AHMET KURUCAN | YORUM
Rotterdam’da Muhammed Refii Kileci Bey’in atölyesini, eşim ve dostlarımızla birlikte ziyaret ettik. Bazı meknlar vardır ki daha içeri girer girmez konuşmaya başlar. Hatta siz sustukça, derinliği artar. İşte bu atölye de bana öyle geldi.
Mürekkebin, sabrın, fırçanın ve sükûnetin buluştuğu bu sanat mahfili, sadece geleneksel İslam sanatlarının icra edildiği bir alan değil; aynı zamanda bir temsil ve bir hizmet mekanıydı benim gözümde.
Hocaefendi yıllar önce Avrupa’da yaşayan arkadaşlara, “Avrupa’da sanat vakıfları kurun ve sanat eğitimi yapın!” demişti. 90’lı yılların başında hem de… Bunun manası açık: Sanat vesilesi ile insanlara ulaşma!
En azından ben böyle anlıyorum bu sözü.
Ama meselenin bir de bize ve Müslümanlara bakan boyutu var. Nedir bu boyut diyecek olursanız, bir kaç cümle ile açayım. Hocaefendi, “Ruhumuzun Heykelini İkame Ederken” başlıklı yazısında sanat düşüncesini, “Yeryüzü Mirasçılarının Sekizinci Vasıf” olarak ele alır ama satır aralarına gizleyerek…
Şöyle der: “Şimdilerde muğlak ve isrâf-ı kelâm gibi görünen, fakat gelecekte büyük yankıları olacağına inandığım riyâzî düşüncenin de küçük bir hulâsasını verdikten sonra; sanat düşüncemizi sekizinci vasıf olarak hatırlatmak îcab ederdi. Ancak şimdilik belli mülâhazalara binaen, Julvern gibi: ‘Bir kısım çevreler bizim kriterlerimiz içinde henüz böyle bir yolculuğa hazır değiller’ deyip böylece bu mütalâamızı da noktalıyoruz.”
Şu sözler de Hocaefendi’ye ait: “Demiri altından, bakırı bronzdan daha kıymetli yapan sanattır. Evet, sanat sayesinde en kıymetsiz madenler, altın, gümüş ve elmastan daha kıymetli hâle gelirler.”
Bırakın 90’lı yılları aradan 35 yıl geçmiş kimse üzerine alınmasın hala aynı noktada duruyoruz. Hizmet Hareketi’ne gönül vermiş insanlar olarak da İslam alemini oluşturan Müslümanlar olarak da…
İşte bu sebeple olsa gerek Hocaefendi’nin sanat vakfı kurma teklifleri o günden bugüne hak ettiği karşılığı pek bulamadı.
Sanatı, cami tezyinatından ya da albüm kapağı süsünden çıkarıp hayatın merkezine yerleştirmek, hele hele bir diyalog vesilesi hâline getirmek kolay iş değil ve Refii Kileci Bey bu zorlu yolda hayli mesafe kat etmiş. O “Cemîl” isminin tezahürü olan eserleri ile bu bakışı hayatına taşıyan ender sanatkârlardan biri olmuş.
Evet, dar ufkumla anlayabildiğim ve hissedebildiğim kadarıyla Kileci hocamın eserlerinde estetik yalnızca biçimde değil, özde de kendini gösteriyor. Ebru teknelerinden yükselen renkler, hattın kıvrımlarına sinmiş hikmetler bunun tezahürü ve hepsi Hocaefendi’nin tarif ettiği ‘anlamlı’ güzelliğin dışa yansımaları.
Muhammed Refii Kileci, son dönemin büyük hattatlarından merhum Hamid Aytaç’ın talebesi. Bu cümle bile onun sanat çizgisini, estetik terbiyesini ve geleneğe olan sadakatini anlatmaya yeter. Ancak onu farklı kılan yalnızca bir hattat ya da ebru ustası olması değil; bu sanatları modern Avrupa toplumunun kalbine taşıyan zarif bir köprü kurmuş olmasıdır.
Bir Hollandalı anlatıyor: “Burada huzur buluyorum”
Kurduğu Rumi Sanat Enstitüsü ve Rotterdam’daki atölyesi, sadece kurs verilen bir mekân değil. Orası, farklı kültürlerden insanların güzellik etrafında buluştuğu bir zemin. Oraya gelenler sanata değil, aslında kendilerine geliyor. Bir damla boya, bir çizgi, bir kıvrım; gönüllere dokunmanın vesilesine dönüşüyor.
Atölyeyi ziyaret eden bir Hollandalının şu sözünü anlattı bize: “Ne var bu atölyede bilmiyorum ama ruhum burada itminana eriyor. İki saat kalıyorum; sanki terapi olmuşum gibi, huzur buluyorum.”
Aynı hissiyatı ben de yaşadım. Hat levhaları arasında dolaştım, sessizce izledim, raflardaki fırçalarla, iğne ucu inceliğindeki harflerle, yavaşça karışan renklerle vakit geçirdim. Ve oradan çıktığımda kendimi ferahlamış hissettim. İçeride bir şey, insanın içini onarıyordu sanki. Bu satırları gazeteye göndermeden önce eşime okudum; eşim, “Ben de aynı hissiyatı yaşadım.” dedi.
Hasılı, bugün Hizmet Hareketi olarak çok zor bir dönemden geçiyoruz. Ancak hâlâ ulaşılacak gönüller, kurulacak köprüler var. Ve bazen bir damla boya, bir “elif” harfi ya da bir “vav”ın zarif kıvrımı bu köprüyü kurmaya yetebiliyor. Çünkü sanat, öfkeyle değil; estetikle konuşan bir dildir. Ve bu dili iyi konuşanlara çok ihtiyacımız var. Refii Kileci Bey’in atölyesi, bu ihtiyaca verilmiş en güzel cevaplardan biri.
O atölyeye adımını atan kişi sadece hat ya da ebru öğrenmeye değil, gönlünü temizlemeye, iç dünyasını onarmaya da geliyor. Belki de bu yüzden, Rotterdam gibi çok kültürlü bir şehirde insanlar oraya adeta akıyor. Çünkü orası, bir medeniyetin zarafetle konuştuğu bir mekâna dönüşmüş.
Tebrikler, teşekkürler, başarılar Muhterem Hocam.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***