YÜKSEL DURGUT | YORUM
5 Kasım 2024’te gerçekleşecek ABD başkanlık seçimleri yalnızca Amerika’nın değil, tüm dünyanın geleceğini şekillendirebilecek bir dönüm noktası. Time dergisi bu seçimi, “tarihin yeniden yazılacağı” bir an olarak nitelendiriliyor. Kamala Harris ile Donald Trump arasında geçecek bu yarış, sadece iki adayın değil, aynı zamanda iki farklı dünyanın da mücadelesi.
ABD tarihinde, benzer ölçekte etki yaratan seçimler nadir de olsa yaşandı. 1860’taki Abraham Lincoln’ün seçilmesi, İç Savaş’ın fitilini ateşlerken; 1932’de Franklin Roosevelt’in zaferi, Büyük Buhrandan çıkışın ve ‘New Deal’in’ başlangıcı oldu. 1980’de Ronald Reagan’ın seçilmesi ise Soğuk Savaş’ın sonunu hızlandırdı.
Bu tür tarihi dönüm noktaları, 2024 seçimleri ile kıyaslanabilecek potansiyele sahip. Kamala Harris ile Donald Trump arasındaki yarış, sadece iki adayın değil, aynı zamanda iki farklı dünyanın da mücadelesi.
Seçimlerin tarihi etkisi, yalnızca iç politikada değil, dış politikada da kendini gösteriyor. Örneğin, 2000 yılında George W. Bush’un seçilmesi, Irak Savaşı’nın kapısını aralarken; Barack Obama’nın 2008’deki zaferi ise Amerika’nın uluslararası imajını önemli ölçüde değiştirdi.
Geçtiğimiz hafta sonu, Madison Square Garden’da Donald Trump’ın düzenlediği miting, beklenmedik bir şekilde tarihin karanlık sayfalarını yeniden aralanmasına neden oldu.
Mitingin ana gündem maddesi Trump’ın politika vaatleri olması gerekirken, ne yazık ki eski Başkan’ın talihsiz söyleminin gölgesinde kaldı. Porto Riko’yu “çöp yığını” olarak nitelendirdi.
Bu olay bizi tarihte yaşanan talihsiz benzer bir olaya götürdü. Tam 85 yıl önce, aynı mekânda Alman Amerikan Bund tarafından düzenlenen bir toplantı gerçekleşmişti. O toplantıda, George Washington’un portresi Nazi sembolleriyle çevrelenmiş, ana konuşmacının antisemitik ve beyaz üstünlükçü mesajları 20 bin kişilik bir kalabalık tarafından Nazi selamlarıyla karşılanmıştı.
Amerikan seçmenleri, yakın tarihte birçok tartışmalı başkan seçti. Vietnam’dan Irak’a uzanan geniş bir yelpazede, ABD’nin uluslararası arenada işlediği suçlar için hesap verilmedi. Trump döneminde yeni savaşlar çıkmasa da mevcut çatışmaları önleyebileceği iddiaları hiç gerçekçi değil.
İsrail-Filistin çatışması, ABD başkanlık seçimlerinde önemli bir konu. Demokrat Parti’nin adayı Kamala Harris, Biden yönetiminin Gazze’de ateşkes çağrılarına rağmen, İsrail’in askeri operasyonlarını sürdürmesine yönelik eleştiriliyor. Harris’in, Netanyahu hükümetinin politikalarına karşı daha sert bir tutum sergileyememesi, özellikle parti içindeki ilerici kanadın tepkisini çekiyor.
Donald Trump’ın Filistin meselesine yaklaşımı da tartışmalı. Trump’ın başkanlığı döneminde imzalanan İbrahim Anlaşmaları, bazı çevrelerce Filistin davasının göz ardı edilmesi olarak yorumlanıyor. Michigan’daki bazı Arap ve Müslüman toplum liderlerinin Trump’a yakınlaşmasından dolayı da eleştirinin hedefinde.
Demokrat Parti’nin İsrail politikası, Müslüman ve sol kesim seçmenleri arasında rahatsızlık yaratıyor. Bu durum kritik eyaletlerde oy kayıplarına neden olacaktır. Michigan gibi eyaletlerdeki Müslüman toplulukların desteği, seçim sonuçlarını belirleyici bir faktör haline gelebilir.
Her iki adayın da İsrail-Filistin meselesinde dengeli bir politika izlemekte zorlanıyor. ABD’nin Ortadoğu politikası, sadece bölgeyi değil, küresel dengeleri de etkileyecek potansiyele sahip.
Donald Trump’ın “Önce Amerika” söylemi ve göçmen karşıtı politikaları, ülkenin demografik yapısını ve sosyal dokusunu değiştirebilir. Trump’ın göçmenler hakkındaki söylemleri, başkanlık döneminin başından beri tartışılıyor. Son dönemde “faşizm” ile ilişkilendirilmesi, bu algıyı pekiştiriyor. Meksikalı göçmenleri “tecavüzcüler ve katiller” olarak nitelendirmesi, tehlikeli bir önyargıyı besliyor ve toplumsal uyumu tehdit ediyor.
Seçimin sonucu küresel ekonomik düzeni yeniden yapılandıracak. Trump’ın korumacı ekonomi politikaları ve ticaret savaşları, küresel tedarik zincirlerini etkileyecek. Örneğin, Çin ile olan ticaret ilişkileri gerilebilir ve bu durum dünya ekonomisini olumsuz hava estirecektir.
Bu seçim liberal demokrasinin geleceği açısından da kritik öneme sahip. Donald Trump’ın “içerideki düşmanlara” karşı orduyu kullanma tehdidi, Amerikan demokrasisinin temellerini sarsıyor. Bu söylem, MAGA hareketinin beyaz üstünlükçü eğilimlerini yansıtırken, ülke içindeki muhalefeti hedef alıyor. Trump’ın bu yaklaşımı, tarihte görülen otoriter liderlerin taktiklerini anımsatıyor.
Ancak Trump bu konuda yalnız değil. Richard Nixon’ın da benzer bir “düşman listesi” vardı. Nixon, 1972’de tartışmalı bir zafer kazanmasına rağmen, iki yıl sonra istifa etmek zorunda kaldı.
Kamala Harris’in başkanlığı, Trump’a kıyasla marjinal bir iyileşme vaat ediyor. Özellikle iç politikada, kadın hakları ve ekonomik eşitsizlik konularında daha ılımlı bir tutum sergileyecek. Ancak, ABD seçimlerinin kronik sorunu olan gerçekleşmeyecek vaatler geleneğinin Harris döneminde de devam etmesi muhtemel.
Küresel arenada ise seçimin sonucu, Amerika’nın dünya sahnesindeki rolünü belirleyecek. Bir yanda hızlı bir çöküş, diğer yanda ise uzun süredir devam eden emperyalist politikaların kademeli sonu arasında bir seçim söz konusu. Her iki senaryoda da, özellikle Trump’ın seçilmesi durumunda, dünya genelinin önümüzdeki yıllarda bu seçimin bedelini ödeyeceği endişesi hakim.
Harris ve Trump arasındaki bu yarışın sonucu sadece Amerika’nın değil, tüm dünyanın geleceğini ilgilendiriyor. Uluslararası ilişkilerden iç politikaya, ekonomiden toplumsal değerlere kadar geniş bir yelpazede etkisi olacak. 21. yüzyılın gidişatını belirleyebilecek kritik bir dönüm noktası olarak tarih kitaplarında yerini alacak.
Seçim sonuçları açıklandığında dünya yeni bir dönemin eşiğinde olacak. Bu sonuçların etkileri uzun yıllar hissedilecek. Seçmenlerin tercihlerinin ardındaki dinamikler ve ideolojik çatışmalar sadece Amerika’nın geleceğini değil, global siyasetin de seyrini belirleyecek.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***