AYDOĞAN VATANDAŞ | YORUM
15 Aralık 2025 akşamı, MIT profesörü Nuno Loureiro Brookline’daki evinde silahlı saldırıya uğrayarak vuruldu. Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı ancak kurtarılamadı. Ertesi sabah hayatını kaybettiği duyuruldu. Soruşturma, saldırının Brown Üniversitesi’ndeki silahlı saldırıyla da ilişkilendirilen şüpheli Claudio Neves Valente tarafından işlendiği değerlendirmesi üzerinden yürütüldü.
Ancak şunu çok net bir şekilde söyleyelim ki, Prof. Nuno Loureiro cinayeti basit bir olay değildir. Basit olmadığı gibi bu alanda yaşanan ilk hadise de değildir. Loureiro, küresel plazma ve füzyon araştırmaları dünyasının da en parlak isimlerinden biriydi. 2016 yılında MIT’ye katılan Loureiro, 2024’te üniversitenin en büyük araştırma merkezlerinden biri olan Plasma Science and Fusion Center (PSFC)’ın direktörlüğüne atanmıştı. Merkez, onun göreve geldiği dönemde yedi binaya yayılmış, 250’den fazla araştırmacının çalıştığı dev bir bilimsel sistem haline gelmişti.
Loureiro’nun çalışmaları, füzyon reaktörlerinin kalbinde yer alan vakum odalarında plazmanın nasıl davrandığını anlamaya odaklanıyordu. Bu çalışmalar, temiz ve neredeyse sınırsız enerji üretimi olarak görülen füzyon teknolojisinin önündeki temel mühendislik ve fizik sorunlarını çözmeyi amaçlıyordu.
Loureiro’nun katkıları yalnızca füzyonla sınırlı değildi. Astrofizik alanındaki çalışmaları, güneş patlamaları ve nötron yıldızı birleşmeleri gibi evrensel olayların ardındaki fiziksel mekanizmaları aydınlatıyordu. Çift plazmalar üzerine geliştirdiği türbülans teorisi, uzayda yaygın olabileceği düşünülen egzotik plazma türlerinin anlaşılmasında önemli bir eşik olarak kabul ediliyordu.
Son dönemde ise plazma fiziği simülasyonlarında kuantum hesaplama algoritmaları üzerine çalışmaya başlamıştı. Meslektaşlarına göre bu, alan için son derece heyecan verici yeni bir yönelimdi. Bu konuya yazımın sonunda değineceğim.
Cinayetle ilgili pek çok soru var. Olayın arka planı, motivasyonu ve koşulları adli makamlarca araştırılsa ve failin ölü olarak bulunduğu açıklanmış olsa da, temiz enerjiye giden yolda, dünyanın en önemli bilim merkezlerinden birinde çalışan bir bilim insanının, silahlı bir saldırı sonucu hayatını kaybettiği gerçeği değişmiyor.
Bu durum ister istemez şu bir başka soruyu da beraberinde getiriyor:
Bilimin, özellikle enerji gibi stratejik alanlarda, güç ve çıkar yapılarıyla ilişkisi nerede başlıyor, nerede bitiyor?
Nikola Tesla
Modern elektrik çağının kurucu isimlerinden Nikola Tesla, 1943 yılında New York’ta bir otel odasında yalnız başına hayatını kaybetti. Ölümünün ardından FBI tarafından Tesla’nın odasındaki belgelerin toplandığı ve yıllar sonra Savunma Bakanlığı’nın bu belgelere resmî talepte bulunduğu, bugün artık arşiv belgeleriyle doğrulanmış durumda.
Bu belgelerin içeriği hâlâ tam olarak bilinmiyor. Ancak Tesla’nın kablosuz enerji iletimi, rezonans ve eter kavramı üzerine çalışmaları, sonraki yıllarda alternatif enerji tartışmalarının temel referanslarından biri haline geldi.
Soğuk füzyon tartışması ve Eugene Mallove
1989’da soğuk füzyon iddiaları bilim dünyasında büyük bir kırılma yarattı. Bu alandaki en önemli isimlerden biri, yine MIT bağlantılı bir bilim insanı olan Eugene Mallove’du. Mallove, soğuk füzyon deneylerinin yeniden üretimi sürecinde bazı verilerin kasıtlı olarak değiştirildiğini öne sürerek akademik bir skandalı ifşa etti.
Mallove, 2004 yılında ailesine ait evde öldürülmüş olarak bulundu. Resmi kayıtlara göre olay “adi suç” kapsamında değerlendirildi. Ancak Mallove’un yakın çevresi ve destekçileri, ölümünün zamanlamasının ve koşullarının soru işaretleri taşıdığını iddia etti. İddialar hiçbir zaman yargı sürecinde kesinlik kazanmadı, ancak Mallove’un ölümü, alternatif enerji çevrelerinde sembolik bir kırılma noktası olarak anılmaya devam etti.
Patent ofisi
Kayıp Yüzyıl (Lost Century) adlı belgeselde Dr. Steven Greer, özellikle ABD Patent Ofisi’nde enerji ve itki sistemleriyle ilgili başvuruların ulusal güvenlik gerekçesiyle gizlilik emirlerine tabi tutulduğunu öne sürdü. Resmi kayıtlara göre, 20. yüzyıl boyunca binlerce patent bu kapsamda askıya alındı. Belgesel baştan sona bu yeni enerji ve teknolojilerin ve ilgili bilim adamlarının baskılanması konusunu birinci el tanıklıklar üzerinden aktarır. (Greer, 2023)
Eisenhower uyarmıştı
1961 yılında, ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower görevden ayrılırken ulusa hitap etti. Eisenhower sıradan bir siyasetçi değildi; İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’daki Müttefik Kuvvetler Başkomutanı’ydı. Hayatını ordunun ve devletin en üst kademelerinde geçirmişti.
Eisenhower konuşmasında şu ifadeyi kullandı: “Askerî-endüstriyel kompleksin, ister istemez, hak etmediği bir nüfuz kazanmasına karşı uyanık olmalıyız. Yanlış bir gücün yükselmesi ve bu gücün demokrasi için oluşturacağı tehdit kalıcı olabilir.” (Eisenhower, 1961)
Bu cümle, Amerikan siyasi tarihinde bir ilkti. Bir başkan, devlet, ordu ve sanayi üçgeninin kendi başına bir güç odağına dönüşebileceği konusunda halkı açıkça uyarıyordu.
Eisenhower’ın sözünü ettiği ‘askerî-endüstriyel kompleks’, devlet bütçeleriyle beslenen savunma şirketleri, onlarla iç içe geçmiş araştırma merkezleri, üniversiteler, istihbarat yapıları ve siyasetçilerden oluşan bir ağdan oluşuyordu.
Bu yapı, Eisenhower’a göre şu tehlikeyi barındırıyordu: Ulusal güvenlik gerekçesiyle alınan kararlar, zamanla kamusal denetimin dışına çıkabilir; bilim, teknoloji ve ekonomi bu yapının çıkarlarına göre şekillenebilir.
Bugün soğuk füzyon, sıfır noktası enerjisi veya ‘alternatif itki sistemleri’ etrafında dolaşan iddialar, tam da Eisenhower’ın işaret ettiği noktaya bağlanmış durumda.
Bu nedenle, enerji alanında sistemi kökten değiştirecek bir teknolojinin ortaya çıkması, güç dengelerini altüst edecek bir olay olarak görülüyor.
Askeri-endüstriyel kompleks nedir?
Eisenhower’ın uyarısı genellikle dar bir çerçevede hatırlanır: ordu, silah şirketleri ve siyasetçiler. Oysa bugün gelinen noktada, asker endüstriyel kompleks çok daha geniş bir yapıya dönüşmüştür. Artık tek merkezli bir bloktan değil, birbirini besleyen sektörel bir sistemden söz etmek gerekir.
Bu sistemin gücü, tek tek kurumların gücünden değil; birlikte çalıştıklarında oluşturdukları kapalı devreden sistemden gelir. Sistemin çekirdeğinde savunma sanayii vardır. Ar-Ge fonlarını yönlendirirler, üniversitelerdeki araştırma gündemlerini belirlerler. Ulusal güvenlik gerekçesiyle projeleri sınıflandırırlar. Bu noktada savunma, bilgi üretiminin kapısını tutan bir roldedir. Enerji sektörü, askeri endüstriyel kompleksin en kritik ve çoğu zaman arka planda kalan bileşenidir. Ordular enerji olmadan hareket edemeyeceğine göre modern savaş, lojistik ve teknoloji doğrudan enerjiye bağımlıdır. Fosil yakıt şirketleri, nükleer enerji altyapıları, stratejik madenler (uranyum, lityum, nadir toprak elementleri) gibi.
Bu çerçevede üniversiteler, kamusal bilgi üretmesi gereken kurumlar iken, zamanla savunma fonlarına bağımlı hale gelerek, gizli projelerin yürütüldüğü alanlara dönüşmüş, yayınlanamayan araştırmaların merkezi olmuştur. Yani neyin bilgi olup olmadığına, neyin insanlığa duyurulup duyurulmayacağı konusunda da bu merkezi yapı büyük ölçüde belirleyicidir.
Alternatif enerji tartışmalarında sıkça dile getirilen bir başka konu da patent ve hukuk sistemidir. Ulusal güvenlik gerekçesiyle patent kısıtlamaları, gizlilik emirleri, uzayan dava süreçleri gibi mekanizmalar, patent süreçlerini yavaşlatan mekanizmalardır.
Yeni bir teknolojinin hayata geçirilmesinde finans belirleyici olduğundan burada da bu sistemin diğer bileşenleri, yani bankalar, yatırım fonları, sigorta şirketleri devreye girer.
Bu sistemin en kritik bileşenlerinden biri de hiç kuşkusuz reklam gelirlerine bağımlı olan medyadır. Neyin ciddi bilim, neyin marjinal iddia olduğu ayrımını yapacak olan da neticede konvansiyonel medyadır.
Sistemin son hattında ise devletin güvenlik aygıtları vardır.
Bu bağlamda ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun ‘The Age of Disclosure’ belgeselinde yaptığı değerlendirmelerde, UAP konusu bağlamında elde edilen bilgilerin dev savunma şirketlerinin güdümüne girdiğini söylemesi, aslında Eisenhower’ın 1961’de yaptığı uyarıyı teyit etmesidir.
Öldürülen bilim insanının çalıştığı bir diğer hayati konu, yani kuantum bilgisayarlar ve kuantum algoritmaları konusuna şimdi değinebiliriz.
Bu konu, insanlığın evreni anlama biçiminde köklü bir kırılmaya neden olabilecek bir konudur. Çünkü kuantum düşünce, modern bilimin yüzyıllardır dayandığı dünya tasavvurunu temelden sarsabilir.
Bilindiği gibi klasik bilim anlayışında insan, doğanın karşısında duran, onu gözlemleyen ve kontrol eden bir özneydi. Kuantum yaklaşımında ise gözlemci, gözlenen sistemin dışında değildir, ölçüm, bizzat sistemin bir parçası haline gelir.
Kuantum algoritmaları zaman kavrayışını da dönüştürür. Zaman bu modelde potansiyellerin iç içe geçtiği çok katmanlı bir alan olarak düşünülür. Gelecek, henüz gerçekleşmemiş bir bilinmez olmaktan çıkıp, şimdide mevcut olan olasılıklar toplamı olarak belirebilir.
Modern uygarlık kıtlık varsayımı üzerine kuruludur. Yani enerji sınırlıdır, kaynaklar tükenir, rekabet kaçınılmazdır. Oysa kuantum düzeyde evren, durağan bir yoksunluk değil, sürekli titreşen bir enerji alanı olarak görünür. Enerji bollugu fikri, tahakküm ve çatışma üzerine kurulu düzenin sorgulanmasını zorunlu kılar.
Nuno Loureiro’nun füzyon, plazma fiziği ve kuantum algoritmalarını aynı çizgide birleştirmesi, doğayı zorla kontrol etmek yerine onunla uyumlanma arayışını temsil eder. Bu yönelimde enerji tahakküm aracı değil, yaşamın sürekliliğinde arac olarak görülür. Bu da insanın evren ve varlık karşısında kendisini yeniden tanımlamasını zorunlu kılar.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***








































