- Çin mitolojisinde “Kaderin Kırmızı İpi” adında bir inanış vardır. İnanışa göre; Allah her insanın ayak bileğine kırmızı bir ip takar ve kaderleri birleşecek insanları bu ipler sayesinde birbirlerine bağlarmış! Bu ip esner, kördüğüm olur, fakat asla kopmazmış!
- Son 10 gün, Suriye’nin modern tarihindeki en çalkantılı dönemlerden biri oldu. 27 Kasım’da Hayat Tahrir el-Şam (HTŞ) liderliğinde isyancı gruplar, rejim güçlerine karşı “Saldırganlığı Caydırma Operasyonu” adını verdikleri büyük bir saldırı başlattı. Bu saldırı, birkaç gün içinde rejimin hızlı çöküşüne neden oldu.
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Ne güzel sanat sepet mevzularıyla gül gibi geçinip gidiyorduk. Gerçi bazı okurlar, “Hem film izliyorsun hem de millete izlemeyi salık veriyorsun, zinhar batıl bir iş yapıyorsun!” nevinden mesajlar da yolluyor. Bu tipolojideki okurları anlamıyorum. Ne diye canını sıkıyorsun ki canım kardeşim? Okuma geç. Bir dolu yazar var istediğini yazan, seni rahatlatan, bir kişilik malayaniyat kontenjanın olsa, yani en azından görmezden gelemez misin?
Bugün işimiz ciddi aslında. Ve beylik tabirle bir “büyük resim” görme çabasına gireceğiz. Aslında başlığı “Neler oluyor?” şeklinde atacaktım ama olan oldu hem de bir anda. Hani bir kısım şark kurnazları çapulcu zihniyetiyle Suriye’ye çullanmış yağma üstüne yağma yaparken başka birileri planını tıkır tıkır işletmiş ve önceki gün de son noktayı koymuş.
Bizim çete ise hala “Sayın Esed” modundalar…
Bir diziden bahsederek yazıya başlamak istiyorum. İsmi ‘Touch’ ve 2012 yılında başlayıp sadece iki sezon sürdü.
Touch’ta, Martin Bohm (Kiefer Sutherland), konuşmayan ama olağanüstü matematiksel ve psişik yeteneklere sahip oğlu Jake’in (David Mazouz) hikayesini anlatılıyor. Jake, insanlığın arasındaki bağları ve dünyadaki olayları bir araya getiren karmaşık bir sayı dizisi ve desen aracılığıyla görme yetisine sahip. Martin, oğlunun bu yeteneklerini anlayıp çözmeye çalışarak dünyayı etkileyen olaylara müdahale ediyor filan. Meraklısına jeneriğini şuracığa bırakıyorum.
Çin mitolojisinde “Kaderin Kırmızı İpi” adında bir inanış vardır. İnanışa göre; Allah her insanın ayak bileğine kırmızı bir ip takar ve kaderleri birleşecek insanları bu ipler sayesinde birbirlerine bağlarmış! Bu ip esner, kördüğüm olur, fakat asla kopmazmış!
Touch dizisi bu inanış üzerine kurulmuş bir dramaydı.
Dizinin girişindeki cümleler ise çok çarpıcıydı: “Şablonlardaki matematiksel tasarım gerçeğin arkasına gizlenmiştir. Sadece nereye bakacağınızı bilmelisiniz. Çoğu insanın kaos olarak gördüğü, aslında hareketlerin ince bir çizgide birbirini takip etmesidir. Galaksiler, bitkiler, deniz kabukları… Şablonlar gerçeği yansıtır. Ama içimizden sadece bazıları parçaların birbirini nasıl tamamladığını görebilir.
Bu küçük gezegende 6,919,377,000 kişi yaşıyor ve herkesin ayağında birer görünmeyen kırmızı ip var.”
Risalelerde okumuştum sanırım ama nerede olduğunu şu an hatırlamıyorum. Hazreti Üstad dünyayı tanımlarken milyarlarca iplikle dokunmuş bir kumaşa benzetiyordu. Aslında benzer bir ifade -sanırım- Mesnevi-i Nuriye’de de geçiyor. Şöyle diyor Hz. Pir (Mealen): “Kader sınırsız spesifikasyona sahip girift bir alandır!”
Suriye’de yaşananları tam olarak kavrayabilmek, yani büyük resmi görebilmek için bu iki bilgiye ihtiyacımız var, çünkü yaşanan olayların birbiriyle ilgisi tahminlerin çok ötesinde hele hele siyasal İslamcının ezik psikolojisi ve eksik zekasıyla çözülebilecek türden değil.
Bir tarihte hazırladığımız TV programının tanıtımında şu ifadeyi kullanmıştım: “Tarih satranç gibidir, yakından bakarsanız yanılma ihtimaliniz çok yüksektir. Bu sebeple bir adım geriye çekilerek bakmak durumundasınız!”
İsterseniz Suriye’de olup bitenlere, bu ülkeyi odaklayarak bir genel bakışta bulunalım.
Bu son olaylar yaşanmadan önce Suriye’deki çatışma, ikinci on yılına girerken, çağımızın en karmaşık insani ve jeopolitik krizlerinden birini temsil ediyordu. 2011’de sivil protestolarla başlayan olaylar, daha düne kadar çok sayıda uluslararası güç, vekil kuvvetler ve çatışan çıkarları içeren çok yönlü bir anlaşmazlığa dönüşmüş durumdaydı.
İran ve Rusya, askeri varlık, ekonomik yardım ve diplomatik destek yoluyla Esad hükümetini destekleyerek Suriye’de önemli bir etkiye sahip olmaya devam ediyor. Rusya’nın 2015’te başlayan askeri müdahalesi, Esad’ın yönetimini korumada belirleyici olurken, Tartus ve Hmeimim’de kalıcı Rus üsleri kuruldu.
Türkiye, Kürt güçlerini kontrol altında tutmayı amaçlayan bir tampon bölge kurduğu Suriye’nin kuzeyinde kontrolü elinde bulunduruyordu. Türk varlığı, Türk kuvvetleri ile çeşitli Suriyeli gruplar arasında dönemsel gerginliklerin yaşandığı karmaşık bir dinamik oluşturmuştu. İnsani durum ise oldukça vahim; 6,8 milyondan fazla Suriyeli ülke içinde yerinden edilmiş durumda, yaklaşık 5,5 milyon Suriyeli mülteci komşu ülkelerde yaşıyor ve nüfusun tahminen %90’ı yoksulluk sınırının altında hayatını sürdürüyor. Bu mültecilerin çoğu bilindiği üzere Türkiye’de bulunmakta.
Ülke bir yandan başta Türk siyasi yetkililer ve oligarklar tarafından talan edilirken, ekonomik çöküş, para biriminin değer kaybetmesi, sivillerin temel mallara erişimini etkileyen uluslararası yaptırımlar, tarımsal altyapının tahribi ve temiz su ile tıbbi bakıma sınırlı erişim gibi faktörler insani durumu daha da kötüleştirdi. Batı artık işini bitirdikten sonra, IŞİD artık Suriye’de önemli bir toprak kontrolüne sahip olmasa da, özellikle doğu bölgelerinde uyuyan hücreler güvenlik tehdidi oluşturmaya devam etti. ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri (SDG), gözaltı tesislerinde binlerce IŞİD savaşçısı ve ailelerini tutmaya devam ediyordu.
Bu kısma Erdoğan ve çevresindeki yamyam sürüsü bayılacaktır: Suriye’deki yıkımın boyutu, devasa yeniden yapılanma zorlukları ortaya çıkarıyor. Yeniden yapılanma maliyetlerinin 400 milyar doları aştığı tahmin ediliyor ve uluslararası bağışçılar siyasi kaygılar nedeniyle çekimser kalıyor. Altyapı hasarı ülke çapında temel hizmetleri etkilerken, büyük şehirlerde konut sıkıntısı giderek kötüleşiyor.
Yaşanan son gelişmelere elbette bakacağız ancak son gelişmelere rağmen insani durum uluslararası toplumun sürekli dikkatini gerektirirken, siyasi çözümler hala belirsizliğini koruyor. Suriye krizi, uluslararası toplumun karmaşık bölgesel çatışmaları çözme ve insani krizlere yanıt verme kapasitesini test etmeye devam edecek gibi.
Peki ama neler oluyor ve niye şimdi?
Önce herhangi bir sıralama, kronoloji ya da mantıksal dizilime takılmadan son on günde yaşananları biraz da geçmişe gidip gelerek ifade edeyim.
Suriye’de yarım asrı aşkın süren Esad (Esed) hanedanlığı, beklenmedik bir şekilde son buldu. 8 Aralık 2024 sabahı, muhalif güçlerin başkent Şam’a girişiyle birlikte Beşar Esad’ın iktidarı çöktü. Bu gelişme, sadece Suriye için değil, tüm Ortadoğu için yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyor.
2011’de barışçıl gösterilerle başlayan ve kanlı bir iç savaşa dönüşen Suriye krizi, 500 binden fazla insanın hayatını kaybetmesine ve 12 milyon Suriyelinin evlerini terk etmesine neden olmuştu. Rusya ve İran’ın desteğiyle ayakta kalan Esad rejimi, son bir haftada yaşanan gelişmelerle birlikte tarihe karıştı.
Tam da sırası; şimdi bir örgütü size tanıtmam lazım, zira o kadar çok isim değiştirdiler ki, kim, nedir artık karıştırır olduk.
Hayat Tahrir el-Şam (HTS), Suriye iç savaşının en etkili ve dönüşüm geçiren aktörlerinden biri olarak dikkat çekiyor. 2012 yılında El-Kaide bağlantılı El-Nusra Cephesi adıyla kurulan örgüt, 2016’da El-Kaide’den koparak 2017’de çeşitli muhalif gruplarla birleşti ve HTS adını aldı. Örgütün lideri Ebu Muhammed el-Cevlani, Amerika Birleşik Devletleri tarafından “küresel terörist” olarak tanımlanmasına ve başına 10 milyon dolar ödül konulmasına rağmen, son yıllarda örgütü daha ılımlı ve pragmatik bir çizgiye taşımaya çalıştı. HTS, özellikle İdlib ve Halep bölgelerinde kurduğu “Suriye Kurtuluş Hükümeti” aracılığıyla sivil yönetim deneyimi kazandı ve rakip cihatçı grupları, IŞİD ve El-Kaide hücrelerini bölgeden temizleyerek gücünü pekiştirdi.
Son dönemde HTS, uluslararası meşruiyet kazanma çabasıyla önemli bir dönüşüm sergiliyor. CNN’e verdiği röportajda demokratik bir geçiş ve halk tarafından seçilecek bir konsey vaat eden Cevlani, örgütün cihatçı geçmişinden uzaklaşarak milliyetçi bir çizgiye evrildiğini göstermeye çalışıyor. Nedense yine bizimki aklıma geldi(!)
Ancak BM, ABD ve birçok ülke hala HTS’yi El-Kaide bağlantılı bir terör örgütü olarak görüyor. Örgütün İdlib’deki yönetimi İslami hukuka dayanıyor ve insan hakları örgütleri zaman zaman HTS’yi sivil özgürlükleri kısıtlamakla suçluyor. Buna rağmen HTS, Aralık 2024’te Esad rejimini deviren operasyonun öncü gücü olarak Suriye’nin geleceğinde belirleyici bir rol üstlenmiş durumda.
27 Kasım’da başlayan ve “Saldırganlığı Caydırma Operasyonu” adı verilen muhalif taarruz, Hayat Tahrir el-Şam (HTS) öncülüğünde gerçekleşti. Kuzeybatı Suriye’den başlayan operasyon, beklenmedik bir hızla güneye doğru ilerledi. Halep’in düşmesiyle başlayan süreç, Hama ve Humus üzerinden Şam’a kadar uzandı.
Rejimin bu kadar hızlı çökmesinin ardında yatan faktörler dikkat çekici. Yıllardır süren savaş, uluslararası yaptırımlar ve yaygın yolsuzluk, Suriye ekonomisini çökme noktasına getirmişti. Ordunun moral motivasyonu çökmüş, askerler ve güvenlik güçleri mevzilerini terk etmeye başlamıştı. Daha da önemlisi, rejimin en büyük destekçileri olan Rusya, İran ve Hizbullah, kendi sorunlarıyla meşguldü.
Rusya, Ukrayna’daki savaşla uğraşırken, İran destekli Hizbullah, İsrail’le yaşanan çatışmalar nedeniyle zayıflamıştı. İsrail’in Suriye’deki İran komutanlarına yönelik operasyonları ve rejime destek veren milislerin ikmal hatlarını hedef alan saldırılar, Assad’ın direncini kıran faktörler arasındaydı.
HTS’nin dönüşümü ve stratejisi de bu süreçte belirleyici oldu. 2012’de El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi olarak kurulan örgüt, 2016’da El Kaide’den koptu ve 2017’de HTS adını aldı. Örgütün lideri Ebu Muhammed el-Cevlani, CNN’e verdiği röportajda demokratik bir geçiş ve halk tarafından seçilecek bir konsey vaat etti.
Suriye’nin ikinci büyük kenti Halep’in düşüşü, operasyonun dönüm noktasıydı. Şehir minimal bir direniş sonrası ele geçirildi. Esad, müttefiklerinin yardımıyla muhalifleri “ezeceğini” ilan etse de, Rus hava saldırıları ve İran destekli milislerin takviyesi yetersiz kaldı. Hama’nın düşüşü, rejimin askeri gücünün çöktüğünü gösterdi.
Güneybatıdaki gelişmeler de kritikti. 2011 ayaklanmasının başladığı Dera ve Süveyda şehirlerinin kontrolü 24 saat içinde el değiştirdi. Bu gelişme, rejimin artık etkin bir direniş gösteremeyeceğinin işaretiydi.
8 Aralık sabahı muhalifler Şam’a girdi ve binlerce muhalifin tutulduğu Sednaya Hapishanesi’ndeki tutukluları serbest bıraktı. Esad’ın Şam Uluslararası Havalimanı üzerinden ülkeyi terk ettiği bildirildi. Başbakan Muhammed el-Celali ise görevi bırakmayarak “Suriye halkının seçeceği” yeni yönetimle iş birliği yapacağını açıkladı.
Anlaşılan o ki bu gelişmelerin bölgesel etkileri derin olması planlanmış. Öncelikle İran’ın “Direniş Ekseni” olarak adlandırdığı ittifak ciddi darbe aldı. Hizbullah’ın Suriye üzerinden gelen lojistik desteği kesildi. Yemenli Husiler’in de İsrail saldırılarıyla zayıflaması, İran’ın bölgesel nüfuzunu sarstı.
Öte yandan Türkiye açısından da önemli fırsatlar ve riskler söz konusu. Frsatları iktidar ve soyguncu çevresi şimdiden ellerini ovuşturarak hesaplıyordur. Ancak Suriyeli mültecilerin geri dönüşü konusunda yeni bir sayfa açılabilir. Ve fakat HTS’nin kontrolündeki bir Suriye’nin uluslararası meşruiyet kazanması kolay olmayacak.
Şam ve diğer şehirlerde halk sokaklara döküldü, devrim bayrakları dalgalandırıldı ve Hafız Esad’ın heykelleri yıkıldı. Ancak sevincin yanında endişeler de var. HTS’nin geçmişi ve geleceğe yönelik belirsizlikler, birçok Suriyeliyi tedirgin ediyor.
Zahire göre ABD Başkanı Joe Biden’ın ekibi gelişmeleri “yakından izliyor” ve bölgesel ortaklarla temas halinde! Uluslararası toplumun yeni yönetime yaklaşımı, Suriye’nin geleceğini belirleyecek en önemli faktörlerden biri olacak.
Suriye’nin önündeki zorluklar devasa boyutlarda. Siyasi istikrarın sağlanması, ekonomik yeniden yapılanma, altyapının inşası, mültecilerin dönüşü ve toplumsal uzlaşmanın sağlanması gibi kritik konular çözüm bekliyor. HTS’nin vadettiği demokratik dönüşümün gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise en büyük soru işareti.
Gözlemciler bu tarihsel dönüm noktasında, Suriye’nin barış ve istikrara kavuşması için tüm tarafların yapıcı bir yaklaşım sergilemesi ve uluslararası toplumun desteği hayati önem taşıdığını söylüyorlar. Aksi takdirde, iktidar boşluğu ve kaos riski, ülkeyi yeni bir şiddet sarmalına sürükleyebilir endişesindeler. Lakin oyun kurucuların tüm bu varyantları hesapladığını düşünmekteyim.
Yarım asırlık Esad hanedanlığının çöküşü, Ortadoğu’nun güç dengelerini yeniden şekillendirecek potansiyele sahip. Ancak bu değişimin bölgeye barış mı yoksa yeni çatışmalar mı getireceği ve oyun kurucuların rasyonel oyun planı önümüzdeki dönemde ortaya çıkacaktır. HTS’nin demokratikleşme vaatlerinin samimiyeti ve uluslararası toplumun yeni yönetime yaklaşımı, Suriye’nin geleceğini belirleyecek.
Peki şimdi Bilal’e anlatır gibi soru cevapla gidecek olursak…
Suriye’de son 10 günde neler oldu?
Son on gün, Suriye’nin modern tarihindeki en çalkantılı dönemlerden biri oldu. 27 Kasım’da Hayat Tahrir el-Şam (HTŞ) liderliğinde isyancı gruplar, rejim güçlerine karşı “Saldırganlığı Caydırma Operasyonu” adını verdikleri büyük bir saldırı başlattı. Bu saldırı, birkaç gün içinde rejimin hızlı çöküşüne neden oldu. Özetleyelim:
30 Kasım: İsyancılar, Halep’i aldı. Hükümet güçleri büyük bir direniş göstermeden geri çekildi.
2 Aralık: Hama düştü. Bu, rejim güçlerinin kuzeydeki en büyük savunma hattını kaybettiği anlamına geliyordu.
6 Aralık: Humus ele geçirildi, isyancılar başkent Şam’ın kapılarına dayandı.
8 Aralık: İsyancı güçler Şam’a girdi. Saydanaya Hapishanesi’ndeki siyasi mahkumlar serbest bırakıldı ve Beşar Esad’ın ülkeyi terk ettiği açıklandı.
Neden şimdi?
Esad rejiminin düşüşü birkaç faktörün birleşimiyle gerçekleşti:
Rejimin Zayıflaması: Savaşın yıllardır süren ekonomik ve askeri maliyeti rejimi zayıflattı. Halkın hoşnutsuzluğu artarken, rejim güçleri arasında moral çöküş yaşandı.
Destekçilerin İlgisizliği: İran ve Rusya gibi müttefikler, kendi iç ve dış sorunlarına odaklanmış durumdaydı. Rusya, Ukrayna savaşı nedeniyle dikkatini başka yöne çevirdi. İran ise İsrail saldırılarından ve bölgesel çatışmalardan dolayı yıprandı.
HTŞ’nin Yeniden Yapılanması: HTŞ, geçmişteki radikal imajını değiştirerek yerel halkın desteğini kazandı. Bu strateji, büyük çaplı operasyonlar düzenlemelerine olanak sağladı.
Uluslararası Baskı ve İlgisizlik: Batı ve komşu ülkelerin, Esad rejimine karşı yeni bir strateji geliştirmemesi, isyancıların inisiyatif almasına neden oldu.
Peki son durum nedir?
Şu anda, Suriye’nin büyük bir kısmı HTŞ ve müttefiklerinin kontrolü altına girmiş durumda. Şam’daki rejim karşıtı gruplar, şehirde yönetimi ele almış görünüyor. Başbakan Muhammed el-Celali, geçici olarak devlet işlerini yürüttüğünü açıkladı ve muhaliflerle bir geçiş hükümeti kurma sinyali verdi. Ancak Lattakia ve Tartus gibi sahil bölgeleri hâlâ rejim yanlısı unsurların elinde.
İran ve Rusya neden yardım etmedi?
Rusya: Ukrayna’da devam eden savaş, Rusya’nın askeri kaynaklarını büyük ölçüde tüketti. Ayrıca, Suriye’deki mevcut durumun Moskova’nın stratejik çıkarlarını daha fazla zora sokması beklenmiyor. Bir diğer önemli husus ise, Suriye ordusunun çatışmalardan hemen kaçması, Putin’in canını feci sıktı.
İran: İsrail’in, Suriye ve Lübnan’daki İran destekli gruplara yönelik yoğun saldırıları İran’ın hareket alanını daralttı. Hizbullah’ın gücü azalırken, İran’ın mali ve lojistik desteği de zayıfladı. Ayrıca, İran’ın bölgedeki başka krizlere (örneğin Yemen ve Irak) odaklanması, Suriye’yi ikinci plana itti.
Bundan sonra neler olabilir?
Yeni Yönetim: HTŞ’nin liderliği, geçici bir hükümet kurma ve uluslararası toplumu yatıştırma hedefinde. Ancak grubun geçmişteki radikal bağları, uluslararası desteğin önündeki en büyük engel.
Güç Boşluğu ve Kaos Riski: Suriye’nin farklı muhalif gruplar arasında paylaşılması, yeni çatışmalara yol açabilir. Merkezi bir yönetim kurulamazsa ülke daha fazla parçalanabilir.
Bölgesel Yansımalar: Esad rejiminin düşmesi, İran’ın “Direniş Ekseni” stratejisini zayıflatırken, Türkiye ve İsrail gibi ülkeler için yeni fırsatlar doğurabilir ama emin olun bizim yağmacı zihniyet sadece para peşinde koşacaktır..
Mülteciler: Yeni bir yönetim kurulması durumunda, özellikle Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin geri dönüşü gündeme gelebilir.
HTŞ’nin yeni stratejisi gerçekçi mi?
HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Cevlani, yeni bir hükümet modeli kuracaklarını ve halk tarafından seçilen bir meclis oluşturacaklarını açıkladı. Ancak bu söylemlerin ne kadar uygulanabilir olduğu belirsiz. Grup, radikal geçmişinden dolayı ciddi bir uluslararası şüpheyle karşı karşıya.
Tamam da Suriye halkı ne düşünüyor?
Suriye, tıpkı Türkiye gibi çok parçalı bir etnik yapıya sahip. Dolayısıyla bu konuda hamajen bir görüş yok ancak gerçek olan şu, ülkedeki herkes artık kan ve ölümlerden bıkmış durumda. Barış gelsin de nasıl gelirse gelsin eşiğine geldiler çoktan. Birçok Suriyeli, Esad’ın düşüşünü özgürlük için bir zafer olarak görüyor. Şehirlerde kutlamalar düzenlenirken, halkın büyük bir kısmı geleceğe umutla bakıyor. Ancak bazıları, HTŞ’nin yönetim tarzı ve ülkenin geleceği konusunda endişeli.
HTŞ’nin uluslararası tanınma şansı var mı?
Uluslararası toplumun, HTŞ’nin geçmişteki terör bağlantıları nedeniyle grubu tanıması zor. Ancak grup, halk desteğini artırıp daha ılımlı bir söylem benimserse bu değişebilir. Ancak gücü ele geçiren HTŞ’nin de değişmesi imkan dahilinde!
Türkiye bu durumu nasıl yönetecek?
Türkiye, mültecilerin geri dönüşü ve sınır güvenliğini sağlamak için HTŞ ile dolaylı olarak ilişkiler geliştirebilir. Ancak Türkiye’nin uluslararası baskıyı da göz önünde bulundurması gerekecek.
Suriye’de ekonomik durum nasıl etkilenecek?
Yeni bir yönetimin oluşması, ülkenin yeniden inşası için uluslararası yardımları tetikleyebilir. Ancak bu, siyasi istikrara bağlı olacak.
Ve büyük resim!
Dünyanın oyun kurucuları epey zamandan beri Orta Doğu’ya şekil vermek için plan üstüne plan kurmakta. Bunun en önemli etkenlerinden biri de yarım asırdan fazladır çöreklendiği topraklarda bir türlü rahat şekilde nefes alamayan İsrail’in geleceğini garanti altına almak. Buna bir de Netanyahu gibi sapkın siyonistlerin emellerini ekleyince oyun kurucuların kimlikleri hakkında aşağı yukarı fikir sahibi olabilir.
Arap baharının hızının kesilmesinden sonra -ki bunu da bilinçli yapıp motoru soğutma taktiği uyguladılar bence- aşama aşama uygulanan bir plan görmekteyiz. Saddam ile başlayan parçalayıp en azından düzensiz hale getirip resmi minimize etme taktiği, Mısır ve Libya’da başarıyla uygulandı. Ancak Irak ve Afganistan deneyimi özellikle oyun kurucuların Amerikan ayağı için çok büyük bir bariyerdi. Bu iki ülkede geçen bunca zamana rağmen arzu ettikleri başarının elde edilmemesi, harcanan tüm o korkunç rakamlara rağmen, bir de insan canıyla beden ödemeleri onların HTŞ modelini geliştirmelerine vesile oldu. Suriye ayağında ise iki etken, planların restore edilmesine sebep olmuştu: Putin ve İran…
Bu iki ülke ve özellikle Putin’i meşgul edecek bir şeyler gerekiyordu. Ancak bu tehlikeli ve pahalı plana geçmeden Erdoğan gibi, şark kurnazı zihniyetine sahip, zekası vasat birini kullanarak Suriye’de bir şeyler yapmaya çalıştılar ama siyasal İslamcıların iki yüzlülüğü ve ikili oyunları bu planları etkisiz kıldı. Ahmet Davutoğlu gibi kafayı Osmanlı imparatorluğuna takmış saplantılı zihniyetin ve para kokusunu almakta bir kurdunkinden daha keskin buruna sahip olan Erdoğan’ın etkisi görece sınırla ve akim kaldı. Nitekim Erdoğan son dönemlerde ufaktan “Alçak Esad”dan “Kardeşim Esad’a tornistan etmeye başlamıştı da.
Ve bizimkiler küçük menfaatler için çakallıklar peşindeyken büyük oyun çoktan kurulmuştu bile. Bir yandan yerel unsurlar dönüştürülüp silahlandırıldı ve eğitildi. Bunu yaparken oldukça sessiz ve mütevazı ilerlediler. Çok aceleci davranmayıp motoru epeyce soğuttular.
Ardından Putin’i meşgul edecek proje devreye girdi ve yine başka bir imparatorluk manyağı olarak önüne uzatılan Ukrayna havucuna balıklama atladı. Başlarda kazanır gibi hissetmesine de razı geldiler. Putin ciddi ciddi Sovyet coğrafyasını devasa, kendini de imparator olarak görmeye başlamıştı eminim.
Ardından Hamas’ı devreye soktular. Durduk yere düzenleyen bir saldırıya İsrail öylesine orantısız ve acımasız cevap verdi ki orta doğu kan gölüne dönüverdi.
Bir sonraki aşama işin içine İran’ı sokmaktı. Ancak İran tıpkı bizim siyasal İslamcılar gibi sadece atıp tutmayı ve kendi iç kamuoyuna oynamayı tercih ettiği için, atılan yemleri yutması epey zaman aldı. Sonunda İsrail’in düzenlediği birkaç operasyon sonrasında İran da topa girdi ve atını nallayıp İsrail’in peşine düştü.
Artık kendi ülkesinde yalnızlaşan ve bunu hissetmeyen, bir tür sükûnet ve sessizlikle uyuşturulan (ülkede bırakın savaşı, nümayiş bile yapılmıyordu uzun suredir ve Esad ciddi ciddi, artık riskin ortadan kalktığına inanmaya başlamıştı) Esad, başına geleceklerden habersiz toz pembe hayaller kurmaya başlamıştı.
Erdoğan yağma derdindeydi, Putin Ukrayna, İran ise İsrail ile mücadele ettiğini sanıyordu. İŞİD’den daha mülayim ve muhafazakar demokrat kimliğine dönüştürülen HTŞ, kendisine verilen imkanları iyi kullandı ve görevini layıkıyla yerine getirdi.
Bu sebeple her şey bir anda olup bitti.
Şaşkınlık içindeki Esad yerinden bile kımıldayamazken, muhtemelen Putin önce şaşırmış sonra “Bana ne ya!” demiştir. İran ise öylece kalakalmıştır.
Hasılı kelam, çok ustaca hazırlanmış bir plan adım adım uygulandı ve netice alındı.
Şimdi ise soru şu: Bir sonraki adım ve plan ne olabilir ki?
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***