M. NEDİM HAZAR | YORUM
“Sıra dışı Katil” (Türkçe’ye böyle mi çevirdiler bilmiyorum, orijinal ismi: The Unlikely Murderer), -önceki yazıda bahsettiğimiz- modern İsveç tarihinin en karanlık olaylarından birini, beklenmedik bir perspektiften ele alan çarpıcı bir mini dizi. Başbakan Olof Palme suikastını, şüpheli Stig Engström’ün gözünden anlatan yapım, klasik bir suç dizisinden çok, karakter odaklı bir psikolojik drama olarak tasarlansa da sıklıkla drama sınırlarını zorlayıp belgesel alanına girip çıkıyor.
Bir insanı katil yapan şey nedir? Hem de bir başbakanı suikast için hedef alma zorunluluğu hisseden birini? Bu hüzünlü, yalnızlık çeken figür polisin tespitinden nasıl kurtuldu? Dizimiz bu sorulara cevap bulmaya çalışıyor ve bazı varsayımlar ortaya atıyor. Tıpkı gururla istikrarlı ve barışçıl bir sosyal demokrasiyi temelinden sarsan bir suçu çözmeye yönelik zorlayıcı ve psikolojik açıdan yoğun bir girişim olduğu gibi. İsveç tarihinin en büyük gerçek hayat polisiyesi olan Olof Palme cinayetinin şok edici derecede basit bir açıklaması olabilir mi?”
Dizide ilk dikkatimi çeken şey, bugün de pek çok gelişmiş özgür ülkede şahit olduğumuz gibi, İsveç’in hükümet başkanının o zamanlar herhangi bir vatandaş gibi yaşayabilmesi ve toplu taşıma araçlarını tercih ederek şoförlü araçlardan ya da korumalardan kaçınması. Biliyorsunuz bizim gibi totaliter rejimlerde artık kaybolmuş bir masumiyet. Ki bu yönüyle Palme’yi rahmetli Bülent Ecevit’e benzettim.
Dizi, 80’ler ve 90’lar boyunca Palme Soruşturması etrafındaki yetersiz polis çalışmalarını araştırıyor ve tasvir ediyor. Stig Engström bir insan olarak başlarda seyirciye çok, ancak bu mesafe rolü çekici ve zorlayıcı kılıyor ve seyirci izledikçe belli nispette iç huzura kavuşacağını hissediyor sanki.
Evet, İsveç yapımı drama görüntüsünde belgesel hissettiren dizi, İsveç başbakanı Olof Palme’nin muhtemel katili olarak adlandırılan grafik tasarımcısı Stig Engström’ün ölümüne kadar cüret, şans ve şaşkın bir polis gücünün birleşimiyle adaletten nasıl kaçmayı başardığının kurgusal bir yorumu olarak nitelenebilir.
Robert Gustafsson’un (Ki onu güzeller güzeli “The Hundred-Year-Old Man Who Climbed Out of the Window and Disappeared, Det som göms i snö” isimli filmden hatırlayacaksınız) canlandırdığı Engström karakteri, 1934 doğumlu, orta sınıf bir İsveçli. Skandia sigorta şirketinde grafiker olarak çalışan bu sıradan görünümlü adam, aslında karmaşık bir iç dünyaya sahip. Muhafazakâr görüşleri, Palme’nin sosyal demokrat politikalarına olan nefreti ve sürekli kendini kanıtlama çabası, karakterin temel motivasyonlarını oluşturuyor.
Dizi, kronolojik bir anlatım yerine, farklı zaman dilimlerinde gidip gelen bir yapı tercih ediyor. Bu tercih, Engström’ün kişiliğindeki değişimi ve çelişkileri daha etkili bir şekilde görmemizi sağlıyor. Bir yandan sıradan, hatta biraz acınası bir adam görüyoruz, diğer yandan potansiyel bir katilin zihnine tanıklık ediyoruz. Ezik, hayatı boyunca horlanmış bir adamın ömrünün son deminde var ve görünür olmayı sansasyonla denemesinin hikayesi aslında.
Yapımın en güçlü yanlarından biri, dönem atmosferini yakalamadaki başarısı. 1980’lerin Stockholm’ü, sadece fiziksel mekanlarıyla değil, sosyal ve politik atmosferiyle de inandırıcı bir şekilde yeniden oluşturulmuş. Kostüm ve makyaj çalışmaları, özellikle karakterlerin yaşlanma süreçlerini göstermedeki ustalığıyla dikkat çekiyor. Ancak sinema ne yazık ki sadece bunlardan oluşmuyor. Hele ki bir drama!
Diziye kaynaklık eden kitap ve yazarı Pettersson.
Engström’ün alkol sorunu ve giderek kötüleşen ruh hali, dizinin ilerleyen bölümlerinde daha belirgin hale geliyor. İş arkadaşlarının onu “hırslı ama başarısız” olarak tanımlaması, karakterin trajedisini daha da derinleştiriyor. Sürekli kendini öne çıkarma çabası, aslında derin bir değersizlik duygusunu maskelemeye çalışan bir adamın hikayesi olarak okunabilir.
Suikast sonrası medyayla kurduğu ilişki, karakterin en çarpıcı yönlerinden birini oluşturuyor. Her röportajında biraz daha değişen, yeni detaylar eklenen hikayesi, aslında görünür olma ve tanınma arzusunun bir dışavurumu. Dizi, bu noktada gerçek bir olayı kurgusal bir yorumla başarılı bir şekilde harmanlıyor diyebiliriz.
Bu yönüyle Robert Gustafsson’un performansı özel bir övgüyü hak ediyor. Aktör, Engström’ün çelişkilerle dolu karakterini, hem sempatik hem de tekinsiz kılmayı başarıyor. Özellikle karakterin giderek paranoyaklaşan ruh halini yansıtmadaki ustalığı etkileyici. Ancak kaynaklık eden kitabın yapısından ötürü olsa gerek, dizi neredeyse tüm bölümler boyunca bir tarih ansiklopedisi gibi ilerliyor. Engstörm dışında neredeyse derinleşebilen karakter yok. Hatta dizinin bir diğer kahramanı olması gereken kitabın yazarı Petersson çok cılız ve silik. Evet, insan kendi kitabında kendinden çok bahsedemez ancak diziye aktarılırken yazar karakterinin çok daha derinlikli olması gerekiyordu.
Şüpheli Stig Engström, medyayı arayıp katilin peşine nasıl düştüğünü bizzat koşarak göstermişti.
Dizinin anlatım dilinde dikkat çeken bir özellik, cinayetin işlendiği geceye sürekli dönüşler yapılması. Her dönüşte olayları farklı bir açıdan görüyoruz, tıpkı Engström’ün sürekli değişen hikayeleri gibi. Bu yapı, gerçeklik algımızı sürekli sorgulamamıza neden oluyor.
Yapım, polis soruşturmasının başarısızlıklarını da cesurca ele alıyor. Birbirleriyle rekabet eden polis birimleri, önyargılar ve bürokratik hatalar, bir cinayetin nasıl çözümsüz kalabildiğini gösteriyor. Bu açıdan dizi, sadece bir suç hikayesi değil, aynı zamanda sistem eleştirisi olarak da okunabilir.
Engström’ün silah kullanma deneyimi ve spor kulübü üzerinden silahlara erişimi gibi detaylar, dizide ustaca işleniyor. Bu bilgiler, karakterin “Sıra dışı katil” profilini hem doğruluyor hem de sorgulatıyor. Katilin kimliğinden çok, nasıl bu kadar uzun süre gözden kaçabildiği sorusu ön plana çıkıyor.
Evet 2000 yılında gerçekleşen intiharı ve ardından 2020’de resmi olarak katil ilan edilmesi, hikayeye trajik bir son katıyor ancak dizi bu muazzam trajediyi yeterince izleyiciye geçiremiyor. Öte yandan eski eşinin, son yıllarında paranoyak davranışlar sergilediğine dair açıklamaları, karakterin psikolojik çöküşünü daha da çarpıcı kılıyor.
Dizi, cinayetin motivasyonunu net bir şekilde açıklamaktan kaçınıyor. Bu tercih, hem gerçek olayın gizemini korumaya saygı gösteriyor hem de seyirciye yorum alanı bırakıyor. Kişisel bir nefret mi, yoksa daha büyük bir komplonun parçası mı sorusu, dizinin sonunda da cevapsız kalıyor.
Hakkını teslim etmek lazım yapımın görsel dili oldukça etkileyici. Soğuk İskandinav renk paleti, karanlık sokaklar ve kapalı mekanlar, hikayenin gerilimini artırıyor. Kamera kullanımı, özellikle Engström’ün yalnızlık ve paranoya anlarını yansıtmada başarılı.
Müzik kullanımı da övgüyü hak ediyor. Minimal ve gerilimi destekleyen soundtrack, hikayenin atmosferini güçlendiriyor. Özellikle cinayetin işlendiği sahnenin müzikal yorumu, olayın şokunu etkili bir şekilde yansıtıyor.
Öte yandan mini dizi formatının getirdiği bazı kısıtlamalar da yok değil. Beş bölümlük süre, bazı yan hikayelerin ve karakterlerin yeterince derinleştirilememesine neden oluyor. Ancak bu, ana hikayenin etkisini azaltmıyor.
“Sıra dışı Katil”, sadece bir suç hikayesi değil, aynı zamanda başarısızlık, saplantı (obsesyon) ve tanınma arzusu (Şöhret) üzerine derinlikli bir inceleme. Robert Gustafsson’un etkileyici performansı, dönem atmosferinin başarılı yansıtılması ve karakter odaklı anlatımıyla, son yılların en dikkat çekici İskandinav yapımlarından biri olarak öne çıkıyor.
Sonuç olarak dizi, gerçek bir olayı kurgusal öğelerle harmanlayarak, hem tarihi bir olaya ışık tutuyor hem de evrensel insani temaları başarıyla işliyor. Stig Engström’ün trajik hikayesi, modern İsveç tarihinin en büyük siyasi cinayetinin merkezinde yer alan karanlık bir portre olarak hafızalarda kalacak sanırım.
İsveç’in başbakanı Olof Palme, 28 Şubat 1986’da eşi Lisbet’le gittiği sinema salonundan çıkıp evine yürürken, arkadan yaklaşan bir kişinin yakın mesafeden açtığı ateş sonucu hayatını kaybetmişti.
Modern İskandinav Noir’inin tipik özelliklerini taşıyan yapım, karanlık tonları ve yavaş ilerleyen temposuyla dikkat çekiyor. Ancak klasik Nordic Noir’dan farklı olarak, suçun çözülmesi değil, şüphelinin psikolojik portresi ön planda tutuluyor.
Dizinin en önemli başarılarından biri, 1980’lerin İsveç toplumsal yapısını ve politik atmosferini başarıyla yansıtması. Olof Palme’nin sosyal demokrat politikalarına karşı muhafazakar kesimin tepkisi, dönemin toplumsal gerilimlerini anlamamıza yardımcı oluyor.
İş yeri dinamikleri ve Engström’ün mesleki hayatı da ustaca işlenmiş. Skandia’daki gündelik rutini, iş arkadaşlarıyla ilişkileri ve sürekli kendini kanıtlama çabası, karakterin psikolojisini anlamamız açısından önemli detaylar sunuyor.
Engström’ün evliliğinin portresi de dizinin güçlü yanlarından. Eşiyle olan ilişkisi, karakterin yalnızlığını ve içsel çatışmalarını daha da belirgin hale getiriyor. Özellikle son dönemlerindeki paranoyak davranışların eşi üzerindeki etkisi çarpıcı bir şekilde işleniyor.
Dizinin teknik açıdan en etkileyici yönlerinden biri de ses tasarımı. Stockholm sokaklarının gürültüsü, Engström’ün iç dünyasını yansıtan sessizlikler ve gerilimi artıran ambians sesler, atmosferi güçlendiren unsurlar olarak öne çıkıyor.
“Sıra dışı Katil”, bir başka güçlü yönü ise medyanın rolünü de sorgulaması. Engström’ün medya ile kurduğu ilişki ve basının olaya yaklaşımı, günümüz medyası için de düşündürücü paralellikler içeriyor.
Yapımın final bölümü, özellikle etkileyici. 2020’de İsveç savcılığının Engström’ü resmi olarak katil ilan etmesiyle sonuçlanan süreç hem gerçek hayattaki gelişmeleri yansıtıyor hem de dizinin kurgusuyla ustaca örülüyor.
Ezcümle, “Sıra dışı Katil”, sadece bir suç dizisi değil, aynı zamanda modern İsveç tarihinin en önemli olaylarından birini, beklenmedik bir perspektiften ele alan cesur bir yapım olarak değerlendirilebilir. Robert Gustafsson’un unutulmaz performansı ve güçlü prodüksiyon değerleriyle, türünün en iyi örneklerinden biri olarak kabul edilebilir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***