Kadir GÜNEY
Artı Gerçek – Yine bir 29 Ekim’e geldik. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi kuruluşunun üzerinden 101 yıl geçti. Osmanlı’nın çöküşü ve Cumhuriyet’in ilanı, egemenler ve azınlıklar açısından farklı sonuçlara yol açtı. Bir yanda anlatılan “kahramanlık” hikayeleri, diğer yanda ise acı, keder ve binlerce insanın öz yurdundan edilme hikayesi yer alıyor.
Burada, ezilenlerin ve egemenlerin tarih anlayışından bahsediyoruz. Cumhuriyeti kuran kadroların istekleri doğrultusunda hazırlanan tarih, sonraki nesillere aktarıldı. Ders kitapları, “kurucu değerler”e göre şekillendirildi ve 101 yıl geçmesine rağmen bu anlayış değişmedi; yaratılan tarih hâlâ ders kitaplarında karşımıza çıkıyor.
“Emperyalizme, dünyaya, yedi düvele karşı savaştık” cümlesini her kesimden, her yerde duyarız. Gerçekten de denildiği gibi mi oldu? Kendi cephemizden baktığımızda, kendi yurdundan olmanın; hayatta kalmak için dilini ve dinini terk etmek zorunda kalmak anlamına geldiğini görürüz. Savaştan yenik düşen ve ordusu tamamen tasfiye edilmesi gereken Osmanlı’nın yalnızca Pontos’ta ordularını dağıtmaması, kimlerle “mücadele” edildiğine dair bir işaret olabilir.
CUMHURİYETİN ADIMLARI
600 yıl boyunca bölgede hüküm süren Osmanlı’nın yıkılışı, Türkiye’nin kuruluş adımlarının ve bu yeni devletin nasıl bir yapıya sahip olacağına dair kararların alındığı sürecin bir parçasıydı. Osmanlı’da birçok halk bir arada yaşarken, yeni devletin en önemli özelliği, bu çok ulusluluğu reddederek tek vatan, tek millet, tek bayrak üzerinden kendini inşa etmesiydi. Yeni devletin adımları, ülkenin gerçek yerleşimcilerini kovmak, yerlerinden etmek, gerekirse katletmekti. Ermeni ve Süryani halkları ile başlayan süreç, Rumlarla devam etti. Binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan halklar bir bir yerlerinden ediliyor, mallarına el konularak yeni bir sermaye sınıfı oluşturuluyordu. Cumhuriyet, sermayeyi el değiştirerek kendine has yeni bir sınıf yaratma amacıyla, özellikle hristiyanları hedef aldı. Bu “temizlik”le birlikte Koç, Sabancı ve Çukurova gibi büyük sermaye grupları ortaya çıktı.
Cumhuriyet öncesinde başlayan Hrıstiyanların mallarına el koyma politikası, Cumhuriyet döneminde de çeşitli tedbirlerle devam etti. Trakya sürgünü, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Pogromu, 1964’te Yunanistan vatandaşı olan Rumların sınır dışı edilmeleri ve 1936 Beyannamesi bahanesiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından cemaat vakıflarının mülklerine el konulması bu tedbirler arasındaydı. 1936 yılında çıkan “Vakıflar Yasası” ile cemaat vakıflarının mülk edinmeleri engellenmiş, vakıfların elinde olan mülklere el konulmuştur. El konulan mülkler arasında Gülbenkyan Selamet Hanı, Gedikpaşa Ermeni Protestan İlkokulu ve Büyükada Rum Yetimhanesi gibi pek çok mülk bulunmaktaydı.
KURUCU DÜŞÜNCE
Yeni Cumhuriyet, yeni yasaklar ve engellemelere gebeydi. Tekçilik anlayışını benimseyen kurucu unsurlar, kendilerinden olmayanın ülkede var olmasına bile tahammül etmiyordu. Cumhuriyet, kuruluş sürecinde ve sonrasında işçi hareketlerini sıkı bir denetim altında tutmuş, işçilerin örgütlenme ve grev yapma haklarını büyük ölçüde kısıtlamıştır. 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu, ülkede siyasi istikrarı sağlamak amacıyla geniş çaplı bir baskı ortamı yaratmıştı. Bu ortam sadece siyasi alanda değil, aynı zamanda işçilerin grev örgütlenmesinin de önünü tıkıyordu. Cumhuriyetin kuruluşu, emeğe ve emekçilere bakış açısını da belirlemişti. O günden bugüne pek bir şey değişmedi; kendi sınıfının çıkarlarını koruyan devlet, işçilere ise baskı, sendikalarını kapatma, grevlerini yasaklama ve örgütlenmelerini engelleme politikalarını sürdürdü.
Yeni Cumhuriyet’in halklara karşı tutumu da işçi sınıfına karşı tutumundan farklı değildi. Kendisinden olmayanı yok sayan, dilini ve dinini hiçe sayan bir tutum içindeydi. Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne, Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Rumlar ve daha birçok ezilen halk baskı, zulüm ve inkar politikalarıyla karşı karşıya kaldı. Kürt, Ezidi, Ermeni, Rum gibi halklar cumhuriyet döneminde devletin asimilasyon ve baskı politikalarına maruz kalmış, kimlikleri ve varlıkları inkar edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ideolojisi, “tek millet, tek devlet, tek dil” anlayışı üzerine şekillendi ve atılan adımlar buna göre atıldı. Türkçe haricindeki tüm diller yasaklanmış, konuşmak, yazmak hatta isim koymak bile engellenmiştir. Ülkede kamusal alanda Türkçe haricinde başka bir dilin kullanılması yasaklanırken, yerelde de köy isimleri Türkçe ile değiştirilmiştir.
CUMHURİYET’TEN SONRA RUMLAR
Yeni Cumhuriyet’in kurucu anlayışına göre, Müslüman ve Türk olmayanlara karşı Cumhuriyet öncesinde başlayan süreç, Cumhuriyetle birlikte hız kesmeden devam etti. Cumhuriyet’in kuruluşu, Rumların yalnızca Pontos’tan değil, tüm Küçük Asya’dan sürülmeleri ve yerlerinden edilmeleri anlamına geliyordu. Lozan’da yapılan anlaşmayla, “Mübadele” adı verilen zorunlu göç sonucunda binlerce Rum sürgün yollarında açlık ve hastalık yüzünden hayatını kaybetti. İstanbul dışındaki Rumlar, zorunlu olarak sürüldü; İstanbul’da kalanlar ise 6-7 Eylül Pogromu ile göçe zorlandılar.
29 Ekim 1923, Pontos ve Küçük Asya’daki Hristiyan Rumlar için binlerce yıllık topraklarında artık var olamayacakları anlamına gelirken, Müslümanlaştırılmış Rumlar için de yeni bir asimilasyon sürecinin başlangıcı oldu. Burada kalan Müslümanlaştırılmış Rumlara karşı Türkleştirme politikaları hızla başlatıldı; Romeyika (Pontos Rumcası) yasaklandı ve şarkılara Türkçe sözler eklenerek Rum kimliği unutturulmaya çalışıldı.
Cumhuriyetle birlikte yeni bir tarih yaratıldı ve bu tarih, Rumlar, Kürtler, Ermeniler ve Süryanileri düşman olarak gösterdi. Okullarda, “Rumlar haindir, emperyalistlerle iş birliği yapmışlardır ve ülkemizden kovulmuşlardır” propagandasıyla yeni bir nesil yetiştirildi.
ZORUNLU MÜBADELE
1923 yılında imzalanan mübadele anlaşmasıyla, Osmanlı’dan geriye kalan Türkiye topraklarında yaşayan Ortodoks Hristiyan Rumların Yunanistan’a, Yunanistan’da yaşayan Müslümanların ise Türkiye’ye gönderilmesine karar verildi. Rumlar, zorla yurtlarından ve evlerinden çıkarıldılar. 1928 Yunanistan nüfus sayımına göre Yunanistan’a gönderilen Rum göçmenlerin sayısı 1.104.216’ydı. Bu sayı şu şekilde dağılmaktaydı:
- Küçük Asya’dan 624.954
- Doğu Trakya’dan 256.635
- Pontos’tan 182.169
- İstanbul’dan 38.458
Anlaşma öncesinde ve sırasında binlerce insan, kentlerini ve evlerini geride bırakarak göç etmek zorunda kaldı. Türkiye’nin mübadele rakamları ise farklılık gösteriyor. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün 1929-1930 yıllığında 456.720, İskan Tarihçesi’nde 499.239, Mübadele İmar ve İskan Vekaleti’nin 1924 yılı bütçesine göre ise Ağustos ayında 458.000 mübadile iaşe verildiği belirtiliyor.
Yeni Cumhuriyet kimilerine (Sabancı-Koç) yeni zenginlikler sunarken, ezilen halklar için aynı şey geçerli değildi. Halklar, binlerce yıllık topraklarından göç etmek zorunda kaldı; Cumhuriyet, bu trajedinin üzerine inşa edildi. Kurucuların istekleri doğrultusunda düzenlenen tarih, yaşananları unutturmak ve halkların dillerini, varlıklarını yok sayarak yeni bir başlangıç yaratmak amacı taşıyordu.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***