ABD’de Başkanlık ve Kongre ara seçimlerine yaklaşık 3,5 ay kala, Başkan Donald Trump kamuoyu yoklamalarında Demokrat rakibi Joe Biden’in 8 ila 15 puan gerisinde.
Normal olarak böyle bir farkın kapanması çok zor. Ancak, ABD siyasi kültürel iklimi “normalden” çok uzak. Bu nedenle de Demokrat Parti yönetimi Trump’ın, 2016’da olduğu gibi, kamuoyu yoklamalarını yalancı çıkararak, ikinci kez kazanmasından korkuyor. Parti yetkilileri, Biden’ın da dile getirdiği gibi, “Trump’ın seçimleri dolaylı olarak çalmasından” ve o sırada yaşanacak siyasi krizin yaratacağı tehlikelerden de çekiniyor.
Ne Covid-19 salgını ne ekonomi
Trump yönetimi ne Covid-19 salgını krizini ne de bununla yakından ilişkili ekonomik krizi yönetmeyi başarabildi. Ekonomiye öncelik vermeye kalkınca Covid-19 salgını daha da ağırlaşıyor. Covid-19 salgını ağırlaşınca ekonomi yeniden kötüleşmeye başlıyor.
Covid-19 salgını tüm şiddetiyle sürüyor, 24 Temmuz’da vaka sayısı 4 milyonu ölü sayısı 147 bini geçti. Nisan-Haziran döneminde vaka sayısının 1 milyondan 2 milyona çıkması 45 gün almıştı. 3 milyondan 4 milyona çıkması yalnızca 27 gün aldı. Günlük ölüm sayısı da Haziran’dan bu yana ilk kez, 21 Temmuz’da 1000’i geçti. Kısacası veriler Covid-19 salgınının denetim altına alınamadığını gösteriyor. Trump da uzun süre sessiz kaldıktan sonra 23 Temmuz’da yeniden bir basın toplantısı düzenleyerek Covid-19’da söz etmeye başladığında artık hem maske takıyor hem de “Ne yazık ki durum iyileşmeye başlamadan önce daha da kötüleşecek” diyordu.
ABD ekonomisinde Mart-Nisan aylarında 100’den 30’lar düzeyine adeta çöken ekonomik etkinlikler indeksi, Trump yönetiminin eyaletleri, Covid-19’la mücadele önlemlerini hafifleterek ekonomiyi yeniden açmaya zorladığı Mayıs-Haziran dönemine kıyasla toparlanmaya başlamıştı. Ancak, Mayıs-Haziran döneminde yavaşta olsa başlayan toparlanma indeksi 60’in biraz altına kadar ulaştıktan sonra, Covid krizi derinleşince durakladı ve 24 Temmuz’a geldiğimizde hala 60’ın üzerine çıkamamıştı. Bu verileri aktaran bir Financial Times çalışması, tüketici güven indeksindeki gerilemeye, işsizlik ödeneği için başvuru sayılarındaki azalmanın duraklamasına bakarak toparlanmanın bittiğine hükmediyordu. Bloomberg’de 23 Haziran’da yayımlanan bir çalışmaya göre de toparlanma durdu, ekonomik durum kötüleşiyor, “iki dipli” (W) bir resesyon olasılığı güçleniyor.
Kötüleşen koşullar seçmene yansıyor
Ekonomik ve sağlık krizinin yarattığı kaygılar seçmenin eğilimlerine yansıyor. Temmuz ayında gerçekleştirilen 10 önemli kamuoyu yoklamasında (RealClear Politics) Biden, Trump’ın 15 puan (Qunnipac Üniversitesi) ve 8 puan (Fox News) önünde gidiyor. En son 24 Temmuz’da yayımlanan The Economist/YouGov kamuoyu yoklamasına göre de Biden 8,7 puan önde.
Financial Times gazetesinin kamuoyu yoklamalarındaki sonuçların eyaletler bazında delege sayısına yansımasını izleyen modeli de 24 Temmuz günü, Biden’in delege sayısını 308 (188 sağlam 120 niyetli) Trump’ın delege sayısını 131 (94 sağlam 37 niyetli) olarak gösteriyordu. Ortada olan delege sayısı 99. Kısacası Trump, ortada olanların tamamını alsa bile kazanmak için gereken 270 delegeye ulaşamıyor.
Bunlar, Biden’den yana çok güçlü bir trende işaret ediyor. Ancak ülkede olağan üstü koşullar egemen. Bu durumun kamuoyu yoklamalarının sonuçlarına belirsizlik olarak yansımaması olanaksız. Covid-19 salgını, ekonomik kriz ve toplumsal protesto gösterileri, ortamında, seçmenin sık sık karar değiştirmesi, ya da kamuoyu yoklamalarında düşüncesini açıkça ifade etmemesi söz konusu olabiliyor.
Gerçekten de CATO enstitüsünün gerçekleştirdiği bir araştırmada, seçmenin %62’si, siyasi iklimin düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine olanak vermediğine inanıyor. Bu oran Demokratlarda %52, bağımsızlarda %59 ve Cumhuriyetçilerde %77.
Demokrat Parti yönetiminin 2016 seçimlerinden ağzı yanmış olarak 2020’ye giderken bu kamuoyu yoklamalarına kuşkuyla yaklaşmak için yeterince nedeni var. Ancak korkularında Trump ve Cumhuriyetçi Parti’nin 2020 seçimlerine yaklaşımın almaya başladığı biçimler daha ağır basıyor.
Trump ve Cumhuriyetçi Parti, kamuoyu yoklamalarında belirmeye başlayan trendi tersine çeviremeyeceklerini düşünerek, seçim sonuçlarını başka yollarla belirmeye yönelik, ABD’de liberal demokrasinin geleceği açısından son derecede riskli taktikleri devreye sokmaya başladılar.
Sonuçları daha baştan sorgulamak
Trump, bir süredir 3 Kasım’da yapılacak seçimlerin olası sonuçlarının üzerine, “Büyük hile yapılacak” iddialarıyla gölge düşürmeye çalışıyordu. Trump ve Cumhuriyetçiler, özellikle toplumda azınlıkta olan Evanjelik dinciler, beyaz milliyetçisi ırkçılar, seçmen katılım oranı arttıkça kazanma şanslarının düştüğüne inanıyor, katılımı özellikle siyah, Demokrat seçmenin ağırlıklı olduğu bölgelerde azaltmayı amaçlıyorlar.
Covid-19’den korunmak isteyen seçmenin postayla oy verme eğilimi güçlü. Bu kesim içinde, Trump destekçilerinin aksine, Covid-19 salgını ciddiye alan yaşlılar, eğitimliler ve Demokratik Parti’ye destek veren seçmen çoğunluğu oluşturuyor. Bu nedenle Trump posta ile oy vermeyi yolsuzluk, hile iddialarıyla engellemeye çalışıyor. Halbuki bugüne kadar yapılan tüm araştırmalar, posta ile oy verme pratiğinin hileye yol açmadığını, gayet güvenli olduğunu açıkça gösteriyor.
Posta ile kullanılacak oylara karşı kampanyanın yaratması olası olumsuzlukların, Covid-19 korkusunun katılımı düşürücü etkisinin ilk örneklerini geçenlerde yapılan aday adayları seçimlerinde (primaries) görmek mümkün oldu. The Atlantic dergisinde yayımlanan kapsamlı bir araştırmaya göre, birçok sandıkta, postayla gelen, çok sayıda pusula sudan gerekçelerle iptal edilmiş. Posta ile gelmesi gereken oyların pusulaları, birçok yerde ya geç postalandığı için seçmene ulaşmamış, ya da gelirken, posta idaresinin yetersizliğinden dolayı zamanında sayıma yetişememiş. Covid-19 salgınından dolayı sosyal mesafe zorunluluğu da kuyrukların ve oy vermek için bekleme süresinin bazen saatlerce sürecek biçimde uzamasına yol açmış. 3 Kasım’daki seçimlerin olumsuz hava koşullarında yaşanacağı düşünülürse, posta ile oy vermenin katılım açısından, özellikle Demokrat Parti seçmeni için ne kadar önemli olduğunu görülebilir.
Tüm partiler adaylarını açıklamadan oy pusulaları basılamıyor. Küçük bir partinin, adayını açıklamayı, belki bir baskı, ya da maddi teşvikle son dakikaya bırakması halinde pusulaların posta ile seçmene zamanında ulaşması daha da zorlaşabilir. The Atlantic yazarının vurguladığı gibi 3 Kasım’da Demokrat Parti seçmenini adeta “bir kabus bekliyor”.
Seçmeni kutuplaştırma
Trump ve Cumhuriyetçi partinin bir diğer taktiği de Demokrat Parti yönetimindeki kentlerin düzenini, “Black Lives Matter” (Siyahların Yaşamları Değerlidir) Hareketi’nin protesto eylemlerini, Amerika için tehdit olarak tanımlamaya çalışmak. Böylece Trump, 2016 seçimlerinde de yararlandığı geleneksel büyük kentler ve taşra kutuplaşmasını daha da derinleştirmeyi amaçlıyor.
Birçok yorumcu, geçtiğimiz günlerde Trump’ın, Federal Olağanüstü Yönetim Ajansı (FEMA), Ulusal Güvenlik Örgütü (Home Land Security), sınır koruma polis örgütü gibi güvenlik güçlerini, “anarşistlerle” mücadele gerekçesiyle ama, hiçbir kanıt sunmadan, Demokratların yönettiği kentlere, The New York Times’da Michelle Goldman’ın deyimiyle “işgal eder gibi” sokmaya başlamasını bu bağlamda yorumluyor.
Muhafazakâr basın, federal hükümetin “milisleri” (kimlik taşımıyorlar), insanları sokaklardan derdest edip, plakasız arabalarla kaçırırken, “felaket”, “savaş bölgesi”, “ülkemizden nefret edenler” gibi ifadelerle, kutuplaşma ortamını daha da kızıştırmaya çalışıyor. Trump, Minneapolis’te (Oregon) başlattığı müdahaleyi diğer kentlere de yöneltirken, “Afganistan’dan beter” diyor, bir zamanlar Irak’ta asker sayısını artırırken kullanılan “tırmanma” kavramını kullanıyor.
Trump yönetimi böylece kentleri “savaş alanı”, ABD düşmanlarının (siyahlar ve göçmenler) merkezi olarak tanımlayıp kent-taşra kutuplaşmasını derinleştirmeye çalışıyor. Ancak, son yıllarda şekillenen, genelde eğitimli, beyaz bir “kent çevresi” (suburb) nüfusun hem Covid-19, hem de Siyahların Yaşamları Değerlidir Hareketi karşısındaki tutumunu kavrayamıyor. Gerçekten de Biden’ın kazandığı yeni oylar, siyahlardan çok bu beyaz eğitimli kesimden geliyor.
İkincisi, federal hükümet güçleri devreye girince, bunlara karşı Minneapolis’te, “annelerin duvarı” adlı bir direniş biçimi oluştu. Birçok yorumcu, anneleri karşısına alan siyasilerin, bunun bedelini kısa sürede ödeyeceğine inanıyor.
Kısacası kutuplaştırma taktiklerinin, Trump’ı daha da sağa, “beyaz milliyetçiliği” alanına iyice sokmanın, ırkçı dinci kesimleri daha da cesaretlendirmenin ötesinde bir sonuç yaratmadığı söylenebilir.
Federal hükümetin güvenlik güçlerini kentlere sokmaya başlamasının arkasında, Washington Post gazetesinden Daniel Drezner’in vurguladığı gibi “seçim sonuçlarını sorgularken büyük kentlerin sokaklarında denetimi sağlama”, sonunda kararın Yüksek Hakimler Kurulu’na kalması durumunda, çıkabilecek toplumsal muhalefeti bastırma hesabı da yatıyor.
Bir “yasal darbe” anlamına gelebilecek böyle bir olasılığı birçok yorumcu göz önüne alırken, Washington Post’dan Fareed Zakaria bu ihtimali “seçim günü kabusu “olarak niteliyor, Drezner ise “sokaklarda denetim kurmak, sıkı yönetim ilan etmek gibi olasılıkları düşünmek bile ödümü kopartmaya yetiyor” diyor.