Girişte ülkemizle ilgili yerleşik algıya yakından bakmak istiyorum:
“Türkiye önemli bir ülke oldu” deniliyor ve buna örnek/ler bulmakta hiç zorluk çekilmiyor. Sınırları dışına asker gönderen bir ülkeyiz sonuçta. İçeride de daha önce kimselerin cesaret edemediği adımlar atılıyor; “Dışarıda güçlü, içeride de güçlü bir ülke Türkiye” inancı giderek zihinlere yerleşiyor.
‘Hilafet tartışmaları’ da işte bu zeminde gündemde yerini buluyor.
Sınırlarına sığmayan güçlü ülkeye bu gücünü daha da pekiştirecek yeni misyonlar ve o misyonlara uygun yeni sıfatlar gerekiyor.
ABD neyse Türkiye de öyle bir ülke.
Fransa, Almanya, İngiltere gibi ülkeler liderden mahrumlar ve kendilerinden beklenen liderliği de yerine getiremiyorlar.
Buna karşılık Türkiye öyle mi?
Türkiye daha önce belli ülkelere ait olan bir alanda, liderden mahrum o ülkelerin bıraktığı boşluğu dolduran ülke bugün.
Yarınlar bizim.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım türden tespitler -benim vurguladığım biçimde olmasa bile- TV ekranlarından ve gazete köşelerinden yapılıyor; eminim, benimkinden daha ileri değerlendirmeler sosyal medyaya da yansıyordur.
Siyasilerin bu yoldaki açıklamalarının arka-planında, yönettikleri ülkeyle ilgili bu tespitlere kendilerinin de inanmalarının büyük rolü olduğunu sanıyorum.
Kendileri inanıyorlar ve herkesin de buna inanmasını istiyorlar. İnanmaz gördükleri kişi, kurum ve devletlere kızıyor ve kızdıklarını da belli ediyorlar.
Aslında günün yaşadıkları üzerinde düşünmeye ayırdıkları vaktinde, tabii eğer ayırdıkları öyle bir vakit varsa, şu soruyu kendilerine yöneltmelerinde yarar var: Ya yanılıyorsak? Ülkeyle ilgili yaptığımız güç değerlendirmesinin üzerine dayandığı tespitlerimiz ya yanlışsa?
Güçlü olmayan liderlerin yönettikleri ülkeler var bugün, bir de gücü kullanmasını bilen liderler tarafından yönetilen ülkeler var.
Acaba hangi tür ülkeler daha iyi durumda?
Benim bu soruya kısa cevabım şu: Gücü kullanmasını bilen liderlerin yönettiği ülkelerde sosyal ve siyasi hareketlilikler yaşanıyor, o ülkelerde rahat ve huzur yok denecek kadar; buna karşılık güçsüz görünen ya da güç kullanmaktan hoşlanmayan liderlerin yönettiği ülkelerde sosyal ve siyasi olaylara rastlanmıyor. Oralarda rahat, huzur ve bir miktar da refah var.
Trump da Trump’ın arkasında saf tutanlar da bu yeni tablodan mutlu görünüyorlar.
İyi ama bir de sonuca bakalım:
Amerikan doları dünyanın diğer paraları karşısında en zayıf olduğu dönemi yaşıyor. Dolar güçsüz liderlerin yönettiği ülkelerin para birimleri karşısında zayıflıyor.
Uluslararası arenada Amerika’dan çekinen bir ülke neredeyse yok gibi.
Güç kullanımı ABD’yi ortasından ikiye böldü.
Aslında daha iyi bir örnek Belarus.
Devlet başkanı Alexander Lukashenko dün Covid-19’unun pozitif çıkmasıyla gündemdeydi. 26 yıldır ülkesini demir yumrukla yönetiyor Lukashenko. Bu kadar uzun yıllar yönetimde kalmasını muhaliflerine gün yüzü göstermemesiyle sağlıyor. Şimdi seçim zamanı Belarus’ta ve Lukashenko’nun karşısına çıkma cesareti göstermiş üç siyasi figürden biri cezaevinde, diğeri tutuklanacağını öğrenince ülkeyi terk etmiş durumda, üçüncüsünün de adaylığı iptal edildi.
Belarus lideri ‘güçlü’ mü, evet güçlü.
Yine de karşısına seçimde bir rakip çıktı: Eşi çocuklarını da alıp yurtdışına giden adayın eşi Svetlana Thikhanovskaya… Adaylıkları engellenmiş diğer iki siyasinin eşleri de Thikhanovskaya’nın yanında yerlerini almakta gecikmediler.
Üç farklı görüşe sahip üç kadın Lukashenko karşısında ittifak yapıverdi.
Lukashenko da “Covid-19 oldum” açıklamasını bu cephenin oluşması üzerine yaptı.
İster Belarus gibi fazla büyük olmayan (nüfusu 10 milyondan az), ister ABD gibi büyük (nüfusu 320 milyon) olsun ülkelerin halkları, bugünün dünyasında, ‘kodumu oturtan’ liderler ile yönetildiklerinde fazla mutlu görünmüyorlar. ‘Tek adam’ yönetimleri tepki çektiği gibi ülkeleri zayıflatıyor da.
“Güçlü ülke, güçlü lider” tespiti üzerine oturan değerlendirmeleri biraz da bu tabloya bakarak yanlış buluyorum.
Bugünün dünyasında ‘güç’ farklı bir anlam taşıyor çünkü.
Esas güçlü sayılması gereken ülkeler, halkını mutlu eden yönetimlere sahip olanlar…