MAHMUT AKPINAR | YORUM
Hizmet Hareketi ile Erdoğan rejimi arasında çözüm arayışını, tartışmaları gerekli ve yararlı buluyorum. Son 5-6 yıl içinde “ara bulmak” için çabalar olduğuna dair, sıhhatinden emin olmadığım duyumlar aldım, “mazlumlar bir nebze rahatlayacaksa, olumlu baktığımı” ifade etttim. Ama somut adım bilmiyorum.
Gökhan Bacık Medyascope’da, ““Devlet, ‘cemaat’, siyasi çözüm: Bir yol haritası önerisi,” başlıklı bir makale yazdı. Hukukçu Tarık Şen reddiye içeren makalesiyle tartışmaya katkı sundu. Her ikisini de okudum ve bazı analizler yapmaya çalıştım.
Dershane krizi milat alınırsa, 12 yıldır Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün güç ve imkanlarıyla Hizmet insanlarına zulmediliyor. Bu süreçte vicdan ve insaf sınırları gözetilmediği gibi, hukuk ve yasalar yok sayıldı. Suça esas teşkil edecek maddi ve manevi unsur (somut eylem-suç niyeti) olmamasına rağmen iki milyondan fazla kişi “suçlu” “terörist” ilan edilip, ağır hak ihlallerine maruz bırakıldı.
Çözüm için taraflara “devlet” ve “Hizmet Hareketi” olarak bakmayı doğru bulmuyorum. Çünkü en basit devletler dahi kendi yasalarına uyarlar. Burada Erdoğan ve çevresinin husumetinden bahsedebiliriz. “Yapılanlar Erdoğan’ı aşıyor! Deriniyle, sığıyla tüm kurumların Hizmet’i hedef alması bir devlet refleksi!” diyorsanız, buna “çeteleşmiş devlet” diyebiliriz.
Barış elbette çok önemli. Önceki Çözüm Süreci’nde sayın Gülen “sulhta hayır vardır” diye açıklama yapmış, ilgili ayeti bir makalesinde tefsir etmişti. Ancak burada bir çatışmadan, savaştan bahsetmek mümkün değil. 15 Temmuz’da sergilenen istihbarat operasyonuna rağmen ortada karşılıklı mücadele yok. 17/25 belgeleri çok güçlü hukuki argümanlar olarak kapı gibi duruyor. Ortada, kurumları, mahkemeleri, kolluğu yasalara aykırı kullanan, kirli ve otoriter bir anlayışın zulmü, hak gasbı var. Çözüm için yapılacak ilk şey bu sürecin ivedi şekilde durdurulmasını talep etmektir.
Savaşlarda bile müzakere için ateşkes ortamı sağlanır. Ateşkes taraflara makul barış ortamı sunar. Hizmet cenahı zulmedilen, ezilen, hakkı çiğnenen konumdadır. Bir taş atmadığı halde hergün operasyona maruz kalan kesime, “Karşılıklı savaşı bitirin!” demek insafla bağdaşmaz. Barıştan, sulhtan bahsedecek aydınlar öncelikle Erdoğan’a, “Hukukun asgari zeminine dön, cari yasalara uy!” çağrısı yapılmalıdır. Diğer seçenekler ondan sonra konuşulabilir.
Gökhan Bacık’ın çözüm arayışı olumlu ve cesur bir adım. Ancak Bacık’ın PKK ile Hizmet Hareketi’ni aynı düzlemde ele alması, hukuki ve ahlaki açıdan sorunlu. PKK, uluslararası alanda tanınan silahlı bir terör örgütü iken, Hizmet Hareketi şiddete mesafe koyan, eğitim ve gönüllülüğe dayalı sivil toplum hareketi kabul edilmektedir. Erdoğan yandaşı çok az ülke hariç kimse “terör örgütü” iddiasını inandırıcı bulmamaktadır. Buna dair hiçbir somut delil ortaya konamamıştır.
Makale, Hizmet Hareketi’nin bazı iç sorunlarını, yapısal problemlerini öne çıkarmakta, subjektif ithamlar, polemikler içermektedir.
“Cemaatin örgütsel biçimini feshetmesi” önerisi, demokratik hukuk devleti ilkeleriyle çelişmektedir. Sivil toplum yapılarının tasfiyesini talep etmek demokratik yaklaşımla bağdaşmaz. Diyaloğu, birlikte yaşamayı savunan global bir Hareket’in eksikleri elbette olabilir. “Bazı uygulamalarını gözden geçirmeli, şu yönlerini evrensel değerlere, demokratik işleyişe uydurmalı, sivil toplum anlayışıyla bağdaşmayan falan faaliyetlerini fesh etmeli! İktidarı ve gücü hedefliyorsa siyaset alanına girmeli!” vb. denilebilir. Ancak “Kendisini fesh etsin!” demek makul değil. Ayrıca kıyaslanan PKK’nın hangi alanlarda faaliyetlerden çekileceği hala belirsiz. Hizmet, belki Kürt siyasal hareketin sivil, silahsız faaliyetleriyle karşılaştırılabilir.
Gökhan Bacık makalesinde, Erdoğan rejiminin hukuk dışı uygulamalarını ve güvenilmezliğini yeterince sorgulamıyor. “Devletle uzlaşma” önerirken, iktidarın muhalifleri nasıl şeytanlaştırıp hedef haline getirdiğini, hukuksuz operasyonlar yaptığını görmezden geliyor. Yurtdışındaki cemaat mensuplarının “konfor” içinde olduğunu ifade etmesi etiketleme ve ayrıştırma içeriyor. Devletin gücü öne çıkarılırken adalet, hukuk geri plana itiyor. Devlete biat seçeneği sunan “devletçi” bir tutum gözlemleniyor. Oysa bir siyaset bilimci “devletin zorunlu kötülük” olduğunu, sınırlarına uymayan, denetlenmeyen devletin ne kadar tehlikeli olduğunu iyi bilir.
GRİ ALANLAR VE BELİRSİZLİKLER..
Hizmet’in evrensel kimliği ve devlet
Hizmet Hareketi, insanlığı hedefleyen evrensel bir vizyona sahiptir. Dünyanın bütün kıtalarında yer alan okulları, diyalog merkezleriyle farklı kültürleri, unsurları bir araya getiren, global barışı teşvik eden misyonu vardır. Oysa devletler, doğaları gereği ulusal çıkarlara odaklanır. İktidarlar ise kısa vadeli siyasi hedefler peşindedir. Hizmet gibi sivil toplum hareketleri, esnek yapıları ve evrensel değerleriyle uzun vadeli, kalıcı değişimlere öncülük edebilir. İktidarlar değişir, dönüşür; sivil toplum hareketleri kalır. Zira daha esnek ve dayanıklıdır. Erdoğan rejimi bugün tehdit kabul etse dahi Hizmet dün olduğu gibi gelecekte de Türkiye için yararlı olma potansiyeline haizdir.
Erdoğan’ın güvenilmezliği ve nefret siyaseti
Erdoğan iktidarı hukuki normlara uymayan, muhalifleri şeytanlaştıran, linç eden yönetim sergilemektedir. Bu yönüyle yürütülecek müzakere ve çözüm arayışı güven vermeyecektir. İmamoğlu’nu “kendisine rakip” diye hapse atan, aile şirketlerine çöken, Selahattin Demirtaş’ı AYM ve AİHM kararına rağmen yıllardır hapiste tutan zihniyete Hizmet Hareketi neden ve nasıl güvensin?
Erdoğan, Türkiye’de çöktüğü binlerce kuruma, yüzmilyarlarca dolarlık şahsi varlığa ilave, dünyanın her yerinde Türkiye’nin çıkarları için yararlı ve gerekli okulları kapatmaya çalışmaktadır. MİT marifetiyle öğretmenleri kaçırmakta, esnafları bile ‘tehdit’ görmektedir. Bunlar devletin tutumundan öte Erdoğan’ın kinini, kan davasını göstermektedir. Böyle bir tabloda Bacık’ın önerdiği “devletle uzlaşma” fikri boşa düşmektedir.
Öte yandan PKK, silahlı bir örgüt olarak devleti/toplumu tehdit edebilecek potansiyele sahip olduğu için masada yer buluyor. Hizmet Hareketi’nin şiddetten uzak olması, paradoksal olarak Erdoğan’ı daha şahinleştiriyor. Bu durum Hizmet’in ahlaki üstünlüğünü gösterse de, Erdoğan “zayıflık” olarak okuyor, zulmü sürdürmekte pervasız davranıyor.
Asgari hukuki zemin ve uluslararası güvence
Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ne göre insan hakları “devredilemez, tartışılamaz, vazgeçilemez”dir. Erdoğan iktidarının bu hakları sistematik olarak ihlal ettiği ortamda, Hizmet mensuplarının Erdoğan rejimine güven duyması mümkün değildir.
Uzlaşma için:
- İktidar, temel insan haklarına saygı göstereceğine dair bağlayıcı ve şeffaf taahhütlerde bulunmalıdır.
- Türkiye’deki hukuksuz uygulamaların sona ermesine yönelik somut adımlar atmalıdır.
- Olası bir müzakere, uluslararası bir komite tarafından veya tarafsız bir kuruluşun hakemliğinde yürütülmelidir.
Fethullah Gülen darbe iddialarına karşı bağımsız ve tarafsız Uluslararası bir heyetin vereceği kararı kabulleneceğini ifade etmişti. Ancak iktidar 15 Temmuz’un TBMM’de dahi görüşülmesine tahammül edemedi. “Darbe” söyleminin avantajlarını kullanmayı tercih etti.
Hizmet Hareketi’nin haklılık, masumiyet ve adalet beklentisi dışında elinde bir güç ve koz yok. Yargı süreçleri takip edildi, AİHM ve BM’den iç hukuku bağlayan hukuki kararlar alındı ancak Erdoğan dikkate almadığı için bunların etkisi zayıf kaldı. Hareket’in uluslararası alanda lobi gücü artsa da yeterli değil. Ülkeler uluslararası hukuki kararları kenara atıp Erdoğan’la pazarlık yapabiliyor, mağduriyetleri yok sayabiliyor.
Erdoğan’ı dize getirmenin, pazarlığa oturtmanın yollarından birisi de oy potansiyeli. Yani siyaseten “tehdit” veya “destek” olabilecek seçmene sahip olmak. Hizmet Hareketi’nin elinde Erdoğan’ı pazarlığa zorlayacak böyle bir koz da yok.
Çözüm için ilkeler, tavizler
Türkiye’deki şartların iyileşmesi için Hizmet Hareketi tavizler vermeyi düşünebilir, düşünmelidir. Bu tavizler:
- Türkiye’deki faaliyetlerin sona erdirilmesi
- Eleştirel söylemin yumuşatılması
- Hizmet medyasının daha dikkatli dil kullanması gibi konular olabilir.
Erdoğan hukuksuzlukları sona erdirecekse, en azından kişilere ait şirketleri, mal varlıklarını iade edecekse, masumlar özgürlüğüne kavuşacaksa Hizmet’in Türkiye’deki faaliyetlerini durdurması masaya konabilir. Kaldı ki binlerce vakıf, dernek, kurum yağmalandı ve kapatıldı. Hizmet mensupları Türkiye’de en temel haklardan mahrumlar. Elmalı Tefsiri, Hadis Külliyatı bile “suç” delili kabul ediliyor. Fiilen Hizmet faaliyetleri fesh edilmiş durumda.
Sonuç olarak, pek çok sorununda olduğu üzere, Erdoğan rejimi ile Hizmet Hareketi arasındaki problemlerin çözümü de hukuka dönmekle ilgilidir. Siyasi davaların, keyfi tutuklamaların durdurulması, temel hakların güvence altına alınması gerekmektedir. Bu adımlar toplumun tüm kesimlerine güven verecek, ülkeyi hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasiye yaklaştıracaktır.
Hizmet Hareketi, Kur’an’ın “Sulh hayırdır!” ilkesine bağlıdır. Ancak barış, ilkesiz ve güvenilmez bir iktidarla değil, sağlam zeminde güvenilir muhataplarla inşa edilebilir. Hizmet, masumların kurtuluşu için taviz verebilir; ama evrensel değerlerini, vicdani duruşunu zedelememelidir.
Hareketin yapısal problemleri, şeffaflaşma gibi konularla, yaşanan ağır zulmü, hak ihlallerini ayırmak gerekiyor. Bazı problemlerin olması rejimin zulümlerini meşrulaştırmaz. Devletin güçlü olması onu haklı kılmaz. Etik ve ilkeli yaklaşım güçle değil, hukukla, haklılıkla ilgilidir.
Hizmet Türkiye kamuoyunun etik duruşunu, desteğini bekledi ama bulamadı. Mahalleler kendilerine dokunulmadıkça zulmü görmedi. Şimdilerde zulüm farklı kesimlere yayılıyor. Umarız aydınlarımız bundan sonra zulme, hukuksuzluğa karşı etik, ilkeli duruş sergilemeyi başarabilir.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***