Ancak bu açıklama Aci ailesi içinde görüş birliğini yansıtmıyor. Oğuz Murat Aci’nin babası Özer Aci, ailenin davadan vazgeçmediğini belirterek, “Oğlumun kanı yerde kalmayacak. Bir anlaşma yapıldıysa, para alındıysa bu vicdanları rahatlatmaz. Biz davamızın arkasındayız” dedi.
Yaralıların şikayetten vazgeçmesi etkili
Türk Ceza Kanunu’na göre taksirle ölüme neden olma suçu, mağdurun şikayetine bağlı olmaksızın kamu adına soruşturulur. Ancak olayda yaralıların da bulunması cezai sürecin yönünü değiştirebilecek nitelikteydi. Eğer kazada yalnızca bir kişi ölmüş ve en az bir kişi de yaralanmışsa, yargılamayı ağır ceza mahkemesi üstleniyor ve sanık hakkında 2 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası talep edilebiliyordu.
Fakat yaralı dört kişinin tamamı da şikayetinden vazgeçtiği için, davaya bakma görevi Asliye Ceza Mahkemesine ait oldu. Bu nedenle Şükriye Aci şikayetinden vazgeçmemiş olsaydı dahi görevli mahkeme Asliye Ceza Mahkemesi olarak kalacaktı. Bu durumda uygulanacak ceza aralığı 2 ila 6 yıl arasında kalacak.
Sanığın 17 yaşında olması nedeniyle, mahkeme tarafından ceza verilmesi halinde dahi, yaş küçüklüğü nedeniyle ceza 1/3 oranında indirilecek. Bu da hükmedilecek herhangi bir cezanın fiilen 4 yıla kadar düşebileceği anlamına geliyor.
DW Türkçe’ye konuşan hukukçular, ceza adaletinin yalnızca hapisle sınırlı olmadığını, mağdurların zararlarının giderilmesini esas alan tazminat düzenlemelerinin de hukuken geçerli ve meşru olduğunu hatırlatıyor. Ancak sosyal medyada yükselen linç kültürü, özellikle kadınların bu hakları kullanmasını hedef haline getirebiliyor.
Avukat Gülbahar: Tazminat meşru haktır
Avukat Hülya Gülbahar, Türkiye hukuk sisteminde “kan parası” diye bir tazminat türü olmadığını belirterek “Ama trafik kazalarından tutalım da iş kazalarına kadar haksız bir fiil sonucunda ölüm ya da yaralanma durumlarında destekten yoksun kalma tazminatı gibi çeşitli maddi ve manevi tazminat yaptırımı var. Olması da kaçınılmaz. Hukuk ve adalet duygusu, ölen ya da sakat kalanın bakmakla yükümlü olduğu eş, çocuklar, anne baba gibi kişilerin hayatını düşünmek zorundadır. Adalet ve toplumsal huzur başka türlü sağlanamaz” diyor.
Gülbahar’a göre hukuk, yalnızca failin cezalandırılması değil, aynı zamanda geride kalanların yaşamının da düşünülmesiyle adil olabilir. Avukat Gülbahar, bu bağlamda, Oğuz Murat Aci olayında yaşananların toplumda yanlış bir yerden tartışıldığını ifade ederek acılı anne ve babanın duygularının elbette çok önemli olduğunu dile getiriyor; ancak eşin ve çocuğun geleceğinin de göz önünde bulundurulması gerektiğini ekliyor.
Dosyanın tüm ayrıntıları bilinmeden yapılan sert yorumların ve özellikle Aci’nin eşi hakkında yürütülen linç kampanyasının doğru olmadığını belirten Gülbahar, Türkiye’de davaların çok uzun sürdüğünü, çoğu zaman mağdur lehine çok düşük tazminatlar hükmedildiğini hatırlatıyor. Bu nedenle kadının ve çocuğun geleceğini güvence altına almak için böyle bir adım atmasının anlaşılabilir olduğunu ifade ediyor.
“Kadınların tazminat hakkı engelleniyor”
“Kan parası” deyiminin sert ve ürpertici bir gerçekliği olduğunu belirten Gülbahar, ancak toplumsal bir meselede daha sakin, bilinçli ve adil bir tutum takınılması gerektiğini, yalnızca gazetecilerin ve hukukçuların değil, toplumun tamamının hak ve adalet duygusunu korumaya çalışması gerektiğini dile getiriyor.
Kadınların tazminat ve nafaka gibi haklarını kullanmalarının toplumda “para düşkünü kadın” klişesiyle bastırılmaya çalışıldığını ifade eden Gülbahar, bunun açık bir psikolojik ve ekonomik şiddet biçimi olduğuna işaret ediyor. Bu baskının yaygınlığı nedeniyle, kariyeri boyunca birçok cinsel saldırı davası kazanmasına rağmen hiçbirinde tazminat davası açılamadığını, kadınların “para için şikayetçi oldu” algısıyla karşılaşmamak için bu haklarından gönüllü olarak vazgeçtiğini aktarıyor. Şimdi bu klişelerin “kan parası” tartışmaları üzerinden başka alanlara da taşındığını, bunun da yalnızca güçlülerin işine yaradığını ve toplumsal adalet duygusunu çarpıttığını söylüyor.
“Onarıcı adalet” mümkün mü?
Ceza adaletinin sadece hapishane merkezli yürütülmesinin yetersiz kaldığını düşünen Gülbahar, “onarıcı adalet” kavramının daha fazla tartışılması gerektiğini ifade ediyor. Örneğin, bir öğrencinin üniversite masraflarının karşılanması ya da bir kesime yönelik haksızlık sonrası bir anıt dikilmesi gibi yöntemlerin, Batı tipi cezaevi uygulamalarından daha insani olabileceğini savunuyor.
Gülbahar bu çerçevede Hindistan’daki bir örneği paylaşıyor: Jagori adlı kadın örgütünün yürüttüğü kadın mahkemesinde, üst kasttan zengin bir adamın, toprak edinmesi bile yasak olan en alt kasttan bir dul kadının kızına tecavüz etmesi olayında, okuma yazma bilmeyen ama Jagori’den hukuk eğitimi almış kadın bir hakim, köy halkının önünde karar veriyor. Karara göre fail, en değerli toprak parçasını mağdura tazminat olarak veriyor ve bir yıl boyunca köyün dini ve kültürel etkinliklerine katılamıyor. Gülbahar, bu tür kararların, cezayı aforoz gibi sert biçimlerle değil, toplumsal bütünlük içinde onarıcı şekilde kurguladığını ve Türkiye’de de tartışılması gerektiğini belirtiyor.
“Gazeteciler hak temelli dil kullanmalı”
Gazetecilere ise özel bir sorumluluk düştüğünü söyleyen Gülbahar, Oğuz Murat Aci vakasında olduğu gibi, bir annenin mağduriyeti görünür kılınırken, eşin ve çocuğun yaşadıklarının göz ardı edilmemesi gerektiği görüşünde.
İki kadın arasında bir çıkar çatışması olduğunda kimin, neden ve ne ölçüde destekleneceği kararının politik olduğunu, bu tür konularda gazetecilerin daha fazla hukuk bilgisiyle hareket etmesi gerektiğini savunan Gülbahar, adaletin sadece cezaevleriyle değil, aynı zamanda zararların tazminiyle de sağlanabileceğini öğrenmenin önemine işaret ederek kadın, çocuk, çevre ve toplumsal meseleler gibi alanlarda “hak temelli gazetecilik”in vazgeçilmez olduğunu vurguluyor.
Şükriye Aci ne diyor?
Tartışmaların odağındaki Şükriye Aci ise kendisine yöneltilen “kan parası” suçlamalarını reddetti. “Bu devlet tarafından oğluma verilecek bir haksa, ben sadece erkenden almış oldum” diyen Aci, maddi kaygılarla değil, daha fazla yıpranmamak için bu kararı aldığını söyledi. Kendi geliri olduğunu, eşinden kalan maaş ve sigorta ile geçindiğini belirten Aci, eşinin ailesinin sürece müdahale ettiğini, hatta kendisini kontrol altına almaya çalıştıklarını öne sürdü.
Aci, tazminat miktarıyla ilgili iddiaları da yalanlayarak “Hakkımın fazlasını ne talep ettim ne aldım” dedi. “Bu kararı alırken oğlumu, kendi sağlığımı ve geleceğimizi düşündüm. Zaten ciddi bir ceza alacaklarını bilseydim, bu yolu seçmezdim” ifadelerini kullandı.