ADEM YAVUZ ARSLAN | HABER ANALİZ
Dünya yeni bir eksen kaymasına tanıklık ediyor. Şi, Putin, Kim ve Pezeşkiyan’ın öncülük ettiği “kargaşa ekseni”, ABD’nin küresel liderlikten geri çekildiği bir dönemde sahada güç kazanıyor. Otoriter bloklar büyürken, Erdoğan ise Türkiye’yi içeride ‘tek parti’ rejimine, dışarıda ise ‘yalnızlığa’ sürüklüyor.
Pekin’de geçtiğimiz günlerde yaşanan manzara, küresel siyasetin gidişatını özetler nitelikteydi. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, askeri gücünü tüm ihtişamıyla sergilerken yanında Rusya lideri Putin, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ve İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan vardı. Bu görüntü, Washington’a karşı yeni bir mihverin doğduğunu dünyaya ilan ediyordu.
Her biri farklı rejimlere ve ideolojik yapılara sahip bu dört ülke, ortak bir noktada birleşiyor: ABD karşıtlığı. “Kargaşa Ekseni” olarak adlandırılan bu oluşum, yalnızca askeri veya ekonomik işbirliğiyle sınırlı değil; tıpkı İkinci Dünya Savaşı’ndaki Mihver güçleri gibi “yeni bir düzen” arayışıyla sahneye çıkıyor.
Tarihsel olarak Mihver kavramı, 1930’larda Almanya, İtalya ve Japonya’nın oluşturduğu ve dünyayı kendi nüfuz alanlarına göre yeniden düzenlemeyi amaçlayan ittifakı ifade ediyordu. Bu güçler, saldırgan ve yayılmacı politikalarıyla ‘Müttefikler’ olarak bilinen ABD, İngiltere, Sovyetler Birliği ve diğer ülkelerin karşısında duruyordu. Günümüzde kullanılan “yeni mihver” tanımı da benzer biçimde mevcut uluslararası düzeni yıkma arzusunu yansıtıyor; ancak bu kez eksende Çin, Rusya, İran ve Kuzey Kore gibi modern otoriter rejimler yer alıyor.
Trump’ın boşalttığı küresel liderlik
Bu ittifakın etkisi en somut biçimde Ukrayna’da görülüyor. Çin, İran ve Kuzey Kore, Kremlin’e nefes aldırıyor, savaşın uzamasını sağlıyor. Bu iş birliği yalnızca Rusya’nın konvansiyonel gücünü yeniden toparlamasını kolaylaştırmıyor, aynı zamanda NATO için de ciddi bir tehdit penceresi açıyor. ABD ve müttefikleri artık tek tek ülkelerle değil, birbirine askeri teknoloji ve siyasi destek sağlayan blok bir güçle uğraşmak zorunda.
Trump yönetimi, geleneksel müttefikleri küstürüp, uluslararası yardımları kesip, ABD’nin küresel liderlik rolünü açıkça reddederken; Şi ve Putin boşluğu doldurmak için harekete geçiyor. İran ve Kuzey Kore ise bu boşluğu kendi çıkarlarına yontmakla meşgul. ABD’nin tavizlerle Çin’i ya da Rusya’yı bu eksenden koparma çabası sonuçsuz kalacak gibi. Zira Moskova ve Pekin tavizleri ceplerine koyup yollarına devam ediyorlar.
Erdoğan’ın “içe kapanmacı” Türkiye’si
Peki Türkiye bu tabloda nerede?
Ne yazık ki Erdoğan rejimi, Türkiye’yi bu küresel eksen kaymalarının dışında bırakmakla kalmıyor, aynı zamanda içeride baskı ve otoriterleşmeyi derinleştirerek ülkeyi “kendi içine kapalı bir gettoya” dönüştürüyor.
Erdoğan da tıpkı Trump gibi müttefiklerini kaybederek Türkiye’yi yalnızlığa sürüklüyor. AB süreci rafa kalktı, NATO içinde Türkiye’ye güven kalmadı, komşularla sıfır sorun politikası yerini “herkesle kavgalı” bir çizgiye bıraktı. İsrail’e karşı meydanlarda nutuk atarken perde arkasında ticaret rekor kırıyor; ABD ile ipleri koparıyor ama aynı zamanda Rusya’dan S-400 alarak Türkiye’yi stratejik bir çıkmaza sokuyor.
Nasıl ki Trump, Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika gibi ülkeleri Çin’e itiyorsa; Erdoğan da Türkiye’yi Batı’dan koparıp Avrasya blokuna yaklaştırıyor. Ancak her iki liderin ortak paydası şu: “Bu yönelimlerin hiçbir rasyonel stratejik mantığı yok. Tamamen kişisel hesaplar, ideolojik saplantılar ve içerideki iktidar mücadelesine dayalı bir “dış politika gösterisi.”
Erdoğan, yargıyı tamamen kontrolüne alarak muhalefeti tasfiye etmekle meşgulken; Çin, Rusya, İran ve Kuzey Kore sahada oyun kuruyor. Türkiye, demokratik ittifakların ve Batı kurumlarının güçlü bir üyesi olması gerekirken, giderek uluslararası sistemin kıyısına itiliyor.
Yanlış tercihler ağır faturalar
Tam da dünyada otoriter bloklar güçlenirken, Erdoğan içeride kendi iktidarını tahkim etmek için yargıyı bir silah gibi kullanıyor. Son olarak CHP İstanbul İl Başkanlığı’na kayyum atanması Türkiye’nin çok partili siyaset geleneğini doğrudan hedef aldı. Bu hamle, Erdoğan’ın artık sandık yoluyla iktidarı bırakmaya niyeti olmadığını açıkça gösteriyor.
Türkiye böylece yalnızca küresel gelişmelerin dışında kalmakla kalmıyor, içeride de kendi “tek parti düzenine” doğru hızla sürükleniyor. Erdoğan’ın rejimi, Putin’in Rusya’sı ya da Şi’nin Çin’i ile benzer refleksler gösteriyor: muhalefeti tasfiye etmek, seçimleri anlamsızlaştırmak, yargıyı sopa haline getirmek.
Pekin’de sergilenen manzara sadece Asya kıtasının değil, tüm dünyanın geleceğini şekillendirecek yeni mihverin işaret fişeği.
Ne yazık ki bu sırada Türkiye, Erdoğan’ın kişisel iktidar hesapları uğruna, tarihin en kritik eksen kaymalarından birine seyirci kalıyor. Türkiye’nin demokratik potansiyeli ve jeostratejik konumu onu aslında “oyun kurucu” yapabilecek güçteyken, Erdoğan yönetimi ülkeyi giderek “oyun dışı” bir pozisyona sürüklüyor.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***