezli hizmet sunumunun söz konusu olmadığını ve hastalara yönelik risk ve zararı en aza indirgeyecek biçimde sağlık hizmeti sunumunun aksayabileceğini açık olarak ortaya koymaktadır.”
Yazar: Mustafa Sonmez
Kaynak: Al – Monitor