PROF. EFE ÇAMAN | YORUM
Trump ve beraber çalıştığı ekibin sağ kanat siyaset yaptığına şüphe yok. Bir önceki yazıda ele aldığım nedenlerden dolayı Trump ve kendi çizgisine çekmeyi başardığı Cumhuriyetçi Parti, Amerikan sağını tepkisel ve sistemi sorgulayıcı bir kimliğe bürüdü. Bu genelde aşırı sağ siyasetin yaptığı bir şey. Bu nedenle de dünyada Trump ve ekibinin aşırı sağ siyasetle özdeşleştirilmesi adeta genel geçer bir hal aldı. Bunda Trump’ın dostu ve yakın müttefiki, dünyanın en zengin adamı olan Elon Musk’ın sıkça kamuoyu önünde sergilediği kimliğin de rolü elbette yadsınamaz. Elon Musk’ın Nazi selamını andıran kol hareketi bu iddiaları güçlendirdi. Trump ekibinin koyu Hristiyan üyeleri ve onların dünya görüşleri de bazılarına göre kestirme yoldan Trump yönetiminin aşırı sağ bir iktidar olduğu yönünde yorumlara neden olmakta.
Öncelikle iddiaları destekleyen bazı siyaset alanlarında Trump ve ekibinin yaklaşımları meselesi var ki büyük ölçüde aşırı sağcı lider iddialarının bir başka odak noktasını oluşturuyor. İsrail politikası, göçmen politikası, Müslümanlara yönelik algısı, LGBTQ+ gruplara yönelik yaklaşımı, trans bireylere yönelik tutumu, woke kültürü denen ve bir önceki yazıda ele aldığım kimlik politikalarına yönelik alerjisi – tüm bu ve buna benzer politika alanlarındaki tepkisel tutumu ve geliştirdiği ortodoks politikalarla tezat politikalar, yine aynı yönde argüman olarak kullanılıyor.
Ben bir deney yaptım ve bu iddiaları analiz ettim. Bunu yaparken de mukayeseli metodu takip ettim, söylem ve eylemleri daha önceki Amerikan yönetimleriyle karşılaştırdım. Sonuçlar oldukça şaşırtıcıydı. Mesela göç ve göçmenlik politikaları alanında Clinton, Bush ve Obama dönemlerinde oldukça sert politikalar izlendiği, retoriksel düzeyde de yasadışı göçmenlere yönelik Trump’ın bugünkü kullandığı dille paralellikler arz eden diskurlar kullanıldığını gördüm.
Yine İsrail’e destek meselesinin de hem demokratlar hem de cumhuriyetçiler için bir tür devlet politikası olduğunu tespit ettim. Müslüman algısını dikkate aldığımızda Bush döneminde, Trump dönemine göre çok daha sert bir dilin hem yönetimde hem de kamuoyunda kullanıldığını gözlemledim.
LGBTQ+ politikalarının Obama dönemine kadar bireysel özgürlük kapsamında ele alındığı, Obama ile birlikte grupsal-kitlesel bir mücadele alanına büründürüldüğünü tespit ettim. Eleştirel Irk Kuramı gibi yaklaşımların da gerek hukuk fakültelerinde, gerekse de okullarda ve kamuda Obama dönemiyle birlikte ana siyaset konusu haline getirildiğini fark ettim. Reagan, baba Bush, Clinton ve Bush dönemlerinde bu saydığım nedenlerden dolayı Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki ilişki daha farklıydı, kutuplaşma yoktu. Obama dönemiyle beraber kültür politikaları, birinci yazıda ele aldığım gibi, Demokrat Parti’yi adeta ele geçirdi, partinin sola doğru mütemadiyen kaydırıldığı bir durum söz konusu oldu.
Eğitim Bakanlığı üzerinden kamu okullarında LGBTQ+ değerlerin ve Eleştirel Irk Kuramı’nın endoktrinasyon boyutunda ana akım haline gelmesi, bir tür kültür savaşını tetikledi. Aynı şekilde bu politikanın bir ürünü olan, kamu alımlarında DEI (Çeşitlilik, Eşitlendiricilik ve Kapsayıcılık) yaklaşımının da ciddi bir kültür savaşı alanı haline gelmesi bürokrasiyi ve kamu sektörünü kutuplaştırdı. Amerika’da kalifikasyon yerine kimliksel aidiyetler doğrultusunda tercihlerde bulunan bir kamu sektörü, Cumhuriyetçi eğilimli muhafazakar ve sağ tabanı çok rahatsız etti.
Trump işte bu rahatsızlıklara yönelik tepkinin vücut bulduğu bir lider oldu. Cumhuriyetçi Parti’deki ılımlı yönelim yerine, yeni koşullara uyum sağlayan ve reaksiyoner bir ekip, Trump’ın halk üzerindeki karizmatik etkisini kullanmak üzere ona birinci dönemin ardından yine şans verdi. Başka çareleri yoktu, çünkü Trump gibi parti tabanını birleştirebilen başka bir isim öne çıkmadı. Dahası, kısmen profil kazanmaya başlayan veya kazanma perspektifi olabilecek isimler de Trump’ı destekleme kararı aldılar.
Trump ne diyor?
Mesela yasadışı yabancıların deport edilmesini savunuyor. Bunu daha önce Clinton ve Bush da yaptı zaten. Hatta Obama bile Trump’la aynı çizgide bir siyaset izledi. O dönemde Demokratlar merkeze daha yakın durdukları için kimse bunlardan rahatsızlık duymadı. Trump bugün aslında yeni bir şey söylemiyor. Göçmenlerin yasal statüyle göç etmeleri gerektiğini, Amerika’nın ihtiyacı olan göçmenlerin yasal yollarla Yeşil Kart almalarını savunuyor. Bu zaten Amerikan göç politikasının son 50 yılında hiç değişmedi. Sadece Meksika sınırından yasadışı geçişlerde ciddi bir boşluk yaşandı ki bunun bir zafiyet oluşturduğu tartışma götürmez.
Trump cinsiyet değiştirme ameliyatlarının 18 yaş altı bireylere (çocuklara!) yapılmasını yasakladı. Bunda şaşılacak bir şey var mı? Oy bile verme hakkı olmayan, ailesinin etkisinde olan çocukların geri dönüşü olmayan sonuçlar doğuracak bir ameliyata kendilerinin karar vermeleri düşünülebilir mi? Trump’ın savunduğu çizgi daha önce birçok Demokrat siyasetçinin ve karar alıcının – başkan ve vali düzeyi de dâhil – savunduğu şeyler.
Örnekleri çoğaltmak mümkün!
Şöyle toparlayayım: Trump, esasında Demokrat yeni ideoloji (woke, DEI, Eleştirel Irk Kuramı, vs.) tarafından radikal değişimlere açılan Amerika’nın bundan rahatsız olarak gidişata “dur” demesini temsil ediyor ve bu çerçevede de bir “sosyolojik görüngünün” tezahürü. Bunlar iç dinamikler. Trump bu politikaları izlerken bunları nasıl pazarlıyor, nasıl iletişim kuruyor, nasıl bir liderlik sergiliyor gibi konular elbette tartışmaya açık. Bu konularda sorunlar yoktur demiyorum. Dahası, dış politika alanına dikkat ederseniz girmedim, çünkü keza bu konu da yazının ana odak nokrası değil. Diğer yazılarda elbette bu konuları da ele alacağım.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***