OSMAN ZEREY | YORUM
Bugüne kadar teknik ayrıntıları, maddeleri ve içtihatları konuştuk. Ancak madalyonun bir de insani yüzü var. “AİHM rejimi akladı!” ya da “Bu kararlar sadakadır!” diyenlerin bu öfkesi nereden geliyor? Bu insanlar neden ısrarla hukuki gerçekliğin dışında bir mevziye yerleşiyorlar? Bu durumu sadece “Yanlış biliyorlar” diyerek geçiştiremeyiz. Bu, aslında derin bir yaralanmışlığın ve anlamlandırma çabasının sonucu olabilir. Bugün biraz bu konulara değinmek istiyorum.
Benim subjektif gözlemlerim şunlar:
Ağır travma yaşayan zihinler, “gri alanları” bir tehdit olarak algılayabilir. Onlar için bir kurum ya “tamamen yanındadır” ya da “düşmanın ortağıdır.” Travma, nüansları yok edebilir; sadece “dost” ve “düşman” bırakabilir. Bu yüzden AİHM’nin teknik dili, onlar için bir “ihanet” gibi hissedilebilir. Bu çok anlaşılabilir bir durumdur.
Mağduriyet, gerçekten de insanın algısını daraltabilir. AİHM ya tam bir “kurtarıcı” olmalı ya da “rejimin ortağı.” İkisinin arasını kabul etmekte zorlanabilir bazen insanlar. Oysa uluslararası hukuk gri alanlarla doludur. AİHM, sadece devletin bir kişiye karşı “usul kuralını çiğneyip çiğnemediğine” bakar. Bu teknik ve soğuk yaklaşım, hayatı siyah-beyaz görenler için “ihanet” gibi algılanıyor olabilir.
Uluslararası hukukun bir “diplomasi ve denge” sanatı olduğu gerçeği, çoğu zaman gözardı edilebiliyor. Bu yorumları yapanlar, Strazburg’daki yargıçların birer “devrim mahkemesi” üyesi gibi davranmasını, bir gecede Türkiye’nin egemenlik haklarını feshetmesini bekliyor olabilirler. Ve reel-politik gerçeklerden kopuk bu devasa beklenti, karşılanmadığı her an hayal kırıklığına ve “işbirliği” suçlamalarına dönüşüyor olabilir.
Mağdurlar için hayat akıp gidiyor; her gün bir kayıp. AİHM’nin 5-6 yılda karar vermesi, mağdurun zaman algısıyla mahkemenin zaman algısının çatışmasına yol açıyor. Bu gecikme, mağdurun gözünde “ihmal” değil, bilinçli bir “oyalama” olarak kodlanıyor olabilir.
Mağdurlar, yıllarca AİHM’yi “her şeyi bir gecede düzeltecek bir süper kahraman” olarak kurgulamış olabilirler. Ancak AİHM, ağır işleyen bürokratik bir mahkeme olduğunu gösterince, yaşanan hayal kırıklığı orantısız bir öfkeye dönüşmüş olabilir.
On binlerce insanın hayatı bir gecede altüst oldu; evinden, işinden, sosyal çevresinden koparıldı. Bu kadar büyük bir öfkenin olduğu yerde, hukukun “serinkanlı ve teknik” dili insanlara hakaret gibi geliyor olabilir. İnsanlar canları yanarken “7. madde ihlali” gibi teknik terimlerle teselli bulamıyorlar. Öfke, bir “sıfat” (soykırım, insanlığa karşı suç) duymak istiyor. Bu sıfat gelmeyince de, öfke okları teşhisi koyan doktora (AİHM) yöneliyor.
BM bize ‘duymak istediğimiz şeyi’ söylüyor ama hiçbir şey yapamıyor; AİHM ise ‘duymak istediğimiz kelimeleri’ kullanmıyor ama hayatımızı geri verebilecek tek hukuki gücü elinde tutuyor. Bazıları etkisiz ama gürültülü bir ‘onay’ı (BM), sessiz ama etkili bir ‘sonuç’a (AİHM) tercih ettikleri için bu haksız ‘hain’ etiketini yapıştırıyor olabilirler.
Uluslararası yargı sisteminin sınırlarını bilmemek de, en büyük yanılgı kaynağıdır. AİHM’nin bir “üst yargıtay” olmadığı, her dosyayı tek tek incelemesinin fiziksel imkansızlığı ve yetki sınırları bilinmediğinde; yapılan her usuli işlem bir “savsaklama” veya “tuzak” sanılıyor olabilir.
Mağdur gruplar içinde bazen en sert, en uç ve en “komplocu” konuşanlar, “en cesur” veya “en çok bilen” kişiymiş gibi algılanabilir. Nüanslı ve hukuki konuşanlar ise “pısırık” veya “rejime yumuşak bakan” kişiler olarak damgalanabilir. Bu mahalle baskısı, insanları daha rijit yorumlar yapmaya itiyor olabilir.
Dünya çok karmaşıktır ve uluslararası hukuk çok sıkıcıdır. “AİHM ve rejim masada anlaştı!” demek, karmaşık bir süreci anlamlandırmanın en kolay ve en hızlı yoludur. Bu, insana “Ben oyunu gördüm” dedirterek sahte bir entellektüel tatmin ve kontrol hissi veriyor da olabilir.
Bazen insan, herkesin gördüğü gerçeği reddederek kendine özel bir “hakikat” yaratmak isteyebilir. Bu “aykırı” duruş, aslında karmaşık ve acı verici bir gerçekliği basitleştirme çabasıdır. Farklı ve radikal bir yorum yapmak, her zaman doğruyu görmek anlamına gelmez; bazen sadece gerçeğin ağırlığından kaçmanın bir yoludur.
Ancak, tüm bu psikolojik süreçleri ve ağır travmaları anlamak, sergilenen bu sorumsuz tutumu hoş görmek veya mazur saymak anlamına gelmez. Travma, kimseye binlerce mağdurun son sığınağı olan hukuki zemini dinamitleme hakkı vermez. Zira bu ‘hukuki romantizm’ ve komplo teorileri sadece birer görüş farkı değildir; bunlar, hakkını aramaya çalışan bir insanın zihnine ‘boşuna uğraşma, zaten anlaştılar’ zehrini akıtarak, onun son umudunu ve hukuki iradesini kırmaktır. Bir tek mağdurun bile bu asılsız iddialara kanıp AİHM yolundan vazgeçmesine, elindeki en güçlü kozu (Madde 7) değersiz görüp kenara atmasına sebep olan her yorum, vebali ağır bir yıkımdır.
Bu noktada mazeretlere sığınma lüksümüz yok. Duyguların esiri olup ‘işbirlikçi’ yaftası yapıştırmak kolaydır; zor olan, o soğuk ve teknik hukuk koridorlarında sabırla ve rasyonel akılla yürümektir. Gerçekleri söylemek zorundayız ve bunu her zamankinden daha gür bir sesle yapmalıyız: Hukuk, sizin duymak istediğiniz sloganları atmak için değil, ihlal edilen hakkınızı geri almak için vardır.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***





![Tr724 [Haber Merkezi]](https://serbestgorus.com/wp-content/uploads/2025/09/Trump-Gazze-planini-acikladi-Israil-kademeli-olarak-cekilecek-360x180.jpg)


































