Hitler’in Almanya’yı kendi elleriyle yok etmeye yönelik Neron Kararnamesi, tarihteki en nihilist emirlerden biri olarak hafızalara kazındı. (…) Benden sonra tufan zihniyeti, yalnızca savaş meydanlarında değil, siyaset ve ekonomi sahnesinde de varlığını sürdürüyor. Türkiye’nin geleceği, yakıp yıkma yerine inşa etme iradesine sahip yönetimlere ve topluma bağlı.
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Yaklaşık 50 yıldır bu milletin başına bela olan siyasal İslamcılardan biridir Şevki Yılmaz. Ağzını her açtığında kin, nefret ve düşmanlık fışkırır. İş bu Milli Görüş’ün dünyaya adeta zehirli bir ot gibi bıraktığı şahıs, geçtiğimiz seçimlerde şöyle demişti: “İşte onun için 23 Kasım seçimlerine gelmeden AK Parti kasanın ağzını açması lazım. Efendim ‘700 ton altınımız var, Merkez Bankası’nda şu kadar dolarımız var’ diyorsunuz. Kime bırakacaksınız? Bu hırsızlara mı? Bunu yayacağız.”
Kime bırakacağız?
Ya da kimse yaptığımız iyilikleri hak etmiyor!
Özellikle siyasal İslamcı despot rejimler ve onun paralı yardakçılarının sıklıkla kullandığı bir mantık işletim sisteminin neticesinde ortaya çıkan bir fikirler demetiydi bunlar.
AKP, İstanbul seçimlerini ilk kaybettiğinde hiç unutmuyorum, varlığını Erdoğan’ın varlığına adamış bir kadın yazar “nankörler” diye başlık atmıştı İstanbul halkı için. Onların bakış açısına göre, sebebi ne olursa olsun Tayyip’e oy vermemek en hafif tabirle nankörlüktü.
Geçtiğimiz günlerde Nürnberg mahkemeleriyle ilgili bir belgesel izlerken enteresan bir tabiri hatırladım: Neron Kararnameleri… Hitler’in demokrasiyi nasıl adım adım yok ettiğini anlattığım yazı serisinde yazıların uzunluğundan dolayı Neron Kararnameleri’ne yer kalmamıştı.
Oysa her dikta rejiminin son durağı ve sonun başlangıcıydı Neron kararnameleri. Bu konuya detaylı olarak değinmeden önce çok enteresan bir Nazi karakterinden bahsetmek isterim: Albert Speer…
20. yüzyılın en çelişkili ve karmaşık figürlerinden biriydi Speer. 1905 yılında Mannheim’da varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Speer, Hitler’in “dahi mimarı”, Nazi Almanyası’nın Silahlanma ve Savaş Üretimi Bakanı ve sonunda Nürnberg’de yargılanan bir savaş suçlusu olarak tarihe geçmişti.
Mimarlık eğitimi alan Speer, 1931’de Nazi Partisi’ne katıldı ve kısa sürede Hitler’in dikkatini çekti. Hitler’in kişisel mimarı olarak yükselişi hızlı oldu. Nazi rejiminin görkemli binalarını ve devasa stadyumlarını tasarladı, “Bin Yıllık Reich”ın mimari vizyonunu şekillendirdi. En gösterişli projesi, Nürnberg’deki Nazi Parti mitingleri için tasarladığı “Işık Katedrali” olarak bilinen, yüzlerce projektörün gökyüzünü aydınlattığı etkileyici görsel şovdu.
1942’de Albert Speer’in kariyeri dönüm noktasına ulaştı. Silahlanma Bakanı Fritz Todt’un ölümünün ardından Hitler tarafından Silahlanma ve Savaş Üretimi Bakanı olarak atandı. Teknik uzmanlığı ve organizasyon yeteneğiyle Speer, Alman savaş ekonomisini yeniden düzenledi ve verimini artırdı. Müttefik bombardımanlarına, kaynak sıkıntısına ve giderek kötüleşen savaş durumuna rağmen, Alman silah üretimini 1944’e kadar artırmayı başardı.
Nürnberg Mahkemelerindeki Rolü
Savaşın sona ermesinden sonra Speer, Nürnberg Uluslararası Askeri Mahkemesi’nde yargılanan 24 üst düzey Nazi liderinden biri oldu. Diğer sanıklardan farklı olarak Speer, suçlamaları kabul etme stratejisi izledi ve Nazi rejiminin suçları için “kolektif sorumluluk” kavramını öne sürdü.
Nürnberg’deki savunması sırasında Speer, kendisini Hitler’in emirlerine karşı gelen bir figür olarak gösterdi. Özellikle savaşın son günlerinde Hitler’in yıkıcı “Neron Kararnamesi”ne (Nero Decree) karşı çıktığını, Alman altyapısının ve endüstrisinin tamamen yok edilmesini engellemeye çalıştığını vurguladı. Mahkemede, Nazi liderlerinin çoğunun aksine, Nazi rejiminin eylemlerinden “kolektif sorumluluk” payını kabul eden tek üst düzey Nazi yetkilisiydi.
Ancak Speer’in en dikkat çekici yanı, toplama kamplarında zorunlu işçilerin kullanımı konusundaki sorumluluğunu kabul etmesine rağmen, Yahudilerin sistematik imhasına dair bilgisini inkar etmesiydi. Mahkemede “Bilmiyordum, ama bilmeliydim” diye itirafta bulundu. Bu yaklaşım, birçok tarihçi tarafından sorgulanmış ve Speer’in toplama kamplarını ziyaret ettiğine dair kanıtlar bulunmuştu.
Albert Speer, Nürnberg’te yargılanıyor!
Nürnberg Mahkemesi’nde Speer, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan suçlu bulundu, ancak ölüm cezasından kurtuldu. 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve cezasını Berlin’deki Spandau Hapishanesi’nde çekti. 1966’da serbest bırakıldıktan sonra “Üçüncü Reich’ın İçinden” ve “Spandau: Gizli Günlükler” gibi anılarını yazdı, Hitler’in iç çemberi hakkında değerli bilgiler sağladı.
Speer’in Nürnberg’deki performansı, çoğu zaman “Nazizm’in centilmen suçlusu” olarak anılmasına neden oldu. Kendini teknokrat olarak göstermeye çalıştı ve politik sorumluluktan uzaklaşmaya çalıştı. Ancak modern tarihçiler, Speer’in Nazi rejiminin suçlarına olan katılımını daha eleştirel bir şekilde değerlendirmekte ve onun “bilmiyordum” savunmasını büyük ölçüde reddetmektedir.
Albert Speer, 1981’de Londra’da öldüğünde, arkasında hem çarpıcı mimari başarılar hem de insanlık tarihinin en karanlık dönemlerinden birinde oynadığı rolün karmaşık mirasını bıraktı. Hayatı, ahlaki çöküşün, inkar mekanizmalarının ve savaş sonrası kendini yeniden inşa etmenin çarpıcı bir örneği olarak tarihe geçti.
Neron Kararnamesi hakkında yazma kararı almam, Tayyip Erdoğan’ın giderek bu eşiğe yaklaştığını görmemden kaynaklanıyor.
Aslında TÜSİAD’ın da hissiyatı bu yönde. Özellikle en son çıkarılan ve CHP’nin klişe bir kaç mızmızlanması dışında uygulamaya konulan Saray’ın her istediği kuruluşa, şirkete hatta kişisel varlıklara çökme kararnamesi artık Neron Kararnamesi’ne bir adım kaldığının göstergesi.
Evet, siyasal İslam’ın her yanından ısırarak paramparça ettiği devlet balinasını kimse doyuramıyor. Köfteci Yusuf’a çöker gibi göstererek yarısına el koymalar, Maydanoz Döner’e çökmeler kimsenin dişinin kovuğuna yetmiyor artık. Sıra Koç gibi, TÜSİAD’ın üyelerinin şirketleri gibi büyük balıklara geldi. Bunu da ancak sınırsız el koyma yetkisiyle yapabilecekti Erdoğan, artık önünde engel kalmadı.
Hitler’in Neron takımı! Führer emri vermişti; Almanya yakın, yıkın!
Şimdi isterseniz Neron Kararnamesi hakkında daha ayrıntılı malumata geçebiliriz.
Tarih sahnesi, yalnızca zaferlerin ve büyük başarıların değil, aynı zamanda büyük yıkımların da kaydedildiği bir alan. Bu yıkımlar bazen bir saldırganın zafer hırsıyla, bazen de geri çekilen bir gücün öfke ve çaresizliğiyle gerçekleşiyor.
1945 yılında, Nazi Almanyası’nın çöküşünün kaçınılmaz olduğu günlerde, Adolf Hitler’in imzaladığı meşhur “Neron Kararnamesi”, işte tam da böyle bir yok ediş stratejisinin ifadesiydi. Ancak bu kararname yalnızca Almanya’nın değil, tüm insanlık tarihinin en nihilist askeri emirlerinden biri olarak hatırlanıyor. Düşman eline geçeceğine, yakıp yıkmayı tercih eden bir zihniyetin ürünü olan bu kararname, sadece Nazi ideolojisinin değil, her türlü totaliter düşüncenin nihai çöküşünün de simgesiydi.
Ancak bu hikâyeye yalnızca Almanya özelinde değil, daha geniş bir tarihsel ve güncel perspektiften bakmak gerekiyor. “Kavrulmuş toprak” stratejisi, savaş tarihinde defalarca uygulandı ve ne yazık ki etkilerini hâlâ hissettiren bir kavram olmaya devam ediyor.
Sadece askeri sahada değil, politik arenada da “Benden sonra tufan!” anlayışıyla hareket eden liderlerin, yönetimlerin, hatta şirketlerin bile bu zihniyetten beslendiğini görmek mümkün. Türkiye’nin de geçmişinden bugüne, kavrulmuş toprak stratejilerinden çıkaracağı çok ders var.
Hitler’in 19 Mart 1945’te imzaladığı “Reich Topraklarında Yıkım Kararnamesi”, Üçüncü Reich’ın artık ölüm döşeğinde olduğu bir dönemde yürürlüğe girdi. Kararname, Almanya’daki tüm askeri, sanayi, ulaşım ve altyapı tesislerinin imha edilmesini öngörüyordu. Mantık açıktı: Eğer Almanya savaşı kazanamıyorsa, o halde Alman toprakları da ayakta kalmamalıydı.
Bu emir, Roma İmparatoru Neron’un MS 64 yılında Roma’yı yaktığı iddiasına dayanan bir benzetmeyle “Neron Kararnamesi” olarak anıldı. Hitler, Almanya’nın çöküşünü bir yenilgi değil, bir intihar olarak görüyordu. Artık halkına bile güvenmiyordu; onlara ihanet eden bir kitle olarak bakıyor ve “Bizi zafere taşıyamayan bir milletin yaşama hakkı yoktur.” diyordu.
Ancak bu ölüm fermanını bizzat Hitler’in bakanlarından biri, Albert Speer, engellemek için harekete geçti. Hitler’in sadık bir destekçisi olarak yıllarca Nazi savaş sanayisini yöneten Speer, bu kez Almanya’nın tamamen yok olmasını engellemek için çabaladı. Yerel yöneticileri, Nazi yetkililerini ve ordu komutanlarını kararnameyi uygulamamaya ikna etmeye çalıştı. Birçok bölgede bu çabalar etkili oldu, ancak Hitler’in bu akıl almaz emri kısmen de olsa uygulandı ve Almanya’nın savaş sonrası toparlanmasını daha da zorlaştırdı.
Hitler’in ‘Neron Kararnamesi’, askeri bir taktik olarak yakıp yıkma stratejilerinin en bilinen örneklerinden biriydi. Ancak bu yöntem yalnızca Nazi Almanyası’na özgü değildi. 1812’de Napolyon’un Rusya Seferi sırasında Moskova’nın ateşe verilmesi, Sovyetlerin 1941’de Nazi işgali karşısında kendi altyapısını tahrip etmesi, ya da daha yakın tarihlerde Saddam Hüseyin’in 1991’de Kuveyt’ten çekilirken petrol kuyularını yakması, hep aynı mantığın farklı coğrafyalardaki yansımalarıydı.
Fakat bu kavrulmuş toprak stratejisi, yalnızca savaş meydanlarıyla sınırlı kalmadı. Günümüzde otoriter yönetimlerin, siyasi figürlerin ya da şirketlerin uyguladığı bazı politikalar da benzer bir yaklaşıma sahip. “Eğer ben kaybediyorsam, geride hiçbir şey bırakmamalıyım.” anlayışı, savaş alanlarının ötesinde siyaset, ekonomi ve hatta toplumsal yapılar içinde de varlığını sürdürüyor.
İşte İslamcı faşist Şevki Yılmaz’ın içinde tutamadığı arzu da buydu tam olarak!
Türkiye, tarih boyunca büyük savaşlar, siyasi krizler ve darbeler yaşamış bir ülke. Osmanlı’nın yıkılış döneminde, Kurtuluş Savaşı yıllarında ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında pek çok zorluk aşıldı. Ancak “Benden sonra tufan!” mantığının tehlikeleri, her dönem için geçerliliğini koruyor.
Bir ülkenin ekonomik istikrarı, uzun vadeli bir süreç. Ancak bazı yönetimler, kendi iktidarları sona erdiğinde geride ekonomik enkaz bırakmayı tercih edebiliyor. Türkiye’nin geçmişinde de siyasi istikrarsızlık dönemlerinde, ekonomiye bilinçli zarar vermeye yönelik hamleler görüldü. Bir ülke yönetimi, kendi başarısını garanti altına almak için ekonomiyi sürdürülebilir bir model yerine kısa vadeli kazançlarla beslediğinde, aslında bir tür ‘ekonomik kavrulmuş toprak stratejisi’ uyguluyor demektir.
Güçlü demokrasilerde, kurumlar bir liderin ya da bir partinin değişimiyle sarsılmaz. Ancak otoriter eğilimli yönetimlerde, giden lider kurumları güçlendirmek yerine zayıflatarak ardıllarının işini zorlaştırmayı hedefleyebilir. Türkiye’de de özellikle son yıllarda, bazı devlet kurumlarının ve hukuki yapıların siyasete bağımlı hale getirilmesi, sistemin kişilere bağımlı olmasına neden oldu. Oysa sağlam bir demokrasi, kişilerden bağımsız işleyen kurumlar üzerine inşa edilmelidir.
‘Kavrulmuş toprak’ stratejisinin modern versiyonlarından biri de çevresel tahribattır. Ekonomik kazanç uğruna doğanın hoyratça tüketilmesi, uzun vadede ekolojik bir yıkım getirir. Türkiye’de orman yangınları, vahşi madencilik uygulamaları ve plansız şehirleşme, gelecek nesillere yaşanabilir bir ülke bırakma sorumluluğunun yerine getirilmediğini gösteriyor. Eğer bir yönetim, kendisinden sonra gelenlere yaşanmaz bir çevre bırakıyorsa, bu da bir tür Neron Kararnamesi anlayışıdır.
Hasıl ı kelam; Hitler’in Neron Kararnamesi, yenilgiyi kabul edemeyen bir liderin, kendi halkını bile feda etmeye hazır olduğu bir zihniyetin ifadesiydi. Bugün dünya, otoriter rejimlerin, radikal kararların ve kutuplaşmanın arttığı bir dönemden geçiyor. Bu yüzden Hitler’in 1945’te verdiği o yıkım emrinden çıkarılacak çok ders var.
Türkiye’nin geleceği, yakıp yıkma değil, inşa etme iradesine sahip yönetimlere ve toplumlara bağlı. Ekonomiden hukuka, çevreden siyasete kadar her alanda, kalıcı, sürdürülebilir ve kapsayıcı politikalar üretmek, geleceği yakıp yıkmaktan kaçınmanın en önemli yolu şüphesiz. Tarih, sadece hatırlanmak için değil, aynı zamanda aynı hataların tekrar edilmemesi için de var olmasına var ama siyasal İslamcıların geride yeşil bir vatan bırakmayacağı da çok açık bence!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***