Abdullah EZİK
Yönetmenliğini Elvin Beşikçioğlu’nun üstlendiği “Batı Ekspresi”, geçtiğimiz günlerde prömiyerini gerçekleştirdi. Âdem Aydil, Derin Beşikçioğlu, Fatih Sönmez, Selin Tekman, Selin Zafertepe ve Ünsal Coşar’ın rol aldığı, Tatbikat Sahnesi’nin kara komedi türündeki oyunu, savaş, ekonomik çöküş, kültürel ayrılık gibi sebeplerle batıya doğru yol alan bireylerin içsel yolculuklarını ve arayışlarını ironik bir dille anlatıyor.
Elvin Beşikçioğlu ile “Batı Ekspresi” ve oyunun günümüz dünyasındaki yeri üzerine konuştuk.
Matéi Visniec’in artık kült olarak yorumlayabileceğimiz metinlerinden/oyunlarından biri olan Batı Ekspresi, geçtiğimiz günlerde Ses 1885 – Ortaoyuncular Tiyatrosu’nda prömiyerini yaptı. Öncelikle sizi bu oyun üzerine çalışmaya yönlendiren ne oldu? Visniec’in tiyatro anlayışı ve Batı Ekspresi’ne dair neler söylersiniz?
Bazı edebiyat eleştirmenleri, Matei Visniek için “tuhaf, sınırlandırılamaz” demiş. Bunu okuduğumda Matei’nin kapitalizmle olan, göçlerle, diktatörlükle, acıyla, bedellerle olan tüm meselelerini sanki acıyı devirmek istercesine, yaşama meydan okuyarak hep absürdü, ironiyi ve hatta garip bir neşe halini yukarı çekerek anlatma biçimini çok yürek burkan ve sızı bırakan bir kalem olarak anlıyorum. O yüzden belki sınıflandırılamaz. Acıyla dalga geçerek anlatma üslubu, dertlerini bu yönde göstermesi hem yardımcı hem de çok zor bir yönetmen için. O yüzden ben dinamik bir anlatı biçimini tercih ettim açıkçası Batı Ekspresi’nde. Elbette her metninde aynı dinamik olmaz.
Mesela “Nina, içi doldurulmuş martılar” oyununda aynı yazarın eseriydi ve yönetmen koltuğunda Erdal Beşikcioğlu vardı. Böyle bir dinamizm yoktu. Çünkü her metin kendi gideceği yönü, üslubunu belirler aslında. Bu, yönetmenin onu nasıl kullanacağına, neyi nasıl anlatmak istediğine, onun imzasına bağlıdır.
Seçenekler arasından yönetmen kendi vizyonu ve anlatmak istediğini seçer ve kurgular. Ama yapı olarak o oyunda da savaşı, savaşın insana kaybettirdiklerini, ölenleri bir kişiyle bin kişi arasındaki duygunun nasıl da yalan duygulara sürüklediğini, özellikle aydın kedim üzerinden oportünist ve bencil yaklaşımlar- ını, eğer Nina, Treplev ve Trigorin 12 yıl sonra karşılaşsaydı ne olursu izleğinden, Cehov’un Nina eserinden yorumlamıştı. Yine acıyı çok hafifleten, ironik, esprili, absürt yaklaşımlarla bezemişti. Yine buruk ve acıyı aslında gülerken yüreğimize saplanan kramplar eşliğinde verdi.
Batı Ekspresi’nin oyuncu kadrosunda Âdem Aydil, Derin Beşikçioğlu, Fatih Sönmez, Selin Tekman, Selin Zafertepe ve Ünsal Coşar yer alıyor. Ekip olarak nasıl bir araya geldiniz ve süreç sizin için nasıl gelişti?
Ekip uzun zamandır Tatbikat Sahnesi’nin eserlerinde oynayan kemikleşmiş bir kadro. Bir tek Derin okulunu bitirdi ve bu profesyonel ekibe dahil oldu. Ansambl olup, beraber aynı anda hareket edip, düşünebilmek için böyle bir kadroyu tercih ediyoruz. Ama tabi bu yeni oyunlarda aramıza yeni oyuncular katılmayacak demek değil. Bu oyun bunu gerektirdi.
Batı Ekspresi, her şeyden önce bir kara komedi örneği olarak beliriyor, ki bu türün de iyi örneklerinden biri olduğunu söylemek mümkün. Kara komedi birçok açıdan sahnelemesi de oynaması da zor bir tür. Oyunu sahnelemeye hazırlanırken nasıl bir çalışma süreci geçirdiniz?
Kara komedi, trajikomik metinler sınır ister. Eğer sınırı kaçırırsanız oyunculukta sıradan ve ucuz esprilerden oluşmuş ve zamanı, ritmi kaçırırsanız da manasını yitirmiş bir iş olarak ortaya çıkar ki bu Tatbikat Sahnesi’nin hep kaçındığı bir durum. Tatbikat Sahnesi’nin sanatsal yaklaşımdan uzak olan her tür anlatı, oyunculuk ve üslubu reddettiği bir reji sahneleme anlayışı var. Bu eser, dinamizmi, epizotlardan ve tiplerden oluşması, çok katmanlı oluşu sebebiyle zor bir metindi. Tüm bunlara dikkat ederek çalıştık ve gözettik, kurguladık.
Oyunun merkezinde göç, savaş, ekonomik çöküş, kültürel ayrılık gibi birçok başat konu var. Tüm bunlar bugün de üzerine çokça konuştuğumuz, tartıştığımız, düşündüğümüz başlıklar. Batı Ekspresi’ni bugün hâlâ bu kadar güncel ve modern yapan nedir? Batı Ekspresi’ne zamansız bir oyun olarak nasıl yaklaşabiliriz?
Gerçekten zamansız. O yüzden de bu eserler ve yazarları büyük sanatçılar. Onların eserlerini yorumlarken onların başat, üzerine düşündükleri, derinden hissettikleri hassasiyeti ve anlatımı
anlayıp saygıyla yaklaşıyoruz.
Bu çok önemli. Elinizde ilerdeki nesillere de taşacak bir oyun var. Kült bir eser olarak tarihe geçecek. Eserleri ileriye taşıyıp, onları zamansız kılan şey anlattığı mesellerin yüzyıllar boyunca hep baki kalmasının yanı sıra anlatım biçimi ve üslubudur da. Bir yıkık aşkı beş yüz kişi yazar ama biz hâlâ Anna Kararina’yı okuruz. Bir cinayeti herkes yazabilir ancak biz Suç ve Ceza’yı okuruz hala. Bunun gibi Matei Visniec’in de anlattığı konular içerik olarak hep insanlığı etkileyen, yontan, deviren, çağın hastalığına
dair devam eden ve hep yinelenecek konular. Ne demiş Orwell Hayvan Çiftliği’nde: “Her yeni düzen, kendi faşistliğini doğurur.” İnsan var oldukça değişmeyen ama şekil değiştirerek yinelenen konular bunlar.
Göç ve savaş, oyunun merkezinde yer alan ve bugün bizim yeniden yüzleştiğimiz, karşı karşıya olduğumuz iki büyük mesele. Rumen-Fransız bir yazar olarak Matéi Visniec’in de kendi kişisel yaşamında bu meselelerin izini sürmek mümkün. Biz de aslında oyundakine benzer bir süreçten geçiyoruz. Sanırım bunu söylemek mümkün. İçerisinde olduğumuz coğrafya ve zaman ekseninde Batı Ekspresi’ne baktığımızda göçe, göçmenliğe, yersiz yurtsuzluğa dair neler söylersiniz?
Savaş tüm toplumlara ağır yıkımlar getiren ve tüm dünyayı da etkileyen korkunç bir durum. Bunun yanı sıra ağır ekonomik koşulların oluşması ve dar boğazlarda öyleyken bir de özellikle bizim toplumumuzda genç ve iyi yetişmiş beyinlerin iş bulamaması veya gördükleri eğitimin ve verdikleri iş gücünün ekonomik olarak az kalması gibi yaşamsal ihtiyaçların karşılanamaması durumlarından giden onca insan.
Göç… Bunun yanında dibimizde olan savaşların, Doğunun iğdiş edilmesiyle bize gelen yerli yersiz göç. Hepsi ayrı bir mevzu. Batı Ekspresi tüm bu katmanları bünyesinde toplayan ve bunları eğlenceli, trajikomik bir bakış açısıyla seyretmedi bu acıya daha tahammüllü bir hale getiriyor. Tüm bunları aynı zamanda bütün birikimlerini kendi memleketine bir gün dönme umuduyla gönderip, evlerini yaptıran insanların boş, bomboş duvarlarından, içerde yankılanan umutsuzluğundan ve beklentilerinden yapıyor aynı zamanda. Sınırların Batı’ya sınırsızlığından dem vururken bize sınırların kapalı olmasını ve bir türlü Batılılaşamamayı da o hiç durmayan, o sınırlardan transit geçen ve hiç binilemeyen “Şark Ekspresi” metaforuyla anlatıyor.
Doğu-Batı meselesi, yine oyunun tartışmaya açtığı temel başlıklardan bir diğeri. Türkiye’de de bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalardan biridir bu. Peki Matéi Visniec bu meseleye nasıl yaklaşıyor ve siz oyunu sahneye taşırken bu meselenin altını nasıl çizmek istediniz?
Gördüğümüz gibi bu mesele sadece bizim değilmiş. Balkanların, Romanların, Bulgaristan’ın, Çeklerin de sorunuymuş. Bu metinle birbirimize ne kadar yakın olduğumuzu, sorunlarımızın çoğunun aynı oluşunu tekrar gördük. Doğu hep Batı’ya yönlendirildi ama iyi açılardan çok hegemonya için, kapitalizmin işlemesi için, insan kaynaklarından batının yararlanabilmesi için gibi. Biz o batılılaşma trenine binemedik, balkanlar gibi. Çünkü Avrupa’nın, Batı’nın bize, bizleri kullanmaya ihtiyacı var. O yüzden ne Batılıyız ne de Doğulu. Böyle arafta bir kolumuz o tarafa, bir kolumuz hep diğer tarafa çekilerek yaşayacağız.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***