YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN
Gecenin bir yarısı uzun uzun çalan telefondan hayırlı bir haber gelmezdi zaten.
Telefondaki meslektaşım “Fethullah Gülen’in ölümüne dair haberleri gördün mü? Hemen canlı yayına geçelim” dediğinde durumu-haberi algılamakta zorlandım.
Sorun zaten geç yattığımdan, günlerdir uykusuz olduğumdan değil, aldığım haberin büyüklüğünden kaynaklanıyordu.
“Fethullah Gülen hayatını kaybetti”.
Günün birinde böyle bir haber alacaktım ama aynı zamanda o günün gelmemesi için de bu gerçeği sürekli görmezden geliyordum.
Gazetecilik böyle bir meslek.
Ölen siz değilseniz acınız, kaybınız ne kadar büyük olursa olsun duygularınızı bastırıp ekrana çıkmanız gerekir.
Pazar gece yarısı hemen acil bir son dakika yayını yapıp, habere dair ilk bilgileri aktardıktan sonra Pensilvanya’ya doğru yola çıktım.
Geride kalan beş gün boyunca da Pensilvanya ve New Jersey’de süreci yakından takip ettim.
Yol boyunca karmaşık düşünceler, duygular içindeydim.
Birincisi Fethullah Gülen ile 30 yıllık bir tanışıklığım vardı.
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne başladığım yıllarda adını Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya’nın kitap ve yazılarından duymuştum.
Aynı dönemde Gülen Cemaati’den arkadaşlarım olmuştu.
Ardından hayatını anlatan ‘Küçük Dünyam’ kitabını okudum. O yıllarda internet yoktu, Fethullah Gülen’in yüzü bile bilinmiyordu.
Gülen’in elden ele dolaşan yüksek tempolu kasetleri vardı.
Hepsini dinledim.
Hayatıma dokunmuştu ve bugüne kadar devam eden tanışıklığımız başlamıştı.
Olayın dini veya sosyolojik boyutlarından çok Gülen’in kişisel hikayesi beni çok etkilemişti.
Şahsen tanışmam ise 2005 yılında ABD’ye yaptığım bir seyahatte olmuştu. Gülen’in yirmi yıldır yaşadığı ev o dönem daha küçüktü.
Mütevazi bir yemekhanesi vardı. Gülen herkes gibi geldi, yemeği aldı ve yerine oturdu.
Çorba, salata ve bir kap yemekten oluşan yemeği yerken misafirleriyle sohbet etti.
O gün o masada olan bir akademisyen dostum; “Hocam Adem Bey iyi bir fotoğrafçıdır, hatta bana ders verdi” deyince Gülen “Öyle mi? Hep hayıflandığım bir şeydir, çocukken babamın bir fotoğraf makinesi vardı. Çok istediğim halde ilgilenemedim.”demişti.
Üniversite yıllarında kitaplarını okuduğum, kasetlerini dinlediğim Hocaefendiyle tanıştığımızda fotoğraf üzerine konuşmak da enteresan bir sürpriz olmuştu.
Takip eden yıllarda, değişik zamanlarda yolum Pensilvanya’daki kampa düştü.
Amerika’da yaşadığım yıllarda imkan buldukça Fethullah Gülen’i ziyaret ettim. Her ziyaretimde, dinledim her sohbetinde çok şey gördüm, dinledim.
Her şey den önce Gülen benim için nezaket abidesi birisiydi.
Mütevazi odasında misafirlerini ağırlarken tek tek ilgilenir, şaşırtıcı derece de güçlü hafızasıyla sizi şaşırtan anektodlar aktarırdı.
Bir defasında Erdoğan’ın korumaları ABD ziyareti sırasında bana fiziki saldırıda bulunmuşlardı. Uzunca bir zaman sonra ziyaretine gittiğimde Gülen o olaya dair haberi gördüğünü, üzüldüğünü söylemişti.
Erdoğan rejiminin gazetemizi gasp edip bizi sürgünde bıraktığı dönemde nasıl geçindiğime dair konuları bile bizzat sorarak hassasiyetini göstermesini unutmam mümkün değil.
Küçük kızımın sağlık sorununu bile zaman zaman sorardı. Dediğim gibi benim için bir nezaket abidesiydi.
Resmi adı Kestane İnziva Merkezi olan ve Türkiyeli siyasiler, gazeteciler ve akademisyenlerin her karışını bildikleri kamp alanına yaklaşırken karmaşık duygular içindeydim.
Evet , gazeteci olarak gelişmeleri takip edecek, yayınlar yapacak, yazılar yazacaktım ama aynı zamanda çok değer verdiğim bir dostuma veda edecektim.
Hocaefendi’nin uzun yıllar yaşadığı küçük odanın bulunduğu binanın yanından geçerken Gülen’in artık orada olmadığını, olmayacağını bilmek çok ağır geldi.
Kampın her alanında hissedilen bir hüzün vardı. Hatta kampın kedileri bile hüzünlü gözüktü gözüme.
Hocaefendi’nin hapiste olmayan az sayıdaki yakınları, talebeleri ve yakın dostları metanetle cenaze süreciyle uğraşıyordu.
Kolay değil, dünyanın dört bir yanından sevenleri, talebeleri son vazifelerini yapmak için gelecekti.
Ancak kampın bulunduğu küçük kasabanın bu kadar insanı kaldırması mümkün değildi.
Yerel yöneticilerle koordinasyon, lojistik ve cenaze sürecinin organizasyonu halledilip Gülen’e yakışır bir veda yapabilme çabası vardı.
Konuştuğum gözlemlediğim herkes ağır bir üzüntü içindeydi.
Hatta diyebilirim ki kampta sessizliği bozan tek şey Erdoğan rejiminin propoganda dronlarıydı. Dertleri habercilik değil taciz ve tahrik etmek olunca rezillikte sınır tanımadılar.
Mesela ben aile ve kamp yöneticileri ile görüşüp cenaze namazı ve define dair detayları aldım.
Bunu Youtube yayınlarında anlattım.
Orada definin nerede olacağını da söyledim. CNN gibi Havuz kanalları drone ile görüntü alıp ahlaksızca yalanlar sıraladı.
Sonra da ‘güvenlik birimlerinden alınan istihbarata göre’ diye aslında olmasını istediklerini sıraladılar.
Utanç verici yayınlardı.
Ancak böyle bir günde Erdoğan medyasının rezilliklerini anlatacak değilim.
Her şey ortada zaten.
Günler süren hazırlıktan sonra perşembe günü Gülen son yolculuğuna uğurlandı. Kamp yönetiminin kısa sürede böyle devasa organizasyonun altından kalkabilmesi takdire şayan.
Sonuçta 20 binden fazla insan dünyanın dört bir tarafından Pensilvanya kırsalında bir kasabaya geldi. Bu kadar insanı alacak bir mekan bulunamadığı için cenaze namazı New Jersey sınırları içindeki SkyLand Stadyumunda yapıldı.
Cenaze namazı için Fethullah Gülen’in naaşı stadyuma getirildiğine binlerce seveni dağ dere tepe ayıp namaza yetişmeye çalışıyordu.
Zira detaylı organizasyona rağmen binlerce aracın yola çıkması yüzünden trafik felç oldu. Bu yüzden namaz bir saat kadar gecikmeli kılınabildi. Sahayı dolduran binlerce seveni büyük bir vakurla Gülen’i uğurladı.
Sessizce ağlayan, mırıldanarak dua eden binlerce insan.
Saatler boyunca saha içinde fotoğraflar çektim, yayınlar yaptım. Avrupa ülkelerinden tutun Sahra Afrikasına bir çok milletten, renkten insan Gülen’e veda etmek için gelmişti.
Gülen’in naaşı namaz için talebelerinin omuzunda musallaya getirilirken stad ayaklanır, sevenleri en azından tabuta dokunmak için öne doğru akın eder diye düşünmüştüm ama yanıldım.
Binlerce insan hiçbir taşkınlık yapmadı. Sessizce, vakur bir şekilde Gülen’e vedasını yaptı.
Gülen’in cenazesini Prof.Dr Suat Yıldırım kıldırdı ve çeşitli jenerasyonlardan talebeleri yeniden tabuta omuz verip son yolculuğuna, sonsuzluğa uğurladılar.
Hocaefendi’nin uzun yıllardır sürgünde yaşadığı Kamp alanındaki defin törenine ise sadece yakın aile fertleri ve talebeleri katıldı. Bir de ABD’nin tanınan, bilinen Müslüman kanaat önderleri geldi.
Aralarında Kabe ve Medine-i Münevvere olmak üzere 33 ayrı ülke ve şehirden getirilen toprak Gülen’in mezarına kondu.
Hatimler, dualar ve gözyaşları ile Hocaefendi uğurlanmış oldu. Önümüzdeki bir kaç gün talebeleri ve sevenlerinin kabir ziyaretleri olacak.
Ben 12 saatlik yayın koşturmacasından sonra gecenin bir yarısında bu yazıyı yazarken mezarı başında Kur’an okuyan talebeleri vardı.
FETHULLAH GÜLEN’İ HAVUZ HABERLERİNDEN TANIMADIM
Ben, 30 yıldır bizzat izlediğim, öncesini de sürecin aktörlerinden dinlediğim Fethullah Gülen’i çok önemsedim.
Erzurum’un bir köyünden tek başına çıktığı yolda Türkiye’nin son 50 yılına damga vuran, dünya çapında bir hareket inşaa eden Fethullah Gülen bana göre gerçek bir devrimcidir.
Emin olun, Gülen’in başardığını bir sol-seküler birisi yapsa heykelleri dikilir, Nobel verilirdi.
Bir din adamı okul demiş, bilim demiş, diyalog demiş ve en önemlisi lafta bırakmamış.
Muadili din adamları “sakız oruç bozar mı?” türü konularla televizyon vaizliğine soyunurken Gülen eğitim kurumları açtırıyordu.
İşadamlarını dünyaya açarken binlerce gencin de iyi okullarda okuması, AB ve ABD’nin önemli üniversitelerinde yüksek lisans, doktora yapması için çalıştı.
Gülen’i ayrıcılıklı kılan hem düşünce hem aksiyon insanı olmasıydı. Okul, eğitim, sosyal yardımlaşma derken bunu lafta bırakmayıp parayı ve personeli motive etmeyi başardı.
Dünyanın dört bir yanında Gülen’in izinden giden ve tarihe geçecek işlere imza atan takipçilerini gördükçe Hocaefendi’yi daha özel kılan yönünü de gördüm.
Dediğim gibi Gülen’in ilmi, dini ve edebi yönünü analiz edecek değilim, hatta haddime değil.
Benimkisi daha çok şahsi tecrübeyi-gözlemi aktarmak.
Gülen benim hayatımda çok önemli yer tutan biriydi. Bu hareketin içinde geçirdiğim 30 yıl içerisinde rejimin dayattığı şeytanlaştırma söylemlerinin tersini gördüm.
Gülen’den sadece iyilik, samimiyet ve örnek bir gönül insanı olmanın ötesinde bir şey görmedim.
Kısacası ben Gülen’i Erdoğan medyasının propagandası ile tanımadım. Onlara göre de fikrimi değiştirmeyeceğim.
Ben Gülen’i iyi bildim; tanımış, tanışmış olduğum için de kendimi şanslı hissediyorum.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***