AV. NURULLAH ALBAYRAK | YORUM
Adalet ne beklemekle ne de istemekle gelir. Onu ancak mücadele edenler elde eder.
Türkiye’de neredeyse her sabah yeni bir gözaltı haberiyle uyanıyoruz. Operasyonlar, tutuklamalar, hedef göstermeler…
Bir kitap, bir sosyal medya paylaşımı, biraz para, birkaç fotoğraf…
Ve ardından gelen tanıdık suçlamalar: ‘örgüt üyeliği’, ‘örgüt propagandası’, ‘örgüt finansmanı.’
Artık ceza yargılaması delille değil, etiketle yürütülüyor.
“Delil olmadan ceza olmaz” ilkesi çoktan terk edildi. Yerine iktidarın istediğini suçlamasını sağlayan ‘örgüt’ etiketi geldi.
Hukuksuzluk sıradanlaştı
Yaşadığımız dönem, bireysel hak ihlallerinin değil; kurumsallaşmış bir hukuksuzluk düzenine dönüştü. Yargı, bağımsız bir yargılama makamı değil; iktidarın ihtiyaçlarına göre şekillenen bir baskı aracı oldu.
Adaletin dağıtıldığı söylenen adliyeler, hak aramanın değil, cezalandırılma korkusunun yaşandığı mekanlara dönüştü. İnsanlar yargıyı kendilerini koruyacak bir dayanak olarak değil, korunmaları gereken bir tehdit olarak görmeye başladı.
İyi niyetli ama gerçekçi olmayan bir beklenti
Bu kadar açık bir tabloya rağmen, çıkış yolunu mevcut iktidarın insafında aramak iyi niyetli ama gerçekçi olmayan bir beklenti. Çünkü baskıcı bir iktidardan kendi rızasıyla hukuka dönmesini beklemek, pratikte mümkün olmadığı gibi bunun için çabalamak da zaman ve enerji kaybıdır.
Neden mi?
- Çünkü mevcut iktidar, yargıyı doğrudan kontrol ettiği bir sisteme alıştı. Bu gücü gönüllü olarak terk etmez.
- Çünkü yargı, artık siyasi muhalefeti bastırmanın ve toplumda korku üretmenin aracı hâline geldi. İktidar “yanlış yaptım” diyerek bu gücü bırakmaz.
- Çünkü hesap verebilirlik mekanizmaları tamamen devre dışı bırakıldı. Hukuka dönüş demek, hesap vermek demektir ki bunu isteyerek yapmaz.
- Çünkü sesini çıkaran herkes, gazeteci, siyasetçi, hukukçu, yurttaş fark etmeksizin, kolayca hedef hâline getirilebiliyor. İktidar bu konforlu pozisyondan kendiliğinden vazgeçmez.
Bunun gibi daha fazla madde yazılabilir ancak bunlar bile iktidarın pozisyonunu anlatmak için yeterli diye düşünüyorum.
Taktiksel yumuşamalar aldatıcıdır
AKP, zaman zaman “normalleşme” ya da “reform” söylemlerine başvuruyor. Ancak bu hamleler hiçbir zaman samimi ve sürekli bir hukuk devleti iradesi taşımıyor. Çoğunlukla taktiksel, zaman kazanmaya ya da kamuoyuna mesaj vermeye yönelik adımlar olarak karşımıza çıkıyor.
“Normalleşme” denince bugün ilk akla gelen aktör CHP. Normalleşmeden medet uman CHP Genel Başkanı Özgür Özel, bunun ne anlama geldiğini kısa sürede ve acı bir şekilde tecrübe etti. Bugün umarım o da görüyordur ki, hukuksuzluklar normalleşmeyle değil, ancak hukuka dönülerek son bulur.
Peki o hâlde bu hukuksuzluklar nasıl son bulacak?
Sorunun siyasi olduğu bir durumda, çözümün de siyasi olacağı gerçeği göz ardı edilemez.
Ancak bu çözüm, kendiliğinden veya lütufla gelmeyecektir.
Siyaseti hukuka zorlamak gerekir.
Bunun yolu da hukuki mücadeleyi bir baskı unsuru, bir zorlayıcı güç olarak kullanmaktan geçer.
Yani evet, çözüm nihayetinde siyasi olabilir. Ama o siyasi çözümü harekete geçirecek olan, hukuki sürecin ürettiği baskı, belge ve dirençtir.
Üstelik siyasi bir çözüm ortaya çıksa bile,hukuki süreçleri takip etmeyenler, o çözümden yararlanamama riskiyle karşı karşıya kalabilir. Bu nedenle de hukuki mücadele hem toplumsal bir görev hem de bireysel bir güvence aracıdır.
Bu bağlamda, hukuksuzlukların son bulabilmesi için önce yargının bağımsız ve tarafsız hâle gelmesi gerekir.
Bu da doğrudan, iktidarın yargıyı bir baskı aracı olarak kullanmaktan vazgeçmesi anlamına gelir.
Unutulmamalıdır:
Bağımsız ve tarafsız yargı olmadan hukukun üstünlüğü yalnızca bir metinden ibarettir.
Ve hukuka dönüş ne beklentiyle ne de iyi niyetli temennilerle sağlanabilir.
Bu dönüşüm ancak güçlü, ısrarlı ve örgütlü bir toplumsal-hukuki mücadeleyle mümkündür.
Ne Yapmalı?
Gerçek bir değişim; birkaç hukukçunun, gazetecinin ya da aktivistin çabasıyla değil, toplumun tüm kesimlerinin ortak mücadelesiyle sağlanabilir. Bu gerçeğin artık net bir şekilde görülmesi gerekiyor.
Kamuoyu algısı değişmeli.
Herkes elini taşın altına koymalı.
Hukuksuzluğun istisna değil, sistemin bizzat kendisi hâline geldiği fark edilmeli ve bu gerçek topluma anlatılmalı.
Hukuki mücadele güçlenmeli.
Avukatından sanığına, aktivistinden hukukçusuna kadar herkes bu alanda daha kararlı ve bilinçli hareket etmeli.
İç hukuk yolları sonuna kadar kullanılmalı; gerekirse uluslararası başvuru mekanizmaları etkin şekilde kullanılmalı.
Siyasi ve sivil aktörler artık susmamalı.
Siyasi partiler, barolar, sivil toplum kuruluşları ve insan hakları örgütleri bu düzenin taşıyıcısı değil, dönüştürücüsü olmalı.
Ve bu ancak aktif mücadeleyle mümkündür.
Böyle bir dönemde “adaleti beklemek” ya da yalnızca “talep etmek” çözüm değildir.
Adalet ne yalnızca beklenerek ne de dile getirilerek elde edilir.
Adalet, ancak mücadele edilerek kazanılır.
Ve unutulmamalıdır:
Hak, sadece verilmesi gereken değil; uğruna mücadele edilerek alınması gereken bir değerdir.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***