ADEM YAVUZ ARSLAN | YORUM
Kuzey Irak’ta 6 Temmuz’da yaşanan mağara faciası, sadece 12 Mehmetçiğin hayatına mal olmadı; aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) nasıl içinin boşaltılıp, kurumsal yapısı çökmüş bir hale getirildiğini de bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Şehit düşen askerlerimizin ardından kamuoyuna yansıyan detaylar, facianın asıl nedenini gözler önüne serdi: TSK, artık ne organize ne profesyonel ne de kendi personelini kurtarabilecek bir kapasiteye sahip.
En dikkat çekici gerçek şu: Mağarada mahsur kalan askerleri kurtarmak için TSK’nın kendi bünyesinde bir arama-kurtarma birimi yoktu. Bu görev için Enerji Bakanlığı’na bağlı madencilerden yardım istendi.
Düşünebiliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyeti’nin ordusu, kendi askerini bir mağaradan kurtaracak teknik bilgiye, ekipmana ve personele sahip değil. Maden işçileri, ellerinde tahkimat malzemeleriyle, yeraltı oksijen ölçerleriyle Irak sınırını geçip askeri bir operasyona müdahil oldular. Bu tablo, başlı başına TSK’nın ne hale getirildiğinin özetidir.
Oysa profesyonel ordular, özellikle sınır ötesi operasyonlar yürüten ordular, kendi arama-kurtarma birimlerini yıllar öncesinden kurmuş ve eğitmiştir. ABD ordusu ya da İsrail Savunma Kuvvetleri, böyle bir durumda anında devreye girecek eğitimli ekiplerle çalışır. Türkiye ise, yüzbinlerce personeli olan devasa ordusuyla, kendi askerini kurtarmak için maden işçilerine muhtaç durumda.
Aradığınız ‘kahramanlar’ hapiste!
Aslında TSK’nın Özel Kuvvetler bünyesinde arama-kurtarma operasyonları için çok başarılı timleri vardı. Tahmin edebileceğiniz gibi onlar da 15 Temmuz kumpasıyla tasfiye edilip hapse atıldılar. Mesela Başçavuş Mesut Güney bunlardan birisiydi. İyi bir muharip asker olmanın yanında dalış ve mağara eğitmeniydi. Ekibiyle birlikte yaptığı kurtarma operasyonları sık sık medya da yer aldı. Mesela 2011 Haziranında Amasya’da 270 metre derinliğe düşen bir dağcının naaşını mağara dalışı yaparak çıkarması ile haberlere konu oldu. Bir yıl sonra da Kastamonu Valla Kanyonunda 5 dağcının kurtarılmasını yönetmişti. Niğde Aladağlar’da 3 bin 500 metre yükseklikten bir dağcının cansız bedeninin alınmasında da görev almıştı.
Dosyası madalya ve takdir belgeleriyle dolu bu askere ne mi oldu? 15 Temmuz günü Hava Kuvvetleri Komutanını koruma ile görevlendirildiği için ‘darbeci’ olarak tutuklandı. Komutanın emrini uygulama dışında bir adım atmadığı halde halen Burdur Cezaevinde müebbet hapis cezasıyla yatıyor. Mesut astsubay gibi parlak askerlerin oluşturduğu MAK Timleri artık yok. Dolayısıyla mağaradaki şehidinizi almak için bile aciz kalıyorsunuz.
Kurmay zekânın tasfiyesi, askeri akılın çöküşü
Bu durumun temeli 15 Temmuz 2016 sonrasında atıldı. Erdoğan rejimi, “darbe” bahanesiyle başlattığı cadı avında, TSK’nın kurmay zekâsını hedef aldı. Yüzde 95 oranında tasfiye edilen kurmay subaylar, sadece bir sınıf değil, bir akıl ve gelenekti. Onların yerine getirilenler ise sadakatle terfi eden, sorgulamayan, sorgulanmayı da tehdit olarak gören kişilerdi. Sonuç ortada: Planlama yok, öngörü yok, kriz yönetimi yok. Mağara operasyonu da plansız, koordinasyonsuz ve felaketle sonuçlanan bir örnek olarak kayıtlara geçti.
Bir başka trajik sonuç da askeri hastanelerin kapatılmasından kaynaklandı. GATA ve benzeri kurumlar, savaş cerrahisi ve toksikoloji gibi çok özel alanlarda eğitimli personel yetiştirirdi. Bugün bu uzmanlıklar yok denecek kadar az. Zehirlenen askerlere müdahalede yaşanan gecikme ve eksikliklerin altında bu sağlık altyapısının çökmesi yatıyor.
Sadece hastaneler değil, askeri okullar da kapatıldı. Harbiye, Kuleli, Maltepe gibi kurumların yerine açılan Milli Savunma Üniversitesi ise siyasi kadroların güdümünde, gelenekten kopuk, eğitim kalitesi düşük bir yapıya sahip. Bu sistemden çıkan subaylar, ne operasyonel liderlik ne de saha yönetimi konusunda yeterli değil.
Sıradanlaşmış bir ordu: İtaat var, inisiyatif yok
Bugünkü TSK, geçmişin profesyonel, kendi kararlarını alabilen, refleksleri güçlü ordusu değil. Erdoğan’ın emir eri haline getirilmiş, iç tehdit olarak tanımladığı “kripto” subayları temizlemekle meşgul, dış tehditlere ise hazırlıksız bir yapı. Kuzey Irak’ta yaşanan facia bunun canlı ispatı. Sahada askerler hayatları için mücadele ederken, masada kimsenin akılcı bir planı yoktu. Ne alternatif tahliye senaryoları vardı, ne de olası mağara yangınları için eğitimli bir birlik.
İşin daha da vahim yanı, bu yapısal çöküşün kasıtlı olarak inşa edilmiş olması. Erdoğan rejimi, TSK’yı güvenlik kurumu olmaktan çıkarıp siyasal vesayet aparatına dönüştürdü. Kendi emir subaylarını general yaptı, kritik birimleri SADAT’çı kadrolara teslim etti, ‘Askeri istihbaratı millileştiriyoruz’ diyerek partizanlaştırdı. TSK artık profesyonel bir ordu değil, siyasi bir organizmanın silahlı koludur. Dolayısıyla yaşanan her asker ölümü, sadece bir operasyon kazası değil, siyasi bir tercihin sonucudur.
Mağarada yiten sadece askerler değil
Kuzey Irak’ta 12 Mehmetçiğin hayatını kaybettiği bu faciada, yalnızca bir operasyonun başarısızlığı değil, bir ordunun çöküşü yaşandı. Arama-kurtarma kapasitesi olmayan, komuta kademesi liyakatsiz, hastane sistemi çökmüş, eğitim kurumları kapatılmış bir ordu artık sadece asker kaybetmiyor, aynı zamanda kurumsal şerefini ve halkın güvenini de kaybediyor.
Ve en acı gerçek şu: Bu çöküş göz göre göre geldi. Herkes seyretti. Şimdi ise sadece “şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganlarına sarılarak yaşanan kurumsal iflas örtülmeye çalışılıyor. Dahası, sorumluluk almayan komuta kademesi suçu hayatını kaybetmiş askerlerin üzerine atacak senaryoyu dolaşıma soktu. İktidar medyasında çıkan haberlere göre üç yıl önce şehit olan askerin naaşını almak için acele eden askerler tedbirsizce mağaraya girmiş ve olan olmuş. Bu hikayeye tüm suçu şehit askerlere yıkıp çıkacaklar.
Kısacası o mağarada sadece 12 genç değil TSK da yitip gitti!
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***