TARIK TOROS | YORUM
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, son kabine toplantısında ABD ziyaretinin “fevkaladenin fevkinde” başarılı geçtiğini söyledi. Oysa Türkçe’de böyle bir laf yok; bu, aslında Bülent Ersoy’un dilimize kattığı ironik bir armağan. Erdoğan, ardından, “Trump’la yaptığımız görüşmenin olumlu sonuçlarını önümüzdeki dönemde hep beraber göreceğimize inanıyorum.” diyerek sözlerini sürdürdü. Ancak bu, somut bir kazanım olmadığının itirafıydı.
Çünkü Türkiye, gerek Beyaz Saray’dan randevu koparabilmek gerekse görüşmelerde kesenin ağzını açmak zorunda kaldı. İmzalanan “sıvılaştırılmış doğalgaz” ve “Boeing’ten uçak alımı” anlaşmalarıyla 80 ila 100 milyar dolarlık bir taahhüdün altına girildi.
Bu devasa harcama, ülke medyasında fazla köpürtülmedi; zira “yerli ve milli uçak” ile “Karadeniz gazı” efsanelerinin çöküşü demekti.
Oval Ofis buluşmasında altı çizilmesi gereken iki kritik başlık var:
İlki, Erdoğan’ın 1 dakikalık kısa konuşmasında -hiç yeri yokken- Halkbank dosyasını hatırlatması oldu. Adeta bilinçaltını dışa vurdu. Nitekim 10 yıldır her ABD seyahatinde, Obama’dan Biden’a, Trump’a kadar tüm temaslarında tek gündem buydu. Reza Zarrab’ın ABD’ye gidip itirafçı olmasıyla birlikte, Türkiye’de üstü kapatılan 17 Aralık 2013 dosyası Amerika’ya taşındı ve Erdoğan’ın başını ağrıtmaya devam ediyor. Bu yüzden Halkbank üzerinden kara para aklama dosyası, Erdoğan ailesi için adeta hayat memat meselesi. Emine Erdoğan’ın Jill Biden’a bile bu konuyu açtığı biliniyor.
Halkbank’ı ilk sıraya koymamın sebebi, Erdoğan ailesinin Beyaz Saray karşısındaki ‘en yumuşak karnı’ bu dosya ve ABD yargısı davayı zamana yaymış durumda.
İkinci konu ise artık bir hayale dönüşen F-35 savaş jetleri meselesi. Türkiye’nin altı uçağı, parası ödenmiş olmasına rağmen ABD’de hangarlarında yatıyor, bakım masraflarını da Türkiye ödüyor. Türkiye bu projede yalnızca alıcı değil, aynı zamanda üretici ortaktı.
Ankara akıl almaz bir kararla Rusya’dan S-400 savunma sistemi almasının ardından F-35 projesinden atıldı. NATO mevzuatı açıktı çünkü. Konu bununla da kalmadı; Kongre’nin yaptırım kararı (CAATSA), savunma sanayiinde Ankara’yı kımıldayamaz hale getirdi.
Erdoğan, Beyaz Saray’dan ayrıldıktan hemen sonra Trump’a bu konu soruldu: “Erdoğan ile F-35 konusunda bir anlaşma yapabilecek misiniz?”
Trump’ın cevabı ilginçti: “İstersem kolayca yapabilirim. Belki, belki yaparız. Duruma bağlı. Önce o (Erdoğan) bizim için bir şey yapacak.”
Muhabir üzerine gidip “Ne yapacak?” diye sormadı. Türkiye’de de bu mesele neredeyse hiç tartışılmadı. “Fevkaladenin fevkinde” diye sunulan ziyarette ucu açık bırakılan o görev neydi?
Daha vahimi de şu: Erdoğan’ın günah galerisi, onu şantaja açık hale getiriyor. Bu, Türkiye için en büyük milli güvenlik sorunudur.
Konu bu kadarla da kalmadı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, New York’tan ayrılmadan düzenlediği basın toplantısında -beklenmedik biçimde- “yüzde yüz yerli ve milli savaş jeti” olarak tanıtılan KAAN’ın motorunun aslında CAATSA yaptırımlarına takıldığını açıkladı. Bu çıkış, Saray’da öfke patlamasına yol açtı.
Nereden anlıyoruz?
Erdoğan’a bağlı Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün, derhal Anadolu Ajansı’na konuşturularak, “Kaan’ın geleceği başka ülkelerin motoruna bağlı değil!” sözleriyle ateşi söndürmeye çalıştı. Propaganda mekanizması da hemen devreye girerek bakanın sözlerini “iletişim kazası” olarak sunmaya çalıştı. Milletvekilleri, medya unsurları ve parti sözcüleri, skandalı örtmeye çalıştılar ama nafile. Ok yaydan çıkmıştı bir kere.
Hakan Fidan gibi son 15 yıldır devletin zirvesinde tüm kritik toplantılara katılmış, uzun yıllar istihbarat başkanlığı yapmış, hassas bilgilere vakıf birinin böyle bir problemi “ağzından kaçırması” mümkün değildi.
Esasen, yaşanan tüm bu gelişmeler, Erdoğan sonrası dönemin dizaynıyla doğrudan bağlantılı. Parti, bürokrasi ve medya, keskin biçimde ikiye bölünmüş durumda ve ortak bir yön belirleyemiyor. Erdoğan’ın sağlığı ise -açıkça gözlendiği üzere- dönüşü olmayan bir çöküşe geçti. Dünyanın dört bir yanından uzmanlar seferber edildi; tıp alanında en gelişmiş yöntemler, alternatif ve deneysel tedaviler, milyarlarca liralık harcamalar devreye sokuldu. Tüm bunlar düşüşü geciktirmiş görünüyor, o kadar.
CHP lideri Özgür Özel’e, Trump’ın oğluyla Boeing pazarlığını -büyük olasılıkla- ABD’li kaynaklar sızdırdı. Ancak, Erdoğan’ın uçağında hangi medya unsurunun hangi soruyu soracağına dair hazırlanan notların Faruk Bildirici’ye sızdırılması, sistemin içten içe kaynamakta olduğunu, çatlakların gizlenemez hale geldiğini gösteriyor.
Peki Hakan Fidan bu kamikaze dalışını niye yaptı?
Bunun üzerinde düşünelim:
Liderin pozisyonunun sarsılmasıyla paralel olarak ganimet pastası da küçüldü. Ekonomi daraldı, dengeler bozuldu, kaynaklar kıtlaştı; paylaşım kuralları da eskisi gibi değil. “Kimin ne kadar yiyeceği” yeniden yazılıyor. Kaptan köşkü çoğunlukla boş, gemi kumanda edilemiyor. Para azaldı, porsiyonlar eskisi gibi değil, değişim korkusu ve rekabet iç mücadeleyi tetiklemiş durumda.
Kimin daha fazla nüfuz kazanacağı, hangi medya grubunun kime teslim edileceği, hangi şirketlerin el değiştireceği üzerinden bir kaos yaşanıyor. Saray, yargı ve kolluk gücünü elinde tutuyor; kafasını kaldıran herkesi içeri atacak kadar da gözünü karartmış durumda. Bu nedenle Devlet Bahçeli bile hamle yapabilecek durumda değil. Savcılıktaki cinayet dosyaları, Bahçeli’nin masayı devirmeye niyetlenmesine imkân bırakmıyor. MHP politbürosu da suçluların telaşı içerisinde.
Gelgelelim Hakan Fidan farklı bir kategori. Uzun yıllardır politika ve istihbarat hattında, siyasi hedefleri olan bir figür. Tasfiyesi kolayca gerçekleşecek biri değil; bu yönüyle Süleyman Soylu’dan ayrılıyor. Fidan, elindeki bilgi seti, maddi ve diplomatik gücüyle uzun vadeli bir oyun kuruyor.
Yakın dönemde, Beyaz Saray’dan aldığı taze “meşruiyetle” Erdoğan’ın içeride başlattığı işleri hızla tamamlamak için operasyonlara hız verdiğine tanık olacağız. Bu, kısa vadede Erdoğan gücünü konsolide edebilir.
Önünde kaçınılmaz olarak iki yol var: Demir yumrukla kısa vadede disiplini sağlayabilir ya da çatlakların derinleşmesi süreci çöküşe evirebilir.
Türkiye’nin önündeki asıl soru, enkazın altında kalıp kalmayacağıdır.
Son not: Mevcut tüm aktörlerin Erdoğan’la birlikte tarihin çöplüğüne gitmesi olası. Hapistekiler daha şanslı, emin olun.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***