İnsanın ve insanlığın kaderi gerçekle kurduğu gerçeklik bağlarına bağlıdır; kimisi gerçekliği reddederek, kimisi gerçeklikten geri çekilerek, kimisi gerçekliğe yönelerek, kimisi gerçekliği temel alıp onu ilerleterek kurar yaşamını.
Hiç kimse gerçeğe rağmen kuramaz yaşamını ama farklı farklı kurabilir ki, kaderi veya yaşam kalitesi bu gerçeklerle olan bağların türü ve niteliğine bağlı olacaktır.
En baştaki basit ama zorlu soru ise “gerçek nedir?” sorusudur. Bu soru pür ontolojik yanıtlanabileceği gibi insanın duyduğu, hatta hayal ettiği her şey de “hayal” veya “fantezi” olarak bir tür gerçek (hayal gerçeği) olarak kabul edilebilir.
Önemli olan gerçek olanı belli bir gerçekle sınırlama değil gerçek türlerini tanımlayabilme ve gerçek dışından ayırabilmedir.
İnsanın fantezisini yaptığı da fenomenolojik anlayışa göre sonuçta insan fantezisi olarak bir gerçektir, ancak bu bir fantezi gerçeğidir yani fantezilerin ne tür bir gerçek olduğunu tanımlamak kaydıyla sorun işlenebilir, ilerletilebilir.
MEB’in ve Bakan Selçuk’un 2023 Vizyon Belgesindeki “spiritüalizmi” (somut olarak medyumculuğu), Diyanet İşleri Başkanının Ayasofya hutbesinde okuduğu (ikrar ettiği) lanetçiliği (kovma, sürme, küfür) ne tür bir gerçeğe karşılık geliyor acaba?
Kafayı Sıyırma: Gerçeğin Yerine Fantezileri Koyma Öngörülemeyecek Kadar Zengindir
Gerçekle ilişkiyi onu ret ederek heyula veya verili sanılarla ikame edenlerin fantezileri basit algı bozukluklarından nevrozlara psikozlara, mistisizme kadar genişler.
Gerçekle, olguyla, fizikle, kimyayla, biosla, libidoyla, duyguyla, akılla, düşünmeyle, bir bütün olarak yaşamla bağlarından kopunca sonsuz sayılabilecek bir boşluk ortaya çıkar. “Olması mümkün değil değil”ler alanı ancak olduğunda aklın, bilimin, eğitimin, okulun konusu olabilir. “Olması mümkün değil değiller” mantık ve sanat konusu olabilir ama böyle değil de farkında olunmayan (yüzleşilmeyen veya yüzleşilemeyen) fanteziler olarak ortaya çıkıyorsa çok sorunlu bir durumla karşı karşıyayız demektir.
Örneğin Milli Eğitim Bakanı Selçuk’un “spiritüs”ü bakan Selçuk’un fantezi ettiği spiritüsü olarak görülürse veya bakan bunun farkında ise kişisel dünyasında bunda bir sorun yoktur, yani bakan Selçuk’un spiritüs kabul ettiği bir fantastik gerçek vardır, o öyle hayal etmektedir. Ancak bakan Selçuk kendinden veya kişilerden özerk “spiritüs” diye ayrı bir realite var iddiası taşıyorsa, işte bu sınırların iyi çizilmesi gerekir.
İnsandan özerk bir spiritus olduğuna kani olan bir Milli Eğitim Bakanı olsa olsa kehanetlerde, medyumculukta bulunabilir. Onun yeri de eğitim veya okullar değildir.
Diyanet İşleri Başkanı ikide bir lanet okuyorsa ve bu lanetinin tutacağına inanıyorsa, bu onun fantastik gerçeğidir ama resmi bir kurumda en üst pozisyonda ise bu bambaşka sorunlara işaret etmektedir.
Yaşayarak Öğrenme: Bizzat Yaşama Bilişsel Öğrenmeden Çok Geniştir
Ancak doğa veya yaşam salt akla uygun olsun diye bilişsel bir tasarımla yapıldığı varsayamıyla, böyle bir tasarımsal yaratım olduğu varsayımı ile “her şey akla uygun” kabul edilebilir. Yahudilik ve İslam’da sık sık ifade edilen “her şeyde bir hikmet var” sayıltısı aslında son derece rasyonel bir varsayımdır. Ama bu Leibniz’in de belirttiği üzere, doğaya veya Tanrı iradesine ket koymak, bir tür şirk anlamına gelir.
Tanrı veya Doğa illa akla uygun olsun diye yaratmamıştır tüm olan bitenleri ama insana da anlama yetisi ve akıl vermiştir, bunları en azından anlamaya çalışabiliriz.
Yani her gerçek rasyonel olmak zorunda değildir, Selçuk ile Erbaş’ın fantastik dünyaları ille de rasyonel olmak zorunda değildir. Ama onların spiritüelleri veya fantezilerini de anlayabiliriz.
Yaşamın rasyonel olandan fazla olması eğitim metodolojisi için de önemli bir şartı oluşturmaktadır. Gerçek ve gerçekle bağlar bizzat yaşanarak ve bilgi aktlarıyla oluşur. Yani bizzat yaşanan kısmı bilişsel veya rasyonel olanla sınırlanamaz, onlardan çok daha geniştir.
Bir başka deyişle eğitim rasyonel ve sanal olana indirgenemez, yaşamla ilgili olmak durumunda ve yaşanmak durumundadır. Algı ve düşünme hem yaşamadır hem de yaşamın içinde zenginleşmektedir.
Uzaktan değil yüz yüze eğitim iddiası da budur. Ancak rasyonel şeyler – ki olan biten tümden rasyonel olmak zorunda değil- bir miktar bilişsel olarak öğretilebilir, diğerleri yaşayarak öğrenilmek durumundadır.
Okul ve üniversitenin etkin bir öğrenme ve eğitim ortamı olması aynı zamanda zengin birer öğrenme ortamı oldukları sürece geçerlidir.
Yüz yüze eğitimin yerini sanal aktarım alamaz, bu yaşamaya aykırıdır.
Yaşamı veya gerçekleri öğretmenin yerini spiritüalizm veya kovma, sürme, küfür, lanet okuma alamaz.
Gerçeğe Karşı Geri Çekilmek İrade ve Özgürlükten Vazgeçmektir
Geri çekilme; medyumculuk veya lanetçilik değildir ama bu durumda da özgürlükten uzaklaşmaya başlarız.
Özgürlük bir aktır, aksiyondur, bu aktın kaynağı iradedir. Eğer algılama, düşünme, isteme-irade göstermeden vazgeçersek, bu durum özgürlük aksiyonundan, insan olmaktan da vazgeçmek anlamına gelecektir.
Yaşam ve okullardan vazgeçmek değil, medyumculuk veya lanet okuma değil, aksine çocuklarımıza yaşayarak öğrenme ve gerçeği dikkate alarak onu ilerletme irade ve cesareti kazandırmamız gerekiyor.
Doğayla, canla, insanla, toplum olmayla, bilgi uyarlaşmayla barışık ve duyarlı nice bayramlar dileğiyle.
Reklam
Yazar: Adnan Gümüş
Kaynak: Evrensel