HARUN SAĞLAM* | İZLENİM
Nijerya‘nın uçsuz bucaksız topraklarında yaşayan halk arasında anlatılan eski bir hikaye vardır. Derler ki, çölün tam ortasında insana hayat veren bir pınar saklanırmış. Ancak bu pınar yalnızca temiz bir kalbe sahip olanların karşısına çıkarmış. Susuzlukla kavrulan bir genç ailesini ve köyünü kurtarmak için bu pınarı aramaya koyulmuş. Günlerce güneşin altında yürümüş, çatlamış dudakları ve tükenmiş bedeniyle umudunu kaybettiği bir anda,yaşlı bir adam ona görünmüş; “Su arıyorsan, önce kalbini temizle, sonra ayaklarının altındaki toprağa bak.” demiş.
Genç, yaşlı adamın sözlerini dinlemiş ve o an anlamış ki asıl pınar, insanın kendi yüreğindeymiş. Çünkü umut ve iyilik kurumuş topraklara hayat veren asıl kaynakmış. O gün bu genç, kendi köyüne geri dönmüş ve tüm insanlara umutla çalışmayı, elleriyle yeni hayatlar kurmayı öğretmiş. Rivayete göre o köyde bir daha asla susuzluk yaşanmamış.
Bu hikaye, benim Nijerya’da gördüğüm her şeyi özetler gibi. Çünkü burada, toprak kurumuş olsa da insanların kalpleri hep yaşam pınarı gibi dolup taşıyordu.
Hayat, inişleri çıkışları ve her köşesinde sürprizlerle dolu dönemeçleriyle bir yolculuk gibidir. Ancak öyle yolculuklar vardır ki sadece bedeninizi değil ruhunuzu da alır götürür; size daha önce hiç bakmadığınız bir açıdan bakmayı, hiç hissetmediğiniz duyguları öğretir. Üç yıldan beri Nijerya’ya yaptığımız her ziyaret işte böyle bir yolculuktu bizim için.
Uçağın inişe geçtiği anlarda camdan dışarı bakarken gördüğüm manzara, her seferinde beni düşüncelere sürüklüyordu. Göz alabildiğine uzanan topraklar, sararmış otlarla kaplı tarlalar, çamurdan ya da çalılardan yapılmış küçük evler… Her şey, doğanın sade ve bir o kadar da dokunaklı yüzünü gözler önüne seriyordu. Yol kenarlarında ellerinde su bidonları taşıyan kadınlar ve çıplak ayakla koşuşturan çocuklar dikkatimi çekerdi. Bir yanda keçi sürüleri ve onları otlatan çobanlar, diğer yanda bir araya toplanmış kadınlar ve onların yorgun yüzlerindeki ama her şeye rağmen korudukları umut… Gökyüzünde tozla karışmış bir mavilik, bu hayatın ne kadar basit ama bir o kadar da çetin olduğunu gösteriyordu.
Bu yolculuğun amacı belliydi: Su…
İnsanlar için suyun sadece bir içecekten ibaret olmadığını anlamak için bu topraklara bir kez bakmak yeterliydi. Kavurucu çöl sıcağında bir damla suyun bile ne kadar değerli olduğunu görmek yüreğinizi sızlatır. İnsanlar kilometrelerce yürüyerek suya ulaşmaya çalışıyordu. Kadınlar günün büyük bir bölümünü ellerinde bidonlarla su taşımakla geçirirken, çocuklar bazen okula gitmek yerine bu zorlu görevi üstleniyordu. Bu manzara bir ihtiyaçtan öte insanlığın hayatta kalma mücadelesinin en somut örneğiydi. İşte tam da bu yüzdenson gidişimizde Yobe eyaletinin dört bir yanına 14 yeni su kuyusu açarak bu zorlukları biraz olsun hafifletmeye çalıştık.
Bir üniversite kampüsündeki kuyunun açılış töreni beni derinden etkiledi. Üniversite rektörü hanımefendinin o gün söylediği sözler hâlâ kulaklarımda yankılanıyor: “Bu kuyudan akan su, insanlığın kalbine dokunan bir damladır.” Gerçekten de öyleydi. O kuyudan akan su, sadece susuzluğu değil, umutsuzluğu da gideriyordu. Tören sırasında kampüsün her yerinden gelen öğrenciler, bu suyun onlar için ne anlama geldiğini bakışlarıyla anlatıyordu. O gün anladım ki bir su kuyusu, yalnızca bir yerin yaşam kaynağı değil, aynı zamanda bir umudu yeşerten armağanıydı.
Okul bahçelerinde açılan kuyular ise bambaşka bir hikaye anlatıyordu. Gençlerin yüzlerindeki sevinç, çocukların oyun oynarken attıkları kahkahalar, her şey bu suyun ne kadar anlamlı olduğunu ortaya koyuyordu. Bir eğitim yuvasında, suyun artık ellerinin altında olduğunu bilmek, yalnızca bedenlerini değil, zihinlerini de özgürleştirmişti. Artık derslere daha fazla zaman ayırabiliyor, su taşımak için harcanan saatler öğrenim için kullanılabiliyordu.
“Torunlarımın yüzleri, sanki yıllardır görmeyi beklediğim bir rüya gibi“
Bu yolculuğun en unutulmaz anlarından bir diğeri de katarakt ameliyatı olan yaşlı bir amcamızın torunlarını ilk kez net bir şekilde görmesiydi. Ameliyattan sonra torunları karşısına geldiğinde onları uzun uzun süzdü; bir yandan gözleri doluyor, diğer yandan yüzünde tarifsiz bir tebessüm beliriyordu. Nihayet dudaklarından şu sözler döküldü: “Onları ilk defa gerçekten görüyorum… Torunlarımın yüzleri, sanki yıllardır görmeyi beklediğim bir rüya gibi. Artık hayatımda karanlık yok, siz benim gözlerimi sadece açmadınız, kalbimi de aydınlattınız.” Bu sözleri duyduğumuzda, hepimizin yüreği derin bir şükranla doldu. O an, bir damla ışığın bir insanın dünyasını nasıl tamamen değiştirebileceğini çok daha iyi anladık.
“Öğretmen olup köyümdeki kız çocuklarına ışık olacağım”
Bir başka dokunaklı hikaye ise genç bir kadın olan Mariam’ın yaşadıklarıydı. Su taşımanın zorluğu yüzünden eğitimini bırakmak zorunda kalan bu genç kadın, köylerine açılan kuyuyla birlikte hayatını yeniden inşa etmeye başlamıştı. “Artık kilometrelerce yürümek zorunda değilim,” dedi bana heyecanla. “Eğitimime geri döneceğim ve öğretmen olup köyümdeki kız çocuklarına ışık olacağım.” Onun bu sözleri, sadece o anı değil, bir geleceği kurtardığımızın da en güzel işaretiydi.
Hassan adındaki genç çobanın hikayesi ise bir kaybın ardından gelen teselliyi anlatıyordu. Çocukken kardeşini kirli sudan kaynaklanan bir hastalık yüzünden kaybetmişti. Su kuyusunun açılışında, gözyaşları içinde bize şunları söyledi: “Kardeşim artık aramızda değil, ama bu su sayesinde köyümüzdeki çocuklar güvende olacak. Bu kuyuyu açanlara ne kadar teşekkür etsem az.” O an, bir kuyunun sadece bir su kaynağı değil, aynı zamanda bir teselli ve umut olduğunu tüm kalbimle hissettim.
Bu yolculuğun en unutulmaz anlarından birini, yardım ekibimizdeki 80 yaşındaki hacı amcamızla yaşadık. Yaşına rağmen enerjisi ve azmiyle hepimize örnek olan bu amcamız, gençlere taş çıkartan bir istekle her yardım dağıtımında, her programda bizimleydi. Yetimhaneye yaptığımız bir ziyarette, çocuklarla tek tek ilgilenmesi, her birine sevgiyle sarılması ve başlarını okşaması, o anı hafızalarımıza kazıdı. Yaşlı bedenine rağmen o kadar canlı ve şefkat doluydu ki çocukların yüzlerindeki mutluluk onun içten davranışlarını yansıtıyordu. Çocukların saf sevgisiyle birleşen o an, bana insanlığın aslında ne kadar güçlü bağlarla birbirine bağlı olduğunu hatırlattı.
Bir yatılı okulda çocukların Türkçe şarkılar söyleyerek bize yaptıkları sürpriz ise bu yolculuğun bambaşka bir yüzünü gösterdi. Bu çocuklar, yalnızca eğitimle değil, aynı zamanda gönüller arasında kurulmuş bir bağla büyüyordu. Öğretmenlerin fedakârlıkları, her birinin bu coğrafyanın geleceğini inşa etmek için bir nefer olduğunu gösteriyordu.
Ve tabii ki yardım dağıtımlarında halkla yaptığımız sohbetler…
Gözyaşları içinde bize dua eden kadınlar, şeker dağıtımı sırasında sevincini gizleyemeyen çocuklar… Hepsi, insanlığın birbirine ne kadar ihtiyaç duyduğunu bir kez daha ortaya koyuyordu.
Tüm bu yaşananlar, yalnızca bir yardım çalışması değil, gönül bağlarının örüldüğü bir hikayeydi. İnsanlar arasında köprüler kuran bu projeler, aslında insanlığın ortak sesi ve duasıydı. Nijerya’nın ulusal basınında yer alan haberler, yapılan işlerin ne denli önemli yankı uyandırdığını gösteriyordu. Ancak asıl yankı, insanların kalplerinde ve yüzlerindeki gülümsemelerde saklıydı. Su kuyularını, yardım dağıtımlarını ve katarakt ameliyatlarını mümkün kılan tüm gönüllülere, sponsorlarımıza ve dualarını bizden esirgemeyen güzel insanlara ne kadar teşekkür etsek az.
Nihayet bu yolculuk, benim için bir hikâye değil, bir insanlık dersi oldu. Her damla suyun bir rahmet, her gülen yüzün bir dua olduğunu gördüm. Ve anladım ki, insanlık adına yapılan bu güzellikler sadece bir görev değil, kalbinizin en derin yerinden gelen bir çağrıdır. * [email protected]
Wohltätigkeitsverein Time to Help e.V.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***