Suzan DEMİR
Oscar’lı yönetmen Sam Mendes, ‘Veep’ ve ‘Avenue 5’ dizilerinin yaratıcısı Armando Iannucci ile yazar Jon Brown’ın birlikte yarattığı HBO’nun yeni dizisi ‘The Franchise’, süper kahraman film yapımcılığına alaycı bakan bir yapım. Türkiye’de de Blutv’de izlenebilen, yarım saatlik bu komedi dizisinin şimdilik dört bölümü yayınlandı.
‘The Franchise’, pilot bölümüyle hemen izleyiciyi yakalayabilen bir dizi dersem yalan olur. Açıkçası ilk bölümde film stüdyosunun o karmaşık atmosferinde karakterleri takip etmek biraz zor. Bana göre dizi üçüncü bölümden sonra oturmaya ve seyirciyi yakalamaya başlıyor. Sinema dünyasının bildiği ama izleyiciye yer yer yabancı gelebilecek, temposu da hızlı bu dizide konuyu yakalamak bir tık zaman alıyor.
O yüzden komedi türünde olsa da ancak üçüncü bölümde bazı sahnelere gülmeye başladığımı söyleyebilirim. Gerçi komediden ziyade, bir hiciv dizisi desek daha doğru olur. Çünkü komedi denilince doğrudan herkesin aklına bir durum komedisi geliyor. Fakat ‘The Franchise’ daha çok süper kahraman film yapımcılığının işlevsiz, saçma evreninde – ya da cehenneminde de diyebiliriz – günü kurtarmaya çalışan ekibi anlatıyor.
Himesh Patel, film projesini rayında tutmaya çalışan, kendi deyimiyle oradaki “her şey” ve çalışkan bir birinci yönetmen yardımcısı olan Daniel rolünde. Daniel, hem oyuncular arasındaki çatışmayı dengeleyen hem de yönetmen ve yapımcı isteklerini nötralize etmeye ve bunu gerçekleştirmeye çalışan ya da tüm seti buna uydurmaya uğraşan bir karakter. Dizi de zaten tam olarak tüm bu bileşenler arasındaki çatışmayı konu alıyor. Daniel ise bu çatışmanın ortasındaki mekanizmanın en önemli aparatı. Çünkü bu aparatın başta da dediğim gibi tüm çatışma dinamikleri arasındaki dengeyi sağlaması gerekiyor. O yüzden Daniel kendini tarif ederken ben buradaki “her şeyim” diyor.
Dizi bir süper kahraman filmi olan ‘Tecto: Eye of the Storm’un kaotik setinde geçiyor. Çekimler devam ederken stüdyo yöneticisi Pat (Darren Goldstein) ziyarete geliyor ve yönetmen Eric’le (Daniel Brühl) filmin ışıklandırması hakkında pazarlık yapıyor. Daha sonra Eric ise filmin baş kahramanı ve ikinci oyuncusu ile olan sahneyi çekmeye başlıyor. Bu sahnede “balık adam” kostümlü figüranlar var ve Pat, bu figüranların senaryo gereği öldürülmesi gerektiğini, hatta senaryoya göre bu fantastik türe soykırım uygulanacağını ifade ediyor. Eric ise bu fikri sevmiyor. Burada Daniel devreye giriyor ve yapım ile yönetmen arasında ilk etapta balık adamlar için pazarlık yapmaya çalışıyor. Bu esnada Daniel’in eski sevgilisi olan Anita (Aya Cash) filmin yapımcısı olarak ekibe dahil oluyor. Bu, Anita ve Daniel arasında farklı bir çatışma alanının açılmasına sebep oluyor.
Stüdyo yöneticisi Pat’ın istekleri ve değiştirdiği şeyler bununla sınırlı kalmıyor. Eric’in sevdiği yapımcıyı kovan Pat, ayrıca yeni yapımcı olarak getirdiği Anita’dan, daha önce tepkilere yol açan kadın bakış açısına dair bazı dokunuşlar istiyor. Pat, Anita’dan serinin planlanan ve tümü kadınlardan oluşan filminin iptal edilmesinden kaynaklanan tepkileri azaltmak için Tecto’daki feminist görünümü artırması gerektiğini söylüyor. Bunun üzerine Anita, ekipten filmde yardımcı bir süper kahraman olan Lilac Ghost’u güçlendirmesini istiyor ve Lilac Ghost’a bir süper güç veriliyor. Lilac Ghost’un bu yeni versiyonunun bir fotoğrafının basına sızması ile birlikte hayran kitlesi, çizgi romanın içeriğine uygun olmayan bu dönüşüme tepki veriyor.
Dizi, genel olarak bir filmin setinde yapımdan yönetmene, stüdyodan oyunculara geniş bir alanda kaotik bir tablo çiziyor. Hatta bu denklemin içerisine hayran kitlesi de giriyor. Aslında özellikle dizi dünyasında kitapların ya da çizgi romanların orijinalindeki değişikliklerin nasıl tepkiler aldığını, günümüz dünyasında da görüyoruz. Özellikle ‘Game of Thrones’, ‘Yüzüklerin Efendisi’ gibi dizilerde günümüz koşullarına uyarlanan atmosferlerin izleyici ya da hayran kitlesi tarafından nasıl yerden yere vurulduğunu biliyoruz. Bu anlamda şaşırtıcı bir şey yok.
Dizide bir Hollywood stüdyosunda yaşanabileceklere dair ortaya konulanlar açısından da çok şaşırtıcı bir şey yok. Çünkü hem film dünyasına dair hem de setin gerisine dair birçok film, dizi ve anlatı o dünyanın sınırlarını az çok çizdi yıllardır. ‘The Franchise’, bunu bir anlamda o dünyayla biraz da dalga geçerek yapmaya çalışıyor. Onu, daha önce bu sınırları çizen yapımlardan ayıran şey bu. Ama bu alaycı bakış bana kalırsa daha keskin bir ton gerektiriyor. Dizi bu keskinliği ya da bu komik hicvin gemisini yüzdürebilecek bir kaldırma kuvvetine sahip değil
Suzan Demir kimdir?
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudu. Hayat TV, ardından Evrensel Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Taraf Gazetesi kültür sanat servisinde muhabir ve editör olarak çalıştı. Arka Pencere (www.arkapencere.com) online dergide haftalık sinema eleştirileri kaleme aldı.
Ayrıca BİR+BİR Express dergisinde (hem online hem matbu dergide) www.sabirfikir.com ve Kritik 24 (K24) sitelerinde de haber ve yazıları yayınlandı. Yeni E Dergisi’nde kültür, sanat ve sinema röportajları yapıyor. Hala Avrupa’da çeşitli ajanslara politika, ekonomi ve kültür sanat dalında haberler üretiyor. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ve SİYAD üyesi.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***