Anayasa Mahkemesi eski raportörü ve Demokrat Yargı Hareketi Sözcüsü Orha Gazi Ertekin, PKK’nın silah bırakması ile başlatılan barış sürecinin hedefinin yeni anayasa olduğunu, Kürtler, muhafazakarlar ve milliyetçilerin kurucu unsur olacağı bu yeni anayasada da Alevilerin yok sayıldığını belirtti.
Suriye ‘de Kürtler ve Dürziler’in kendilerini kurucu güç alanına taşıyacak konum aldıklarını kaydeden Ertekin ‘Arap Alevilerinin de içinde olduğu anayasal döneme ilişkin bir konum üzerine düşünmek de artık zaruri hale gelmiş durumdadır. Çünkü insan hakları meselelerinin stratejik dayanaklar ve güçler bulunduğunda çözüme kavuşma ihtimali olduğunu biliyoruz artık…’ ifadesini kullandı.
Ertekin ‘Hem Türkiye hem de Suriye anayasal bir dönemdedir ve bugün Alevileri içermeyen bir kurucu güçler alanı ile karşı karşıyayız. Bu da Alevilere yönelik kırımları önlemenin kalıcı ve dayanıklı imkanları üzerine düşünmeyi ertelenemez kılmayı gerektiriyor artık…’ dedi.
Orhan Gazi Ertekin Kısa Dalga’da yayınlanan yazısında şu görüşlere yer verdi:
Artık stratejik düşünmeye ihtiyacımız var. Bu tartışma bugün Türkiye, Suriye ve Ortadoğu’nun tam bir “kurucu ufka” doğru ilerlediği bugünlerde en acil tartışmalardan birisini oluşturuyor ve artık stratejik hazırlıklar içine girmekten başka bir çare de olmadığını bir kez daha gösteriyor.
…
Fakat şimdi önümüzdeki süreç klasik Türk sporlarından birisi olan yeni anayasa yapma sürecine pek benzemiyor. Daha çok kurucu girişimleri gerektiren bir süreç olma ihtimali var. Aynı anda Suriye’nin de anayasal bir dönem içinde bulunması ve Türkiye ve Suriye’deki kurucu konumların-özellikle Kürtler nedeniyle- birbirleriyle çok yakın oluşu anayasal dönemde olduğumuz gerçeğinin altını bir kez daha çizmeyi gerektiriyor. Bu sürecin Türkiye açısından nasıl bir araya geleceği veya gelip gelmeyeceği henüz belli olmayan üç temel çıkar zemini olabilir:
1- Erdoğan’ın beklentisi: Birincisi Erdoğan’ın “ebedi şef” olarak kurucu baba haline gelmesi. Şu ana kadar gerçek bedeni dışında bir “ruhani” beden oluşturamayan Erdoğan’ın Kantorowitzçi anlamda “ikili beden” yaratabilmesi ancak bu yolla ihtimal dahilinde. Kürt siyasi kanadı olmaksızın bunun gerçekleşebilmesi pek mümkün görünmüyor…
2- Bahçeli’nin beklentisi: Türk milliyetçi hareketinin Kürt milli hareketi ile bölgesel bir işbirliği ve ittifak kurması. Türkçülüğün insan dışı bir nesne olarak hak meselesinin dışına yerleştirdiği Kürtler Türk milliyetçiliğinin hareket kanadından geniş bir çıkarlar coğrafyası ve konjonktürel fırsatlar vaatleriyle özneye dönüşme daveti almış oldu… Bu davet Kürt hareketlerinin siyasi kanatlarında nasıl karşılanacak sorusu oldukça belirleyici ve yönetilmesi gereken bir soru ve cevap alanı…
3- Kürtlerin beklentisi: Kürtlüğün Türkiye’nin kurucu güçlerinden birisi olarak ilanı; Mustafa Kemal’in 1923 Ocak ayında verdiği sözün bölgesel alana taşınarak iki uluslu bir devlet haline gelmesi beklentisi veya talebi oldukça yüksek…Bu da Kürtlerin beklentisi olarak öne çıkıyor.
Şimdi bu her üç sürecin vaat ve beklentileri birbirlerini nasıl karşılayacak ve süreç nereye gidecek sorusu hala cevaplanmış değil. Fakat bunlardan birisi olmadan diğerlerinin gerçekleşmesi de akla yatkın değil. Bu üç sürecin yan yana gelmesi için öncelikle Türkçülüğün bir hareket haline gelmesinin engellenmesi, Kürtlerle barışa alternatif önerilerin ve aktörlerin diskalifiye edilmesi ve Kürt hareketi dışında kalmış Alevi toplulukların kontrol altına alınması gerekiyor. Bu da Kürtlerle barışın Türkiye’deki siyasal alanın mesahası aynı kalarak siyasal alan dışında bırakılanların değiştirilmesi olarak anlaşıldığını gösteriyor. Çok açık ki iktidar koalisyonunun tarafları bir “kürt barışı” karşılığında Kürt siyasetinin demokratik standartlarını değiştirmeyi teklif etmek durumundalar. Bu nasıl cevaplanacak?
Bu yazı bakımından ise gerçek soru şu: Aleviler Kürtlerin kaçınılmaz olarak dahil olacağı bu anayasal sürece hazırlandılar mı? Önerileri nedir? Konumları nedir? İnsan hakları hukukunun standart koruma ilkeleri ve kararlarının hatırlatılmasını aşan bir anayasa önerileri var mı? Ve daha önemlisi bu güç ilişkileri nezdinde anayasal konumları nedir? Nasıl olmalıdır? Ve tüm bu stratejiye dair soruları üstlenebilecek merciler var mı?
Ve Suriye’de anayasal dönem
Suriye Alevilerin anayasa, anayasal dönem ve anayasacılık meseleleri üzerine düşünmelerini zorlayan ikinci ve aslında merkezi bir siyasi coğrafya. Bugün Suriye’de de gerçek bir anayasal dönem yaşanıyor ve bu Türkiye’deki anayasal süreci daha da zaruri kılıyor. Colani, emperyal ve alt emperyal güçler tarafından oybirliği ile Suriye’ye kayyım olarak atanmış durumda ve bu onu kendi toplumsal ve askeri gücünü aşacak biçimde merkezi konumda tutuyor. “batı” açısından esas ekonomik temelleri olduğu kadar İslamcı şiddeti ve radikalleşme süreçlerini Suriye’de toplayarak kendi coğrafyalarından uzak tutmak hedefi de kolaylıkla fark edilebilir bir durum. Dolayısıyla Colani, açık bir gerçek ki Suriye’de merkezi bir güç olarak uluslararası alanda tanınmış halde. Kürtler ve Dürziler ise Suriye’de kendilerini kurucu güç alanına taşıyacak konum almış durumdalar. Geriye ise Colani’nin kendi cemaati dışında hükmedeceği tek yer Aleviler ve Alevi coğrafyası kalıyor. 6 aydır sürdürdüğümüz insan hakları temelli mücadelelerimizi şövalyece bir ruhla devam ettirirken Arap Alevilerinin de içinde olduğu anayasal döneme ilişkin bir konum üzerine düşünmek de artık zaruri hale gelmiş durumdadır. Çünkü insan hakları meselelerinin stratejik dayanaklar ve güçler bulunduğunda çözüme kavuşma ihtimali olduğunu biliyoruz artık…
Nihayetinde hem Türkiye hem de Suriye anayasal bir dönemdedir ve bugün Alevileri içermeyen bir kurucu güçler alanı ile karşı karşıyayız. Bu da Alevilere yönelik kırımları önlemenin kalıcı ve dayanıklı imkanları üzerine düşünmeyi ertelenemez kılmayı gerektiriyor artık…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***