“Şiire kaçan” herkesi “şiir okuru” olarak adlandırabiliriz. Şairin “muhayyel muhatabı” olan şiir okurunu, kırk yılda bir “şiir okuyan”dan ayırmak bakımından bu tanımlamanın işlevsel olacağı kanısındayız. Kırk yılda bir şiir okuyandan kastımızsa aslında açık. Şiirle teması gelişigüzel; derinleşmemiş ve süreklilik kazanmamış olanları tanımlamaya yönelik.
Belki söylemeye bile gerek, bütün şairler şiire kaçanlar arasından çıkar. Şairin şiir okuru olmasıysa zaten, olmazsa olmazdır. Ama bu da tartışmalı bir konu. Bu bağlamda şairle şiir okuru arasındaki nüansı belirleyense; şairler bir daha eve dönmezler. Eve, yani verili dile… Şiir okurları ise evden kaçmış olmalarına karşın evle olan ilişkilerini kesmezler. Şunu da ekleyelim: Şiir okurları yalnızca şiir okumazlar. Şiire dair ne bulursa okurlar. Şairler dışında şiir araştırmacıları, şiir incelemecileri, şiir odaklı deneme yazanlar, şiir eleştirmenleri örneğin, şiir okurudur.
ŞAİRİN İKİZİ
Şiir okuru, şiiri, olsa da olmasa da noktasına virgülüne kadar okur. O nedenle de şair onu ikizi, kardeşi saymıştır. Muhayyel muhatabına öyle seslenir. Sözünün enini boyunu, derinliğini, gizemini algılayacak, anlayacak bir ikiz olarak kabul eder. Hatta üretim sürecinin de eşlikçisi gibi görür. Baudelaire’in can havliyle seslenmesinde de bu yakınlığın yankısını duyumsarız. Şairin, “Okur’a” başlıklı şiirinin ilk ve son betiklerini okuyalım:
Eli sıkılık, sersemlik, günah, yanılgı
Gövdemizi işler, yer tutar içimizde,
Besleriz o canım pişmanlıkları biz de
Bit beslediğince dilencilerin tıpkı.
(…)
Can sıkıntısı o! – Gözü yaşarır birden,
Çubuğunu yakıp kurar darağaçları
Onu bilirsin, okur, o nazik canavarı,
İkiyüzlü okur, – benzerim, – kardeşim, sen!
SÜREKLİLİK İLKESİ
Şair için “muhayyel muhatap”, yani şiir okuru önemlidir. Çünkü şiiri var eden, üreticisinden çok, şiir okurudur. Teşbihte hata olmaz denir; şiirin de, şairin de bir tür vaftizcisidir şiir okuru. Yeri gelmişken şiir başta olmak üzere şair ve şiir okuru için olmazsa olmaz bir ilkeye de değinelim. Süreklilik ya da inat etmek.
Şair için de, şiir okuru için de şiire kaçmış olmak büyük bir adımdır, bu aslında “sınırın diğer tarafı”na geçmek anlamına gelir. Öte yandan şiire kaçmış olmak da süreklilik ister. Her kaçışta olduğu gibi. Şiire kaçış için başlangıçta verilen kararda ısrar ve inat önemlidir.
Şiir tarihine bir başka açıdan bakıldığında örneğin dergiler, aynı zamanda unutulup giden şairlerin ve şiirlerin gömütlüğü gibidir. Ya da “ilk kitaptan sonrası olmamış” şairler mezarlığı… Neden olarak tümü için değilse bile bir kısmıyla ilgili “süreklilik ilkesi”nin önemsenmemiş olması gösterilebilir. Tarihin tozlu raflarında ya da tavan aralarında kalan ve ancak dolaşımda olmayı hak eden ne çok şair ve şiir vardır. O şairlerin ve yapıtlarının şiirsel değerini, varlığını, yerini ve önemini ortaya çıkarıp güncelleyerek yazgılarını, ancak şiir okurlarının meraklı arayışı ve kazıları değiştirebilir.
Örneğin ilk şiirleri 1927’de Güneş ve Hayat dergilerinde yayımlanan, 1928’de altı şair arkadaşıyla birlikte Yedi Meşaleciler topluluğunu kuran ve Meşale adlı dergiyi çıkaran Sabri Esat Siyavuşgil o adlardan biridir.
Siyavuşgil’in, şiirleri Meşale dergisi kapandıktan sonra “Muhit” ve “Varlık” dergilerinde yayımlanır. Dışavurumcu bir ressam tutumuyla yeni ve canlı şiirler yazan şair, aynı zamanda psikoloji profesörü olarak üniversitede dersler vermiştir. Tüm bunlara karşın bilinirliğini sağlayan Edmond Rostand’ın ünlü oyunu “Cyrano de Bergerac”ın Türkçe çevirisi olmuştur. Siyavuşgil’in 1933’te yayımlanan kitabına adını veren “Odalar ve Sofalar” başlıklı şiirinden bir bölüm
okuyarak devam edelim:
Odada bir pancurun
Sofadadır güneşi;
Camlarda yanan korun
Düşer içime eşi.
Odada yığın yığın
Gölgenin salkımları;
Sofada yalnızlığın
Duyulur adımları.
Oda, içinden duyar
Oluktan düşenleri;
Sofa, geceyi oyar,
Dinler merdivenleri.
Şiir okurundan merak, ilgi ve kazı bekleyen yalnızca tarihin tozlu sayfalarında kalmış olan yapıtlar ya da adlar değil elbette.
ŞİİR LİTERATÜRÜ
Şiire kaçmak; şair için de, şiir okuru için de şiiri olduğu gibi, şiir literatürünü de çalışma sahasına dönüştürmeye yönelik bir girişimdir aynı zamanda. Çünkü şiir bilgisi, görgüsü aslında, şiiri merkez alan, sözcüğün tam anlamıyla, her şeyi didik didik etmekle gelişir. O nedenle şiir incelemesi de, araştırması da okumak gerekir, bulunabilirse şiir sözlüğü de.
Şiir sözlüğü demişken kaydedelim. Ne yazık ki Türkçede hazırlanmış ve basılı olarak yayımlanmış bir şiir sözlüğü yok. Bizim bu konuda, PDF olarak 2005 ile 2010 yılları arasında 65 sayı yayımladığımız Cumartesi şiir dergisinde bir girişimimiz olmuştu. Ancak basılı haliyle yayımlanmış değil. Oysa yüz yılı aşkın bir geçmişi ve birikimi olan modern Türkçe şiirin bir şiir sözlüğünün olmaması önemli bir eksikliktir. Madem şiir sözlüğünden ve daha önceki deneyimimizden söz ettik. O çalışmanın girişinde yer alan birkaç maddeyi gözden geçirilmiş haliyle aktararak devam edelim.
ŞİİR SÖZLÜĞÜ
(A-B)
Aed: Eski Yunanlılarda şiirlerini lirle söyleyen saz şairlerine verilen ad.
Akrostiş: Şiirde dizelerin ilk harflerinin yukarıdan aşağıya doğru sıralanmasıyla anlamlı bir sözcük oluşturulmasıdır. Modern Türkçe şiirin bilinen en ünlü akrostiş şiiri Sezai Karakoç’a aittir. Karakoç, “Mona Roza” adlı şiirinde her betiğin ilk dizesinin harflerini akrostiş için kullanmıştır. Şiirde şairin üniversite öğrenciliği döneminde platonik biçimde âşık olduğu Muazzez Akkaya adı yer alır. Şiiri ilk sözcüğü oluşturan betiklerle anımsayalım:
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Ulur aya karşı kirli çakallar,
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.
Mona Rosa bugün bende bir hal var.
Yağmur iri iri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.
Açma pencereni perdeleri çek,
Mona Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Mona Rosa ben bir deliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
Bende çıkar güneş aydınlığına.
Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi.
Seni hatırlatır her zaman bana.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.
Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Aliterasyon: Şiirde ünsüz ya da hece tekrarıdır. Nâzım Hikmet’ten bir örnek sunalım:
Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat…
Atları rüzgâr.
Atları…
At…
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!
Asonans: Şiirde ünlü tekrarıdır. Örneğimiz Didem Madak’tan:
Bir yeşil fanila gibi ipte, alıp ütüleyecektim.
Herkese iyi akşamlar demeyi öğretecektim gözlerine.
Sonra gittin.
Madak’ın alıntıladığımız dizeleri on beş sözcükten oluşur. Dizelerde toplamda on dört kez “e” harfi on dört kez de “i” harfi yinelenerek asonans oluşturur.
Balad: Nazım şekli olarak balad genellikle üç tam ve bir yarım kıtadan kuruludur. Kıtaları altılı olur. Sekizli olanları da vardır. Kafiye düzeni çoğunlukla çapraz kafiyeye uyar. Örgü kafiyeli olanları da görülür… Modern Türkçe şiirde balad deyince akla İlhan Berk gelir. Örnek olarak değil, tadımlık olarak şairin “Balad” başlıklı şiirinin “sunu” betiğini aktarıyoruz:
Ben bütün çizgilerde oldum bütün o çizgilerde
Her sefer böyle geldi vurdu yaşamama bir deniz
Aldı bir yaşamadan bir yaşamaya kodu nasıl
Al bir çocuk vardı o korkularda o gecelerde
Büyük ulu sular yudu beni çokum artık nasıl
Bir deniz size de gelir vurur elbet anlarsınız
“Şiir okuru için kısa notlar” içinde şiir sözlüğünden maddeler sunmaya sonraki yazıda devam edeceğiz…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***