YORUM | SÜLEYMAN C. KARAMAN
Ekonomik analizlerde kullanılan arz-talep metodu birçok değişimi açıklamak için çok yararlı ve güçlü bir yöntemdir. Arz-talep analizinin matematiksel formülasyonu 19. yüzyıl Fransız felsefecisi ve matematikçisi Cournot’ya kadar gider. Bu metoda göre bir ürünün piyasa fiyatını ve satış miktarını belirleyen faktörler, diğer değişkenler sabit kalmak üzere, o ürünün piyasaya arzı ve o ürüne olan taleptir.
Bir ürüne olan talebin artması, o ürünün fiyatının artmasına neden olur. Tersinde de fiyat azalır. Bir ürüne olan arzın artması ise, o ürünün fiyatının azalmasına neden olur. Tersinde de fiyat artar. Ama burada bilinmesi gereken şey, sadece talep ya da sadece arza bakarak bir ürünün fiyatının belirlenmeyeceğidir. Fiyatlar, arz ve talebin beraber çalışması sonucu ortaya çıkar.
Mesela, bir ürünün talebi çok olabilir. Sadece talebin çok olması fiyatının yüksek olacağı anlamına gelmiyor. Çünkü arzına da bakmamız lazım. Talep çokken, arz da çoksa fiyat yine düşük olabilir. Mesela yazın domatesin hem talebi, hem de arzı yüksektir. Fiyatı düşüktür. Ya da bir ürünün arzı çok düşük olabilir. Sadece arzın düşük olması bu ürününün pahalı olacağı anlamına gelmiyor. Talep de azsa bu ürünün piyasa fiyatı düşük olabilir.
Arz-talep analizi ekonomik ürünlerin incelenmesi için çok güçlü bir yöntemdir. Ama bu yöntem sadece ekonomi alanında kullanılacak diye bir şart da yok. Bir çok sosyal bilim için arz-talep analizi konuya yeni bir bakış açısı getirerek olaylara başka bir boyutta bakmayı sağlar. Sözü fazla uzatmadan burada arz-talep analizini kullanarak incelemek istediğimiz konuya gelelim: 17-25 Aralık sonrası Türkiye.
Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı değişim sürecinden sonra bir çok doğru haber kaynağı kapatıldı. Halka arz edilen haber kaynakları artık hiç utanmadan yalan söyleyen insanların haber kanallarıydı. Liderler insanları yalanlarla besliyor ve onlara masum insanları hedef tahtası olarak gösteriyordu. Ve insanlar seve seve bu yalanlara inandılar. Kendilerine düşman olarak gösterilen insanları da herhangi bir kritiğe tabi tutmadan düşman olarak kabul ettiler. Kendilerine ne arz edildiyse, onu kabul ettiler. Çünkü insanların zaten böyle yalanlar dinlemeye talepleri vardı ve talep arzını buldu. Bugünkü bulunduğumuz noktaya geldik, ekonomik tabiriyle denge noktası.
Bugün Türkiye’de özgürlükler yok. Eğer ülkenin liderini ya da partisi hakkında aleyhte herhangi bir şey söylerseniz kendinizi hapiste bulmanız gayet muhtemel. Eğer malınız mülkünüz varsa sizin için en iyi şey hiç konuşmamak, çünkü onun üzerine de çökebilirler. Bu konunun analizinin yapıldığı çoğu incelemelerde insanlar tiranların tiranca politikalarının kurbanı olarak takdim edilirler. Yani halk, yönetim tarafından ezilmiş ve hakları ellerinden alınmıştır. Bu yaklaşım gayet sığ bir yaklaşımdır. Lider dediğimiz kişiler üstün güçlere sahip ve istediğini dilediği gibi ezen kişiler değillerdir. Halkın desteği olmadan bulundukları koltukta uzun süreli kalamazlar.
Tiranlar, halkları kendilerine inanmadan tiranlıklarına uzun süre devam edemezler. Bu tarih boyunca hep böyledir. Kral da olsa, firavun da olsa halkların liderlerine inanması, ve bir miktar da olsa kurulu düzenden memnun olması lazımdır. Firavun bile olsa, etten kemikten bir insandır baştaki insan. Tiranların üstün güçleri değil, çok iyi kurulmuş bir menfaat düzenleri vardır. Sistemin parçası olan herkez kendi menfaatini korumak için kurulu düzendeki rolünü oynar. Bu düzenin devam etmesi için pastadan halka da bir miktar verilmesi lazımdır. Genelde halk en küçük dilimi alır ama o küçük dilimle bile onları memnun etmek, asıl marifet burada zaten.
Halkların tiranlarına gönüllü olarak kulluk yapmalarını ele alanlardan birisi de 16. yüzyıl Fransız filozofu Étienne de La Boétie’dir. “İnsanların Gönüllü Kulluğu” adlı tezinde bu filozof insanların kendilerinin özgürlüklerini bırakıp kendi rızalarıyla otoriteye boyun eğdiklerinden bahseder. Burası ilginç: insanların tiranlarından kurtulmaları için ekstra bir çaba sarf etmelerine gerek olmadığını, yapmaları gereken tek şeyin ona hizmet etmeyi bırakmak olduğunu söyler. Peki insanlar neden özgürlüklerinden vazgeçip tiranlarına kulluğu tercih ederler? Şimdi bu soruyu Fransız filozof de La Boétie ile beraber cevaplamaya çalışacağız.
Öncelikle, özgürlüğe olan talep doğaldır. Özgür olma isteği hayvanlarda bile çok dominanttır. Hiç bir vahşi hayvan bilerek özgürlüğünden vazgeçmez. Ama insanlarda zamanla sosyal ortam içerisinde özgür kalma isteği azalabilir. Özgür kalma isteğini öldüren faktörlerden birisi insanların içinde büyüdükleri sosyal ve siyasi ortama adapte olmaları, alışmaları ve bu ortamın kendilerinden bekledikleri davranışları sergilemeleridir. Etraflarındaki diğer insanlar nasıl davranıyorlarsa kendileri de öyle davranırlar ve bu davranışlar zamanla doğallaşır. Bu insanlar gerçekten özgür olmanın ne olduğunu hiçbir zaman bilmedikleri için otoriteye hizmet etmeyi normal karşılarlar. Ama alışkanlıklar tek başına insanların tiranlarına kulluk yapmaya gönüllü olmalarını açıklamaya yetmez.
Tiranların kitleleri kontrol edebilmeleri için yapmaları gereken birinci şey onların kendilerinden razı olmalarını sağlamaktır. Zaman içinde kitleleri kontrol etme enstrümanları değişse bile, değişmeyen şey insanların oyalandırıldıklarıdır. Önceden arenalarda vahşi hayvanlarla, gladyatör dövüşleriyle insanlar uyutulurken günümüzde farklı yöntemler kullanılmaktadır. İnsanın normal ihtiyacının çok üzerinde sunulan eğlence sektörü, uyuşturucu haplar ya da siyasi olaylar insanları uyutmaktadır. İnsanlar ön planda gözüken siyasi olaylarla bazı şeylerin değişeceğini zannederler ama aslında bu olaylar insanları oyalamak için kullanılan araçlardan başka şeyler değillerdir. Gerçekten bir değişiklik yapılması gerektiği zaman halka haber veren bile olmaz.
Tiranların tarih boyunca en çok kullandıkları yöntemlerden birisi de halka düzenli olarak gıda ve para yardımında bulunmalarıdır. Fransız filozof de La Boétie bunu açıklarken, ahmak insanların kendilerine verilen bu yardımın, kendi haklarından gasp edilmeden kendilerine verilemeyeceğinin farkında bile olmadıklarından bahseder.
Ama tiranlar halklarının rızasıyla yetinmeyip, daha da ötesinde onların derin saygı ve hayranlıklarını kazanmak için dini ögeleri her zaman kullanılmışlardır. Ayasofya’nın açılması gibi, dini semboller kendi yaptıkları işlere bir kutsallık katıp tiranlıklarını örtbas etmek için fırsatlardır onlar için.
Ama bütün bu olanlara rağmen, her devirde tiranlara kulluk etmeyi reddedip, kurulmuş olan düzene boyun eğmeyen insanlar da her zaman olmuştur. Filozof de La Boétie’e göre bu insanlar zamanlarının çoğunda öncelikle kendilerini eğitmekte ve sonra da kazandıkları hikmetle diğer insanların siyasi iktidarın yalanlarına karşı uyanmalarına çalışmaktadırlar. Böylece toplumun, tiranlarına yaptıkları yanlış kulluğun farkına varıp, özgürlüğün gerçek değerini anlamaları beklenir. Bu insanların sayısının kritik bir eşiği geçmesi durumunda da tiranların sonu bir anda gelecektir.