İsrail ile İran arasındaki çatışmalarda bir hafta geride kaldı. Türkiye, İran’ın egemenlik haklarını hatırlatiyor, İsrail’e saldırılarını durdurma çağrısı yapıyor. Ankara İsrail’i bölgeyi istikrarsızlığa sürüklemekle suçluyor, İran’a temkinli destek veriyor.
Türkiye, Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırılarının ardından, Gazze’de on binlerce kişinin öldürülmesine ve büyük yıkıma yol açan saldırıları karşısında İsrail’e yönelik sert bir dil kullanıyor.
Ankara, Tahran ile çok uzun süredir pragmatik ve dengeli bir ilişki yürütüyor ancak bu ilişkinin arkasında da yer yer ciddi gerilimlere yol açan bir rekabet var.
Bu rekabetin ve İran-Türkiye ilişkilerindeki dinamiğin geçmişini ve bugününü inceledik.
500 yıllık bölgesel rekabet
Osmanlı İmparatorluğu Anadolu’da kurulup yükselirken, bugünkü İran topraklarında Safeviler tarafından resmi dili Farsça, resmi dini Şii İslam olan Pers İmparatorluğu kuruldu.
İki imparatorluk yüzyıllar boyunca bölgedeki etkinliğini ve gücünü artırmaya çalışırken birbiriyle birçok kez savaştı.
Bu savaşlar, 1639’da Osmanlı İmparatorluğu’nun Bağdat’ı ele geçirdiği savaş sonrası imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşması’yla sona erdi.
Bu anlaşmayla iki ülke arasında uzlaşılan sınır, bugünkü Türkiye-İran sınırını da büyük ölçüde belirlemiş oldu.
Sınır çizilmiş ve doğrudan savaşlar büyük oranda bitmiş olsa da, iki ülke arasındaki rekabet devam etti. Bölgede daha fazla toprak sahibi olma, en nüfuzlu ülke olma mücadelesinde mezhep farklılığı da rol oynadı.
Birinci Dünya Savaşı sonrası hem İran hem Türkiye’de üniter ve merkezi sistemle yönetilen ülkeler kuruldu.
İran o dönem de monarşi ile yönetilmeye devam etti. İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, ülkelerini merkezileştirmek ve dış tehditlere karşı korumak için paralel bir çizgi izledi.
Ancak yüzlerce yıllık rekabet hızla bitmedi ve yer yer gerilimler yaşandı.
Pehlevi, bu gerilimlere son vermek için 1934’te Türkiye’ye gitti. Ziyaret sonrası birçok ikili ekonomik işbirliği anlaşması imzalandı. Türkiye ve İran, dönemin bölgesel işbirliği mekanizmalarında da birlikte hareket etti.
Rıza Şah, 27 Haziran 1934’te Ankara’da Mustafa Kemal Atatürk ile bir araya geldi
1979 İran İslam Devrimi sonrası: ‘Ne dost, ne düşman’
1979’daki İslam Devrimi’yle İran’da Şah yönetimi son buldu. Şii İslam temelinde kurulan yeni İran’ın en büyük bölgesel rakibi, Sünni İslam temelinde kurulan Suudi Arabistan’dı.
Yeditepe Üniversitesi’nde İran üzerine çalışan Yrd Doç Dr. Ezgi Uzun Teker, İran’ın İslam Devrimi sonrası uluslararası alanda yaşadığı izolasyon ve bölgede hiçbir ülkeden destek görmemesi sonrası yeni bir doktrin geliştirdiğini söylüyor.
Teker’e göre bu doktrin, silahlı vekil gruplar oluşturup bir nevi askeri varlık göstererek bölge ülkelerinde nüfuz alanı oluşturmaktı.
Özellikle ABD’nin 2003’te Irak’ı işgali ile sonrasında Arap ülkelerinde başlayan isyanlar ve iç savaşlar, bölgede bir kırılma yarattı.
Bölgenin iki güçlü ülkesi Türkiye ve İran, yeni oluşan gruplar üzerinde söz sahibi olmaya, güç boşluğunda yeni nüfuz alanları oluşturmaya çalıştı.
Ankara’da yıllarca İran ile ilişkiler üzerine çalışmış olan bir Türk diplomatik kaynak, son yıllardaki İran-Türkiye ilişkileri için “Devrimden sonra İran’ın geliştirdiği dış politika aslında Türkiye’nin çıkarlarına tamamen zıt bir pozisyonda. Biz istikrar istiyoruz. İran’ın ise yumuşak gücü ya da ekonomik gücü yok, ordusu, milisleri ve sert gücü var. Bu da kültürel derinliği olsa da istikrarsızlıktan beslenmesine, yıkıcı faaliyetlere yönelmesine yol açıyor” yorumunu yapıyor.
İran son 40 yılda Lübnan, Suriye, Irak ve hatta Yemen’de önemli bir nüfuz elde etti. Pakistan, Çin ve Rusya’yla yakın ilişkiler geliştirdi. Türkiye ile yer yer çatışma alanları olsa da dengeli bir ilişki yürüttü.
Tebriz Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi mezunu, İran uzmanı akademisyen Arif Keskin bu ilişkiyi “ne dostluk, ne düşmanlık” olarak tanımlıyor:
“İran ve Türkiye rekabet içinde ama hasmane bir rekabet değil, iki ülke birini hasım olarak görmüyor. Bu sebeple iki ülke ilişkilerinde çok olumlu gittiğinde de çok büyük gerilim olduğunda da hep bir durma noktası var. İyi dost da olamıyorlar düşman da olamıyorlar.”
Keskin’e göre bu nedenle Türkiye bugünkü çatışmaların İran’a varoluşsal zarar verme, ihtimali olduğu için İsrail’e saldırıları durdurması çağrısı yapıyor.

Şah’ın ülkeden kaçmasından birkaç gün sonra, 19 Ocak 1979’da İran’ın başkenti Tahran’da
protestolara İranlı kadınlar da katılmıştı
Irak ve Suriye’de İran-Türkiye rekabeti
Burada Irak ve Suriye’ye ayrı bir başlık açmak gerek.
Irak’ta 2013-2017, Suriye’de 2011-2024 arası iç savaş sürerken Türkiye bazı grupları “terör örgütü” olmakla suçladı, ulusal güvenliğini gerekçe göstererek doğrudan askeri operasyonlar düzenledi.
İran ise iç savaşlarda karşıt tarafları destekledi, Türkiye’nin askeri operasyonlarından rahatsızlık duyduğunu açıkça ifade etti. İran, 1990’larda Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde PKK hedeflerine düzenlediği askeri operasyonları da açık şekilde eleştirmişti.
Irak’ta ABD işgali sonrası hem politikacılar hem de Haşd-i Şabi milis güçleri üzerinden İran’ın ciddi bir etki alanı oluşturması, Türkiye’nin Bağdat’taki yeni yönetimle ilişki geliştirmesi önünde bazı engellere yol açtı.
19 Nisan 2017’de Al Jazeera kanalına röportaj veren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “İran’ın Pers yayılmacılığı anlayışı son zamanlarda bayağı baş ağrıtmaya başladı. Örneğin Irak’ta göze çarpan şey bu” demişti.
Bilkent Üniversitesi’nde İran üzerine çalışan Doç Dr Tuğba Özden Bayar, iki ülke arasındaki rekabetin son yıllarda en çok Suriye çerçevesinde şekillendiğini, Suriye’de iç savaş sona erdiğinde rekabetin de azaldığını söylüyor:
“Türkiye’nin ordusu doğrudan Suriye sahasında rol oynarken İran devlet dışı aktörler aracılığıyla son derece etkindi. Esad’ın devrilmesiyle bir anda İran’ın bütün gücü çatlamış oldu, böylece iki ülke arasındaki en büyük rekabete konu olacak suje de ortadan kalktı. Irak için de aynı şeyi söyleyebiliriz.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Eski İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani,
4 Ekim 2017’de Tahran’da basın toplantısında
İran’ın nükleer çalışmalarına Türkiye’nin tepkisi
ABD’nin Irak işgali sonrası Irak’ta yaşanan bölünme hem İran ve Türkiye için güvenlik riski yarattığı gerekçesiyle olumsuz karşılandı. Bu durum iki ülkeyi yakınlaştırdı. 2010’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda İran’ın nükleer çalışmaları nedeniyle ambargo uygulanması için yapılan oylamada Türkiye, Brezilya’yla birlikte ret oyu kullanarak Batı bloğuna karşı İran’ın yanında yer aldı.
Ancak Türkiye-İran rekabeti aslında devam ediyordu. Doç Dr Bayar, Türkiye’nin sınırda nükleer güç istemediği görüşünde:
“İran bugüne kadar sağlaması gereken şeffaflığı sağlamadı, Atom Enerjisi Kurumu’nun zamansız teftişlerine izin vermedi. Bu Türkiye için bir tehdit, bu sebeple Ankara hep şeffaflık talep etti İran’dan ancak ne kadar rahatsız olsa da bu konunun masada çözülmesini istedi.”
Arif Keskin de Suriye’de yaşanan görüş ayrılığı sonrası Türkiye’nin İran’la karşı karşıya gelme ihtimalini değerlendirerek nükleer silahı ciddi bir tehdit olarak gördüğünü söylüyor:
“Eğer ABD veya İsrail sadece İran’ın nükleer silah üretme kapasitesini durdurmaya yönelik bir adım atsaydı bu uzun vadede Türkiye için olumlu olabilirdi. Ama burada temel mesele devletlerin egemenliğini ihlal eden askeri bir saldırı olması.”
Ekonomik ilişkiler iki ülke için de kritik
Soğuk Savaş’ta da 1979 sonrası Rusya-Çin tarafında yer alan İran, zaman zaman NATO üyesi Türkiye’yi Batı bloğunda yer aldığı için eleştirdi. Ancak iki ülke arasında rekabete rağmen dengeli bir diplomatik ve ticari ilişki de gelişti.
İran uzun yıllar Türkiye’nin ikinci büyük gaz tedarikçisiydi. İki ülke bir dönem yüksek gaz fiyatı sebebiyle Uluslararası Tahkim Kurumu’nda karşı karşıya gelmiş olsalar da, 2024 yılında bu ihracat daha da arttı.
Türkiye bir yandan da gaz kaynaklarını çeşitlendirmeye çalışıyor. Bu nedenle yeni boru hatlarıyla Azerbaycan ve Rusya’dan aldığı gaz miktarını artırdı. İran, Türkiye’ye gaz satan üçüncü ülke konumuna düştü.
İran da bölgesel etkinliğini korumak ve gaz gelirinin azalmaması için Türkiye ile enerji işbirliğine çok önem veriyor.
Aynı zamanda Türkiye’den Orta Asya’ya yapılan kara ticareti de İran sınırından geçen TIR’lar üzerinden yapılıyor. Sınırın kapanması Türkiye’nin ticaretine önemli darbe vurabilir.
Arif Keskin, İran’daki son gelişmelerin hem ülkenin bölünmesi, hem göç akını hem de bölgede mezhep çatışmaları gibi olumsuz gelişmelere gebe olduğunu, bu nedenle Türkiye’nin çatışmaları kaygıyla izlediğini söylüyor:
“Yani böyle bir kriz döneminde ilişkiler de kriz durumundadır. Şu anki durum gerçek ilişkiyi yansıtmıyor. Türkiye İran’ı çok yakın ilişkisi olduğu için değil, bölgesel istikrarsızlık ciddi bir tehdit olduğu için destekliyor.”